Bunun somut kanıtı sağlık hizmetlerine para ayırdığı payın giderek azalması, sağlık hizmetinin her biçiminin hizmet alındığı zaman bir bedel ödetilerek verilmesi.
Kamuya ait sağlık kurumlarında bunlar çok kesin emirlerle yaşama geçiriliyor. Bugün devlet kendi sağlık kurumlarında çalışanların maaşları dışında hemen hiçbir katkı ve destekte bulunmuyor. Tüm kurumlar kendilerinin "kazandıkları" paralarla hizmetlerini sürdürmek zorundalar.
Sanki borsa salonu
Sağlık hizmeti ne kadar pahalı verilirse verilsin, bu hizmetin karşılığı alınan para kurumların gereksinimlerini karşılamıyor. Bu da doğal. Sağlık hizmetinin eğer "şarlatanlık" ya da "dolandırıcılık" yapılmazsa yeterince kârlı bir ticari alan olmadığı bilimsel olarak ortaya konulmuş. Kâr edilen tek yan otelcilik hizmetleri.
Diğer yandan bu kurumların yöneticilerinin yaklaşımları da artık değişmiş durumda. Eskinin "babacan" başhekim tipi artık yok denecek kadar az. Şimdikiler 40'lı yaşlarda "iş bitirici" hekimler, çoğu da bu özelliklerini cerrahlıklarına borçlu. Bazen bir araya geliyorlar. Bu toplantılara dışarıdan bakıldığında insan kendisini sanki bir borsa salonundaymış sanıyor.
Hemen hepsinin hekim olmaktan çok birer "para kazanmayı iyi bilen yuppies" görüntüsüne sahip. Biraz da aldıkları tıp dışı eğitimden olmalı; doğrusu özellikle para kazanma işini oldukça iyi de başarıyorlar. Sanırım para kazanmak ve paraya hükmedebilmek duygusu bu kurumların yöneticilerini ticaretin her türünü uygulamaya yönlendiriyor.
Araç-gereç yerine Hizmet alımı
Örneğin bir üniversite rektörünün eskiden üyesi olduğu kendi meslek örgütünün dergisinde yer alan röportajında hekimlikten, öğretici ya da araştırmacılıktan daha çok paradan, finanstan, döner sermayeden konuştuğunu görüyoruz. Kimse bunu yadırgamıyor.
Hastanelerin gündemindeki ana konu kazanılan paralar ve gereksinimlerin karşılanması. Kazanılan paraların sarfının da para kazandırmasına dikkat ediliyor.
Örneğin demirbaş ve hastanenin kendi hizmetini kendisini vermesini sağlayacak diğer araç gerecin alımı yerine hizmet alımı bir politika olarak benimseniyor. Çünkü oradan başkaları da kazanabiliyor. Önemli olan sağlık hizmeti değil, ekonominin sürekli olarak dönebilmesi. Sağlığa ayrılan paranın azlığı, paranın dönüş hızının artmasıyla büyüyor.
Hastane bahçelerinden gelen
Bu arada yöneticiler ek kaynaklar bulma konusunda da çok becerikliler. Kaynak bulabilmek için çeşitli yol ve yöntemlere başvuruyorlar. Bir anlamda hastaneler giderek "ticari" kuruluşlara dönüşüyor.
Hastane kantinleri açanlar, hastane içinde çeşitli tıbbi olan ve olmayan maddelerin satıldığı satış birimleri kuranlar ya da kendi binalarını ve bölümlerini bu amaçla kiraya verenler, personelin maaşlarının yattığı bankalara şube açmaları için yer kiralayanlar var.
"Tak-kullan-at " (dispossible) nitelikte naylon "galoş" satanlar var.
Çok önemli bir ekonomik faaliyet alanı da hastane bahçelerinin otopark olarak işletilmesi. Çünkü hastaneler kentin gündüz saatlerinde nüfus yoğunluğunun olduğu alanlar.
Sağlık Bakanlığı, SSK ve Üniversite hastanelerinin tümünün bahçeleri artık resmen otopark olmuş durumda.
Otopark riskleri
Otoparkların öncelikle sağlık hizmeti ve hasta hakları bağlamında yarattığı, kimsenin önemsemediği sorunlar var: Bu otoparklar ve araçlar ayrıca hasta ve yakınları için de haklarını ihlâl eden bir unsur. Öncelikle hastane içindeki trafiği engelliyorlar. Böylelikle sağlık hizmetine ulaşma hakkını ihlâl ediyorlar.
Diğer yandan bu araçların giriş çıkışı sırasında ortaya çıkan ses ve çevre kirliliği de hastalar için ciddi riskler yaratıyor. Böylelikle ortaya çıkan hastalıklar da tıpkı hastane enfeksiyonları gibi hastanenin yol açtığı hastalıklar.
Dolayısıyla hastanın güvenlik hakkını, hastaneden kaynaklanan olumsuzluklara maruz kalmama hakkını yok eden birer hak ihlâli. Bundan kaynaklanan hastalıkların da bedelini hastalar ya da diğer sosyal güvenlik kurumları ödüyor. Önlenebilecek hastalıklar için çok para harcayarak bir kez daha sömürülüyoruz.
Otoparka ödenen
İstanbul (Çapa) Tıp Fakültesi'nin bahçesi de böyle otoparklardan biri. Üstelik son dönemde yer yetersizliği nedeniyle, bahçedeki koruyucu hekimlik hizmeti veren ana çocuk sağlığı merkezi binası da yıkılarak park alanı büyütüldü.
Otoparkın çıkış noktasında yer alan kasa kabinini önüne kocaman bir fiyat tarifesi koymuşlar. Yarım saate kadar parktan herhangi bir ücret talep edilmiyor. Ticari taksiler de para ödemiyorlar. Ama daha uzun sürelerle park söz konusu olunca tıpkı özel otoparklardaki gibi yüksek bedeller ödenmek zorunda.
Bir hastanede herhangi bir tıbbi hizmetin yarım saatte sonlanması olanaklı değil. Taksi ücretleri fahiş ve genellikle hastanelere gelenler de hasta olunca, ayaktan gelip gidemiyorlar ve özel araçlarıyla geliyorlar doğal olarak. Alın size muayene ücretine ek, sosyal güvenlik kuruluşlarının karşılamadığı bir bedelli hizmet örneği.
Bir de "ayakbastı" alınsa
Bu uygulamalar üzerine iyi düşünmek gerekli.
Devleti yönetenler bir gün "Aynı şeyi verilen tüm kamu kuruluşlarında yapsak, hatta hastaların yanındaki yakınlarına ve refakatçilerine bir de 'duhuliye' ücreti koysak, dahası bunu yaygınlaştırsak, vergi dairesine, adliyeye, okullara, kamuya ait tüm alanlara giriş ve ayak bastı parası alsak, üstelik de bunları genel bütçeye değil de cari harcamalara dönük olarak bütçe ve resmi vergi dışında figüre etsek" diyebilirler.
Bir çok kurumun finansman sıkıntısı epey çözümlenebilir ve rahatlar.
Kentli olma halinin ihlali
Eğri oturup doğru konuşalım:
Hiç bir kamu kurumuna girmek için bir vatandaşın bedel ödemek zorunda olamaz.
Bu her şeyden önce yurttaş ve kentli olma hakkının ihlâli anlamına gelir.
Bir hastaneye ya da bir kamu kurumuna başvurmak, vatandaşın devletiyle en doğal ve zorunlu ilişkisidir.
Buralar kamunun yani hepimizin yararlanacağı alanlardır. Kamunun alanından yararlanabilmek için bu devletin nüfus kağıdını taşımak, yasalarına uygun davranacağını taahhüt etmek ve uymak, vergisini ödemek, erkekse askere gitmek, seçimde oy kullanmak yeterlidir.
Bunun dışında herhangi bir koşul getirilmesi, vatandaşa bir bedel ödeme dayatmasında bulunulması çağdaş, modern, insan haklarına duyarlı ve demokratik bir devlette olanaksızdır.
Devleti şirket yapmak
Sağlık hizmetine başvurmak yerine getirilmesi zorunlu bir hizmeti almak anlamına gelir. Devlet yasalarında acil durumlarda vatandaştan hizmet karşılığı para bile alınmayacağını öngörmüşken, bu kurumlara girişin para ile olması nasıl mümkün olabilir.
Bu kurumların yöneticilerinin böyle hukuka uygun olmayan biçimlerde davranma ve devletin bir görevlisi oldukları halde kuralsız iş yapma ve bu tür kararları alma gücünü nerden buluyorlar acaba?
Yoksa gerçekten amaç devleti devlet olmaktan çıkarıp, bir şirkete dönüştürmek mi istiyor bazıları. Emirler oralardan mı geliyor?
Bağırtılmadan yolunan kaz
Bir de kendimize yani insan, yurttaş, haklara sahip birey ve bir aydın olanlara dönüp bir kaç soru sormak gerekiyor: Neden bu uygulamalara itiraz etmiyoruz?
Neden "Hayır, hakkın yok" demiyoruz? Neden birlik olup karşı durmuyoruz?
Yeryüzündeki en ilkel canlıların, tek hücreli terliksi hayvanın bile durumunu bozan etkenlere reaksiyon verdikleri bilinirken, en gelişmiş tür olarak, bizi rahatsız eden bu uygulamalara neden tepki göstermiyoruz?
Çok mu önemsiz? Üzerinde durmaya değmez mi?
Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) Irak'a saldırmasının, hükümetin Irak'a asker göndermesinin arkasında bu tür tepkisizlikler yok mu aslında?
Bağırtılmadan yolunan kaz mıyız, ya da yavaş yavaş ısıtılan ıstakoz muyuz yoksa?
Nazım'ın bundan 50 yıl önce neden "akrep gibisin kardeşim" dediğini daha iyi anlıyorum. Üzerimize serpilmeye başlanan ölü toprağını ilk o fark etmiş de onun için bu şiiri yazmış olmalı.
Soruyorum, soruyorum
Soruyorum: "hiçbir insan hakkı kuruluşu ya da savunucusu kalmadı mı bu kentte, bu ülkede?"
Soruyorum: "Bir hastanede herhangi bir kişinin işinin yarım saatte bitmesi olası mı?"
Soruyorum: "Bu kurumlar parklarından yeterince para kazanırlarsa, yine Çapa'da yapıldığı gibi Ana Çocuk Sağlığı Merkezi gibi hizmet veren diğer birimleri yıkacaklar mı?"
Soruyorum: "Hastane hizmetini para kazanma amacına yönelik kullananlar, bu merkezi yerlerde yarın kira getirisi daha fazla olacağı için kat otoparkları, gökdelenler, iş merkezleri de kuracaklar mı? Ya da hasta yataklarını lüks otel fiyatından otel olarak hizmet verecek şekilde düzenleyecekler mi?"
Soruyorum: "Tüm bunların bir hesabını soran ve ona yanıt veren birileri veren olacak mı?" Soruyorum: "Tüm ilgili ve yetkili kurumları görevlerinin gereklerini yerine getirecekler mi?"
Soruyorum: "Ne zaman birer kul olmak yerine birey olmayı ve sürü ya da cemaat olmayı ne zaman başarabileceğiz?"
Belki de...
Bunların yanıtlarını bilen varsa bana da anlatsın. Kim bilir belki de benim göremediğim bir şeyler vardır!. (MS/NM)