"Yeni kitaplar" diyoruz, 2006 başında yine Kanat Kitap'tan "Hapishaneden Yazmak" başlığıyla denemeler okumuştuk, geçen yıl Metis Yayınlarından çıkan Hapishaneden Şiirler ve Hapishaneden Öyküler bize işte o ilk sesleri ulaştırmıştı.
Yeni seçkilerde yazar ve şairlerin arasına politik tutuklu ve hükümlülerin yanı sıra adlilerin de katıldığı görülüyor. Yaklaşık 100 hapishaneden 400 şiir, hikaye ve mektup gelmiş.
Geçen yılkı iki seçkinin 20 hapishaneden gelen 250 civarındaki üründen seçilen 63 şiir ve hikayeden oluştuğunu hatırlayınca artışa heyecanlanmamak elde değil.
Hapiste yazanların ürünlerini yayınlamak Anadolu Kültür' ün yürütmekte olduğu "Hapishane duvarını aşma" projesinin bir parçası. Sanat atölyesi, söyleşi ve film gösterimi gibi etkinlikler Kars ve Bandırma cezaevlerinde bir yıldır sürüyor.
Yedi mavi renk
Ben de renklerden maviyi seçtim ve önce elime şiirleri aldım. Aytekin Yılmaz ve Sezai Sarıoğlu'nun derlediği şiir seçkisi 66 mahpus şairin ürünlerinden oluşuyor.
Bu arada, mavinin sıraya girmesi gibi harflerin de cezaevlerini anlatmada sıraya girdiğini gördüm. M, E, D, H de cezaevlerine ad olmuş diğer harfler arasında yer alıyor, tabii ki Açık İnfaz Kurumu, kapalı, özel gibi adlar alıp kendine harf bulamamış cezaevleri de var.
Galiba, harflerin birincisi de "F". 16 "F tipi Şair" çıktı karşıma seçkide.
Hapishane şiirlerinde ağırlık aşktan yana, hasretten yana. Yağmurlar, sokaklar, mevsimler de şiirlerde kendine yer açmış, siyaset ise neredeyse yaya kalmış gibi.
201 sayfalık kitabın şairlerinden 15 kadarı da kadınlardan oluşuyor.
Sevgili kardeşim
Yine Sezai Sarıoğlu'yla Aytekin Yılmaz'ın derlediği mektuplar 1980 sonrası dönemi kapsıyor. "Görülmüştür" damgalı mektuplar insanı 12 Eylül günlerine götürüyor.
1992'de Diyarbakır'da öldürülen, dönemin faili meçhulleri arasında yer alan gazeteci Hafız Akdemir' Selahattin ve Celal'e Diyarbakır ve Uşak cezaevlerinden yazıyor.
Akdemir, arkadaşlarıyla "yazma" üzerine tartışıyor, yeni sevklerle dağılan arkadaşlarını soruyor, selamlar yolluyor ve bir de spor yapamamaktan yakınıyor: "Biraz kilo aldım. Bayramdan sonra perhiz kürü uygulayacağım. Fazla yağları atmalıyım."
İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Gencay Gürsoy'un o sıra Metris cezaevinde yatan, tanışmadığı Nevzat Çelik'e yazdığı mektup da çok dokunaklı.
"Ozan Nevzat Çelik'e" diye başlayan mektupta Gürsoy, "İşte orada, o parkta seni gördüm, " diyor. O park dediği İnsan Hakları Derneği'nin uçurtma şenliği yaptığı Eyüp parkı.
"Unutma ki, yaşı elliye yaklaşmış bir akıl doktoru 'bütün bunları aynen gördüm' diliyorsa, mutlaka görmüştür. Ya da bir bildiği vardır. Baharın duvar gözeneklerinden, kapı aralıklarından, anahtar deliklerinden sızıp hücreni toprak, çiçek, taze ot ve deniz kokularıyla doldurmasını dilerim."
43 mektuptan 10 kadarı kadınlardan ama mektuplar genellikle kadınlara, sevgililere yazılmış bir iki istisnayla. Mesela Uğur Kökden'in 13 Eylül 1982 tarihli, Maltepe cezaevinden yazılmış mektubu "sevgili oğlum Umut" diye başlıyor.
Bakırköy Kadın Tutukevi'nden Eylem Çevik, "Sevgili hevalim" diye başladığı mektupta arkadaşı Ali'nin yaşayıp yaşamadığını merak ediyor.
Yine Bakırköy'den Melahat Akay, arkadaşı Tahsin'e çiçek için teşekkür ediyor, mektubunu tekrar tekrar okuduğunu söylüyor.
"... Ben ise üzerine çok laf edilen şu 90'ların nesliyim. Daha öncesinde - çocuk olduğum için- pasif bir gözlemciydim. Ciddi olarak merhaba dediğimde on altıma yeni girmiştim."
Yeniden Başlayabilirdim
26 hikaye... Aynen şiirlerdeki gibi hikayelerde de yağmur, yol, bahar, aşk ve hasret var.
Seçkinin ilk hikayesi Kocaeli F tipi cezaevinden Mehmet Taşdemir'in. İşte ilk cümlesi: "Yağmurdan sırılsıklam olmuş hald eve döndüm şu saatte, çok karışık duygular içindeyim Nora teyze."
"Tam şu anda her şeyi ve herkesi böylece bırakıp gidelim buradan." Burası neresi? Gebze Cezaevinden Nergiz Gün Uzun'un "Terlik" öyküsü kısa ama insanı nasıl da yakalıyor.
"Yerimden hiç kalkmadım. Sonra hep terliklerime baktım. Yaz boyu uymadığım bu çağrıyla uğraştım. Terliklerimde biraz cesaret olsaydı, kim bilir nerelerde olabileceğimi düşleyip üzüldüm. Gitmeyi bilmediğim için eksik büyüdüm 18 yaşıma."
Midyat cezaevinden Rojbin Perişan, "Sıfıra varan yol"da "kan"ı, geçmeyen "kan"ı anlatıyor.
"'Ellerini yıkamaya koyuldu ya, geçmek bilmedi kan. Ya da ona öyle geldi. Yıkadıkça geçmedi kan, temizlenmedi elleri. 'Anne' dedi ağlamaklı bir sesle. 'Anne temizlenmiyor bu kan, geçmiyor ne yapayım anne?'. Gösterdiği çabadan yorulmuş, düştü düşecekti. Çeşmeye tutundu."
Başka? Devamı üç kitapta! (BA)