Ulus devletin üniter olarak tanımlanma ve bu sarsılmaz inanca gelebilecek tehlikelere karşı geliştirilen savunmacılık yüksek siyasetin protokol dili de dahil yerleşik, köklü kültürel değerlere gönderilerle kuvvetlendirilmektedir. Kültürün, kimliğin sürekli oluşan, yeniden yapılanan kavramları, değerleri, pratikleri, söylemleri yeniden oluşturmak çok daha geniş bir bakış açısı ve anlam dünyası gerektirmektedir. Oysa ki tarihte özne durağan olmadığı gibi kimlik de durağan değildir. Yine sorun olarak tarif edilen kimlikler ve yine çözüm üretme niyetinin ardındaki "siyasal kaygılar" çok daha vahim sonuçların yaşanmasına neden olmaktadır.
Siyasal temsilden, kültürel haklara güç ve yaşam alanı oluşturma gayreti kimlik mücadelesi olarak ulus devlet sınırlarını bir çok alanda aşmaktadır.
Rize Belediye Başkanı AKP'li Halil Bakırcı'nın absürd açıklaması bu tartışmalardan bağımsız değerlendirilemeyecektir. Etnik gruplar toplumsal olarak nasıl tasarlanmaktadırlar? Her etkileşim karşılıklı benzeşimi sağlayacak mıdır? Kimliğin tasarımsal öğeleri olan kökler ve geçmiş her yönüyle kültürel farklılık ve benzerlikler arasında doğrudan bir ilişki kurabilir mi? Tüm bu sorular etnik grupların karşılıklı ilişkilerinin tasarımsal olarak "kültürel" boyutuna dikkati çekmektedir. Sosyal sistemlerde ekonomik, siyasal katmanlaşma etnik sınırların geçirgenliğini, değişkenliğini orataya koymaktadır.
Etnik kimlikte devamlılık arayışının mümkünsüzlüğü asimilasyonu yürüten etnik kimlik için de geçerlidir. Milliyetçi yaklaşımlarda yer bulan evlilik, evlat edinme gibi hane yapısının değişimi adeta duygusal, doğal, ahlakçı bir asimilasyon dilinin hassasiyetleridir. Yukarıda söz edildiği gibi etnik kimliğin devamlılığı istenci Bakırcı'nın "kız alın!" önerisinde örtülü olarak yer almaktadır. Tüm bu sınırların geçirgenliği, esnekliği pratikte siyasal rejimlerin neden olduğu "güven sorunu" üzerinden sınırların sürekliliğinin değişen hallerine tanık olmamızı sağlayacaktır.
Bakırcı, "askeri yöntemle kavga ve dövüşle çok ciddi bir şekilde çözüleceğine inanmıyorum, azalır, tekrar tırmanır" ifadesiyle bir gerçeği kabul etmektedir, savaşı. Savaşın eşitsiz ve hiyerarşik fark üreten doğası toplumsal, kültürel inşalarla bizleri karşı karşıya getirmektedir. Bakırcı'nın Kürt sorununun çözümü için getirdiği 'hasımlık yerine hısımlık' çağrı-şımı devlet desteği ile hısımlığın gelişmesi için ikinci eşlerin Doğu'dan alınması önerisini getirmektedir. "Bizim" diye tarif ettiği kültürde ikinci eşin yaygın olduğunu, -kanunen olmasa da- "metres" ilişkileri yerine Kürt sorununun çözümüne yönelik "evlenme" çağrısı, bir inancı da içinde barındırmaktadır; "Bu bölgelerden evlilik ve hısımlıkları artırarak, devletin de teşvikiyle önümüzdeki otuz yıl gibi bir sürede yaşanan sorunların aza ineceğine ve çözüleceğine inanıyorum" ifadesi toplum ve devlet; iktidar ve yönetilme farkını görmek açısından önem taşımaktadır.
İktidar ve devlet dili kendi egemenliğinde bir uzlaşma alanı öngörmektedir. Bakırcı örneğinde belirttiği gibi "Bizim bölgemizde de eskiden kan davalı ailelerin barışması için iki aile arasında evlilikler yapılırdı. Bu bizim ve doğunun kültüründe vardır. Bunları teşvik ederek artırılmasıyla sorunların daha sorunsuz bir şekilde çözüleceğine inanıyorum." diyerek böylesi kuvvetli bir inancın iradesi(zliği)ni nereden aldığı üzerinde yeniden düşündürmektedir. Öyleyse, toplumsal cinsiyet hiyerarşilerinin mevcudiyetine tanık olmaktayız. Ulusal yeniden doğumun simgesi olan kadın üzerinden yine devletler kurulmakta yine barışlar sağlanmaktadır. Militarizmin kadın bedeni üzerindeki tahakküm gücü, söylemi politik bir sorumluluk edasıyla her yerde dillendirilmektedir.
Milletin en "sivil" cinsi olarak görülen kadınlar vatandaşlıklarını ancak esas/özde vatandaşlara "teselli" vererek, aile kurarak, akraba olarak, kurban olarak edinmektedirler. Kadınları araçsallaştıran dil, zihniyet barış habercisi olamaz. Kamuoyuna özür dilerken dahi dili dolanmadan, sürçmeden söylediği "Doğu illerinden kız alış verişi" bu özrün özürünü tartışmasız ortaya koymaktadır. (YGY/EÜ)