Dördüncü sayfada "Bu kitap, TÜBİTAK ve Türkiye Diyanet Vakfı'nın katkılarıyla basılmıştır" yazıyor olsa da, anladığım kadarıyla kitap, henüz basılıp piyasaya verilmedi.
İnternet'te "Harran Okulu Sempozyomu" kitabı
28-30 Nisan 2006'da, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi tarafından düzenlenen bu sempozyumun tam başlığı, "I. Uluslararası Katılımlı Bilim, Din ve Felsefe Tarihinde Harran Okulu Sempozyumu". Birinci cildin başlangıcında katılımcıları ve içindekiler listesini incelediğimde, hazırlayanların "İlahiyat Fakültesi"nden akademisyenler olduğunu öğrenmem, biraz keyfimi kaçırdı.
Listenin ikinci sayfasına geldiğimde, Prof. Dr. John F. Healey gibi bir adla karşılaştım. "The Intellectual and Cultural Milieu of Harran and Edessa" başlığına yanlışlıkla tıkladım ve 151'inci sayfaya, makalenin de başına geldim!
Metnin sonuna geldiğimde ise Türkçe çevirisinin de kitaba koyulmuş olduğunu gördüm. Çeviri, "Harran ve Urfa'nın Entelektüel ve Kültürel Çevresi" başlığıyla, Dr. Halil İbrahim Erbay tarafından yapılmış:
"Yakın bir geçmişte Manchester'da İslamî bilimlere adanmış bir serginin açılışında düzenlenen bir sempozyumda, Abbasiler döneminde Hristiyanların ve Harranlıların, Yunanca bilimsel eserlerin Arapçaya tercümesindeki rolleriyle ilgili bir tebliğ sundum. Tebliği hazırlarken şu gerçekle çarpıldım: Bu katkıyla ilgili Batılı algılama, hatta bir noktaya kadar bazı Ortadoğulu alimlerin algılamaları dahi, Hellenik kültürün İslam öncesi dönemde birkaç Ortadoğu şehrinde hatta Mezopotamya'da iyice mevzilenmiş olduğu gerçeğini marjinalleştirmekte veya en azından önemsizleştirmekte ittifak ediyorlardı. Dolayısıyla bu durum, Ortadoğu ile Batı arasında bir şekilde büyük bir uçurum olduğu gibi yaygın bir yanlış algılamaya veya efsanelere yanlış olarak eklenmesi tehlikesine taşımaktadır."
Healey, batılı bir bilim insanı olarak bunları söylüyorsa, acaba sempozyumdaki Türk bilim insanları neler diyor? Bu soru beni, 900 sayfalık bir kitabı okumaya sürükledi, hem de ekrandan!
1.fotoğraf
Okurların (en azından çoğunluğunun), benim yaptığım işi yapmayacağını düşünerek yardımcı olmaya çalışacağım. Kitabın içindeki ana başlıklar şöyle:
Birinci cilt: Harran Tarihi, Harran'da İnanç ve Dinler, Harran Okulu, Harran'da Bilim ve Tarih, Harranlı Bilim Adamları.
İkinci cilt: Harranlı Tarihçiler, Harran Okulu, İslam Felsefesi İlişkisi, Harran Okulu ve İslamî İlimler, Tefsir, Hadis, İslam HukukuKelâm ve Mezhepler Tarihi ve Tasavvuf.
Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nden Yard. Doç. Dr. Şakir Gözütok, "Eğitim Tarihi Perspektifinde Harran Okulu" başlıklı konuşmasına şöyle başlıyor:
"Çok eski çağlardan beri kendinden söz ettirmeyi başaran Harran şehrinin ismi, ilk kez yazılı belgelerde, Suriye'de dönemin en güçlü kent devletlerinden biri olan Ebla Krallığı'nın merkezinde bulunan tablet arşivlerinde karşımıza çıkmaktadır. M.Ö. XXIV yüzyılın öncesine ait olan bu bilgiler, tarihin derinliklerinde Harran'ın merkezî bir konumda olduğunun ilk işaretleri sayılabilir.
"Eğitim Tarihi perspektifinden baktığımızda, Harran'da iki önemli unsur ile karşılaşırız: Bunlar Sin Tapınağı ile Harran Okulu'dur.
"1849 yılında Akdeniz'de bulunan Cythera (Kithira) Adası'nda keşfedilen, eski Akatlılara ait ve 1853 yılında yazılmış bir elyazmasındaki bilgilere göre Sin Tapınağı, Kral Naram-Sin tarafından M.Ö. 19. yüzyılın sonlarında kurulmuştur."
Harran Helenizm hakimiyetinde...
Konuyla ilk tanıştığımda, Harran tarihinin milattan sonraki yüzyıllara dayandığını düşünmüştüm. Gözütok, Harran tarihi hakkında şunları söylüyor:
"Zaten daha önce Büyük İskender döneminde (M.Ö. 331-323) Harran diğer şehir devletleriyle birlikte Yunan hakimiyetine girmiş ve bu tarihten itibaren istilacılar ve Yunanlı göçmenlerden dolayı bir Yunan kolonisi haline gelmiştir. Harran'ın bu yeni konumu buradaki kültürün Yunan kültürü (Helenizm) ile tanışmasına sebep olmuş ve zamanla Harranlılar, kendi geleneksel yıldız-gezegen kültürüne dayalı politesit/paganist din anlayışlarını Helenizm etkisinde yeniden yorumlamaya yoluna gitmişlerdir. Helenizm etkisindeki Harranlılar, her ne kadar dinsel açıdan eski Yunan geleneğinden etkilenseler de, binlerce yıldır adeta kendileriyle özdeşleşmiş olan gezegen kültüne dayalı politeizmden asla ödün vermediler."
2. fotoğraf
Helen uygarlığının Ortadoğu kültürlerine aktarılması da bu dönemle başlamış. Sempozyumda çeşitli konuşmalarda değinilen "felsefenin kültürler arası yolculuğu" konusunu da bu şekilde açıklamış. Bölge insanları, Eflatun ve Aristo'nun fikirlerini Ortadoğu kültürlerine taşımışlar. Nitekim, dokuzuncu ve onuncu yüzyılın düşünürleri Farabi ve İbni Sina'nın düşüncelerini, bu fikirler etrafında geliştirdikleri bilinmekte.
Ankara Üniversitesi'nde İslam Felsefesi doktora öğrencisi olan Nesim Doğru'nun konuşması, İslam dünyasında çeşitli tartışmalara konu olan "Sabiîlik" kavramına açıklık getiriyor:
"Harran, Urfa ve Rasül-Ayn (Ceylanpınar) arasında kurulu eski bir yerleşim yeridir. İskender'in doğu seferi sırasında Yunanistanlı bir çok bilgin Harran'a yerleşti. Yunanistan ve Makedonya asıllı insanların Harran'a yerleşmeleri ve gök cisimlerini tanrılar olarak görmeleri, zamanla buranın "Pagan Kent" olarak kayıtlara geçmesine neden olmuştur. Aslında Paganus sözcüğü çiftçi anlamına gelmekte olup, zamanla Hıristiyan olmayıp eski putperest dinlerinde kalanlar için kullanılmıştır. Tarihte "Harranlıların dini" olarak bilinen inanç, aslında Yunanistan kökenli insanların getirdiği Pisagoryen öğretiler ile Kildaniler´in [gökbilimcilerin] Babilistan'dan arta kalan inançlarının karışımı olan bir dindir. Zira, Pisagor, komünal bir topluluk oluşturmuş ve kendilerine özgü ritüeller ve giysiler icad etmişler ve tapınaklar inşa etmişlerdir. Bunun bir benzerine de Harran'da yerleşmiş olan halk sahipti.
Harran'a "Helenopolis" adını verdiler
Harranlılar, ruhun göçmesi inancına inanıyorlar ya da ruhun bedenden ayrıldıktan sonra yıldızlar dünyasında kaldığına inanıyorlardı. Onlara göre iki dünya vardır: a)Gökler dünyası ve b)Ay küresinin altındaki dünya. Yer küresi, gök, güneş ve yıldızlar yaratılmamış olup, ezelidirler. Harranlılar peygamberlere de inanmıyorlardı. Onların peygamberleri, filozoflar ve bilginlerdi. Görüldüğü gibi doğu ve batı kültür ve inançlarının karışımı bir din olan Harranlılar´ın dini eklektik bir yapıya sahiptir.
Bu nedenle Harran'a "Helenopolis" adını verdiler. Harran, yeni dini kabul etmek istemeyen Yunanlılar´ın ve diğer karşıtların merkezi haline geldi. Bu din bağlıları, İslam güçleri bölgeyi ele geçirdikten sonra, Halife Me'mun zamanında öldürülmekten kurtulmak için kendilerine "Sabiîler" adını verdiler."
3. fotoğraf
ODTÜ'de araştırma görevlisi olan Ahmet Eyim'in "Bilim Tarihi Yazımı ve Nesnellik Tartışmaları Üzerine" başlıklı konuşması, konuya başka bir bakış açısı getiriyor. Harranlıların, bilgiyi taşıyan değil, bilgiyi üreten yönlerine dikkat çekiyor.
"Modern bilimin üstünlüğünü gösterme çabası içindeki kitaplarda, İslam dünyasının bilime katkısının sadece klasik eserlerin korunup Batıya aktarılması olduğu iddia edilmektedir. Modern bilimin tarihi, neden İslam dünyasında yapılan çalışmaları değerini tam olarak takdir etmediği sorusunu bir kenara bırakıp, İslam dünyasının sadece klasik eserlerin Latince'ye çevrilmesini sağladığını savunanlara karşı çıkan Koyré, ortaçağ Avrupasında bilim bu eserleri Latince'ye çevirecek Yunanca bilen kimsenin olmamasında değil, bu kitapların anlattıklarını kavrayabilecek kimsenin bulunmaması nedeniyle duraklama yaşandığına dikkat çeker. Ona göre, İslam dünyasının fonksiyonu, çeviriye aracılıktan çok, Batıya ustalık ve eğiticilik yapmaktır. Yani, 'Kopernik ve diğer Avrupalı astronomların, İslam dünyasındaki çalışmalar olmadan Batlamyusçu astronomiyi tek başına Latince'ye çevirisinden anlayabilmesi olanaklı mıydı?' sorusu gündeme gelmektedir."
Harran, bir kültür merkezi
Gazi Üniversitesi Felsefe Bölümü öğretim görevlisi Dr. Sema Önal Akkaş, "Bir Kültür Merkezi Olarak Harran" başlıklı konuşmasında, Harran'ın kültürler arasındaki yerini anlatıyor:
"Harran, İslâm öncesi dönemlerdeki en eski yerleşim yerlerinden büyük ziraat ve ticaret merkezi, aynı zamanda ay, güneş ve gezegenlerin kutsal sayıldığı eski Mezopotamya putperestliğinin en önemli merkezlerinden biridir. Harran, tarih boyunca bir Babil, Kaldeli, Hitit, Asur, İran, İskender imparatorluğu, Roma, Bizans, İslâm devletlerinin Selçukluların, Zengîlerin ve Eyyûbilerin idaresi altında bulunmuştur. Hellenistik dönemde, İskenderiye okulunun son hocalarının etkisi Antakya üzerinden Harran'a ulaşmış, Harran, Hellenizm yanında, Sabiî inancının da yaygın olduğu bir merkez olmuştur. Harran, birçok kültüre etki etmiş ve birçok kültürden etki almış bir bölgedir. Kültürlere baktığımızda insanlığın, hakikati arama, yeryüzünü, gökyüzünü, kısacası evreni tanıma ve anlama çabası içinde, yani, gerçekliğe ilişkin doğru bilginin peşinde olduğunu görürüz. İster Sabiî, ister Hristiyan ister Müslüman v.s olsun insanlık, hep doğru bilgiyi aramış ve bu doğru bilgiye uygun doğru davranışın peşinde olmuştur. Bu durum, bütün kültürlerin ortak noktalarından biridir. Bu doğru bilgi arayışları sonucunda ortaya çıkan ürünler, kültürden kültüre aktarılmış ve üzerlerine, insanlığı geliştirecek yeni doğru bilgiler eklenmiştir. Bu bakımdan, yeryüzüne baktığımızda bazı bölgelerin doğru bilgi arayışında en önde giden ve tarihler boyu ün yapmış merkezler olduğunu görüyoruz. İskenderiye, Harran, Bağdat, Atina vs gibi her kültür bölgesi veya çevresi içinde bulunduğu coğrafi ortamı, astronomisiyle fiziğiyle, matematiğiyle kısaca ortaya koyduğu bütün bilimsel disiplinler aracılığıyla doğru bilgisini edinmek istemiştir."
Harran'ın tıp, astronomi ve matematik okulları...
Sempozyum kitabında, Harran'da yaşamış olan bilim adamlarının çalışmaları da ele alınıyor. Atatürk Üniversitesi'nden Doç. Dr. Orhan Atalay, İskenderiye, Antakya ve Harran okullarını anlattığı konuşmasında, şunları söylüyor:
"Keza Harran özellikle tıp, astronomi ve matematik başta olmak üzere birçok alanda çevre okullardan oldukça ileri bir bilimsel kaliteye sahipti. Mesela İbni Nedim, 'Aletler ve Kullanımları Hakkında Bir Kelam' diye bir başlık altında usturlab hakkında bilgi verirken bunu ilk kullanan kişinin Batlamyus olduğunu, ancak bu tür astronomik aletlerin ilk kez Harran'da kullanıldığını, daha sonra çeşitlenerek diğer yerlere yayıldığını söyler. Bu aleti kullananlar arasında Ahmed b. İshak el-Harranî, Rabi b. Firas el-Harranî, Ali b. Kanuta el-Harranî gibi isimler vardı. Aynı devirlerde Kura b. Kanuta el-Harranî'nin bir dünya haritası yapmış olduğu da bilinmektedir."
Sempozyum'un kapanış konuşmasında, "Harran Okulu'nda Harran Üniversitesi'ne" başlıkla, Harran Üniversitesi'nden Mehmet Oymak, tarihe yapılan saygısızlıklardan şikayet ediyor:
"Çağımız teknolojisinin ürünü pres tuğlalara, taş çıkartan Harran yapılarındaki ateş tuğlaları ne oldu acep? Acayip bir övgümüze malzeme oldu. Harran Kubbe Evleri veya Harran Konik Ev'lerine inşaat malzemesi oldu. Eserler yıkıldı; malzeme çoğaldı. Aslında, Şam yani Dımışktan - Urfa'ya, Suriye ve Kuzey Mezopotamya'da yaygın bir mimaridir, Konik Ev'ler... Ve malzemesi kerpiçtir. Ne zaman ki, yıkım başlamıştır Harran'da, işte o zaman, bu tarih olan tuğlalar o Konik Ev'lere malzeme olmuştur. Ve bizde bunu bir buluşmuş gibi överek, övünerek anlatmışız. Bu yok edişe bilimsel hikmetler yüklemişiz. Tarihi Harran'ın hadimlerine, -hemd edenlerine-, yani yıkanlarına övgüler düzmeye başlamışız, bu evleri yaptıkları için. Bir de bu tuğlalar birçok pide fırınına döşenmek için taşınıp götürülmüştür."
4. fotoğraf
Ancak, Mehmet Oymak'ın konuşmasının ana temasını, 8 Nisan 1974'te başlayan Harran Üniversitesi kurulması süreci üzerine kuruyor. Konuşmasının sonunu, bir şiirle bitirmiş: "Harran Üniversiteli Olmak". Bir kıtasını paylaşmadan edemeyeceğim:
"Bir hazdır burda olmak insana
Ki dediler Harranlı bilginler:
'El Cüz'ü la yetecezza'
Yani 'parçalanamaz en küçük parça'
Parçalanırsa, etkisiyle 'haşa' ilahi kudret gibi
Şehirleri sarsacağını duyurmadalar"
Harran'da "El cüz'ü la yetecezza" kavramı
Ahmet Eyim'in, Alexander Koyré'nin "Bilim Tarihi Yazıları"ndan aktardığı bakış açısını doğruluyor bu sözler. "Parçalanamaz en küçük parça"nın parçalanmasının, şehirleri sarsacağını nasıl öğrenmiş bu bilginler? Milattan önce 460'ta bölünemez en küçük parça kavramına ulaşan Milet'li Demokritus'un fikri, batıda 1803'te John Dalton'un yaptığı deneylere kadar kavranamamıştı. Ama Harran'da "El cüz'ü la yetecezza" kavramı, belgelerde var.
5. Fotoğraf
Tarih yazımı, geçmiş uygarlıklar konusunda hep yalan yanlışlarla dolu. Umberto Eco, "Baudolino"yu yazarken bunun farkında olduğunu şu cümleyle gösteriyor:
"Boron, bu parçacıkların ne olduğunu sorduğunda, rakibi ona, bazı eski Grek filozofları ile öbür yanda, Kelam'ın takipçisi olan ve Mütekellim olarak adlandıran Arap ilahiyatçılara göre, gövdelerin katı maddeler olarak düşünülmemesi gerektiğini hatırlattı."
Bu sempozyumda yer alan konuşmalar, Anadolu ve Mezopotamya'nın uygarlığa yaptığı katkıların boyutunu yeniden görmemi sağladı. Daha da ilginç olanı, ilahiyatçı akademisyenlerin çalışmalarının, ne denli bilimsel temellere oturduğunu görmek. (VÇ/EÖ)