"Kasım": Bu yılın Eylül ayında AİHM'de bir dava daha Türkiye aleyhine sonuçlandı. Bu sefer davacı Alman bir aileydi, sabit görülen suç ise kızlarının yaşam hakkının ihlaliydi.
Kürt gazeteleri dışında anaakım medyanın görmediği bir haberdi bu. Eski RAF üyesi Andrea Wolf, 90'ların sonunda PKK'nın kadın kollarına katılmış, Van kırsalında bir operasyonda yakalanmış ve görgü tanıklarına göre işkence edilerek öldürülmüştü. Hito Steyerl 2004 tarihli belgeselinde, bunları anlatmıyor ama, gençlik arkadaşı Adrea'yı ve temsil ettiği devrimci idealleri anlamaya çalışıyor. Daha önce birlikte çektikleri (ve ölümünden sonra birer 'belge'ye dönüşen) amatör film görüntüleri ve Wolf'un boğazımızı düğümleyen hikayesi eşliğinde, eski dostunun ardından görsel bir şiir diziyor, bir yandan da sinema-görüntü-kurgu-gerçek-kadın-erkek gibi meselelere kafa yoruyor; Godard, Eisenstein, Gavras gibi ustalardan destek alarak...
"Aung San Suu Kyi: Burma'nın Korkusuz Leydisi": Uzun yıllardır ev hapsinde tutulduktan sonra 13 Kasım 2010'da serbest bırakılan Aung San Suu Kyi ("avn sahn su çii" diye okunuyor) hakkında bir filmin seyirciyle buluşması için bundan daha iyi bir zamanlama olamazdı. İlk gösterimi bir ay kadar önce Kopenhag'da düzenlenen CPH:DOX festivalinde yapılan, hemen arkasından yönetmeniyle birlikte İstanbul'a uğrayan belgesel, Aung San'in siyasi mücadelesinin dökümü olmaktan ziyade, bu uzun soluklu mücadelenin kişisel hayatında yarattığı etkilere odaklanıyor. Tankları, uçakları, silahlarıyla koca bir askeri juntaya kafa tutan bu yürekli kadını çevresindeki insanların gözünden tanıyoruz.
"Çocuk Gelin": Polonya yapımı Almanya'da geçen Türkçe bir film... Almanya'da ailesinden saklanarak hayatını sürdüren genç bir kızın zorlu hikayesini, kendi ağzından dinliyoruz. 13 yaşında evlendirilmiş, koca şiddetine maruz kalmış, sonra canına tak edip kendi kaderini eline almaya karar vermiş. Bir yerde şöyle diyor, haklı olarak: "Erkek gördüm mü gülmem geliyor; saçma sapan insanlar!" Son derece yaratıcı bir sinema dili, seyircinin yüreğine dokunan bir hikaye; sonuç, belgesel sinema adına küçük bir cevher.
"Rachel": Filistinli bir ailenin evinin yıkımına karşı kendini siper edip İsrail buldozeri altında ezilmeden iki hafta önce, 28 Şubat 2003 tarihinde annesine uzun bir e-mail yazmıştı Rachel Corrie, sonuna şunları ekleyerek: "Ne denli büyük kötülüklere muktedir olduğumuzu, -bir anlamda ilk elden- keşfetmenin hayal kırıklığı üzerine yazdım uzun uzun. Halbuki, en zor şartlarda bile insan kalma gücü ve kabiliyetini de keşfettiğime en azından değinmem gerekirdi, ki bu da yeni öğrendiğim bir şey. Galiba asıl mesele, onur. Bu insanlarla tanışmanızı isterdim. Belki, umarım, bir gün tanışırsınız." Ne acı ki, Rachel'in ölümüyle birlikte öngörüsü gerçekleşecek, ailesi o insanlarla tanışmakla kalmayıp kızları gibi onların davasına sahip çıkacaktı. Simone Bitton'un filmi, günlükleri ve arkadaşlarının tanıklıkları ile çağımızın bir kahramanını anlatıyor; bize de gözyaşları eşliğinde izlemek düşüyor.
"Geçmiş Seni Çağırıyor": İsveçli yönetmen Linda Thorgren, kamerayı kendi yaşadıklarına çeviriyor. Kübada tanışıp evlendiği, dahası ondan çocuk yaptığı erkek, bir süre sonra hayatının kâbusu haline geliyor. Kendi yaşadıklarının, büyükannesinin hikayesiyle ne kadar benzeştiğini görmek onu bu filmi yapmaya itiyor; ailede neredeyse kadından kadına devredilen bir miras olarak erkek şiddetiyle hesaplaşmak üzere.
"Yafa, Portakalın Otomatiği": Meşhur Yafa portakalının son 50-60 yıllık tarihi, aynı zamanda Yafa kentinin ve sistemli bir etnik temizlik harekatıyla bu kentten sürülüp atılan Filistinlilerin de tarihi. Documentarist'in konuğu olarak Haziran ayında İstanbul'da bir sinema dersi veren ve onu dinleyen herkesin yüreğini kazanan Eyal Sivan, İsrail devletinin sıkı bir reklam bombardımanı ile Yafa portakalını nasıl bir İsrail markasına dönüştürdüğünü gözler önüne seriyor. Arşivler içinde müthiş bir kazı çalışmasıyla, filmde Yafa portakalının görsel temsilinin ayrıntılı bir okumasını yaparken, Batılı oryantalizmin 'kutsal topraklar' ve 'İsrail Devleti' etrafında gelişen fantezilerinin bir çözümlemesini sunuyor.
"Savaşın Kızları": 2. Dünya Savaşı'nda bütün dünya Müttefikler'in zaferini kutlarken, Berlin'deki kadınların hiçbir şeyi kutlayacak halleri yoktu; çünkü o sırada savaş ganimeti olarak Rus askerlerinin cinsel ihtiyaçlarına yem olmaktaydı. Kimisi yüzüne kömür karası sürüp dişiliğini gizlemeye çalışıyor, tecavüzden kaçınmanın yollarını arıyordu. Üç kadının günlüğünden alıntılar ve başka kadınların anıları eşliğinde, savaşın kadın bedeni üzerinde nasıl devam ettiğini gözler önüne seren sarsıcı bir film.
"Kabil'de Savaş ve Aşk": Kolera günlerinde aşktan daha kötüsü, savaş ve yıkım günlerinde talihsiz bir ülkede aşk olsa gerek; çocukluklarından beri birbirine tutkun olan Hüseyin ile Şeyma'nın hikayesinde olduğu gibi... Oğlan silah kuşanıp cepheye gider, vurulup sakatlanır; kız dedesi yaşında biriyle evlendirilir, dördüncü karısı olarak. Herşeeye rağmen, kadere direnip aşklarını diri tutmaya çalışırlar... Savaşın yakıp yıktığı bir ülkede yoksullukla beslenen destansı bir sevgi hikayesi.
"12 Eylül": 12 Eylül 1980'i nasıl hatırlıyorsunuz? Özlem Sulak, yaşı müsait olan 'sıradan' insanlara bu basit soruyu soruyor ve elbette, hiç de basit olmayan yanıtlar topluyor. Daha ilk cümlelerden anlıyoruz ki, o meşum gün hepsinin hayatından silindir gibi geçmiş. Onları tek planda, günlük olağan uğraşları içinde izlerken darbeyle imtihanlarını dinliyoruz. "12 Eylül", video enstelasyonu olarak tasarlanan çalışmanın belgesel versiyonu. Bu sene Locarno, Toronto gibi büyük festivallere seçilen film, İstanbul'da ilk kez seyirciyle buluşacak; Berlin'de yaşayan yönetmenin de katılımıyla.
"Adalet İçin Tarafım, Pınar Selek'in Yanındayım": Bu kısa belgesel, 10 yılı aşkın bir süredir yargılandığı davadan iki kez beraat etmesine rağmen, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 'yeniden yargılama' kararıyla sonu gelmez bir cenderenin içine itilen Pınar Selek'le dayanışma amacıyla kısa bir süre önce gerçekleştirildi. "Adalet için tarafız, Pınar Selek'in yanındayız" diye haykıran dostlarının Pınar için adalet talebi, hepimiz için adalet talebine dönüşüyor.
"Oğlunuz Erdal": 12 Eylül'ün hesabının hâlâ sorulamamış olmasının utancı, tek başına Erdal Eren vakası ele alındığında bile bu ülkeye yeter. En temel hukuk kuralları çiğnenerek, göz göre göre ipe gönderilen Erdal'ın hikayesi, Türkiye'nin yakın tarihinin de özeti gibi. Zaten öteden beri ortada olup da görmezden gelinen kanıtlar, tanıklıklar, bazen gülümseten anılar, zamanında yayımı engellenen TV programları ile ibret verici bir yargılamanın hikayesi.
"Çocuk Hakları" serisi: Hollandalı sivil toplum örgütü HUMAN'ın girişimi ve Af Örgütü'nün desteğiyle, Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin maddeleri üzerine çeşitli ülkelerde çekilmiş 3-4 dakikalık kısa filmlerden oluşan bir seri. Her madde, o haktan mahrum bırakılmış birer çocuğun hikayesiyle özdeşleştiriliyor. Bunlardan biri de, Tanzanyalı bir ailenin çocuğu olarak İstanbul'da doğan, kimlik kartı dahi yokken dünyayı gezme hayalleri kuran Mustafa'nın hikayesi... Bu filmleri izleyince, Bosna'da derdini hayvanlarla paylaşmayı tercih eden Alexandra'ya siz de hak vereceksiniz.
Hangi İnsan Hakları?'nda film gösterimleri Dutch Chapel, Cezayir ve Tütün Deposu'nda, Forum Tiyatro etkinliği ise Kumbaracı50'de gerçekleşecek. Tüm gösterimler ücretsiz olarak izlenebilir. (NS/EÜ)
___________________________________________________________________________
* Detaylı program için: www.documentarist.org/insan