Allah aşkına ne demeliyim? "Tuhaf" denmez de ne denir!
12 Eylül gençliği
Neredeyse 30 yıl olacak "dipten gelen darbe"nin sonradan da aşikâre dönüşen hali pür melali.
1978 Maraş olaylarından sonra gelmişti bölgesel sıkıyönetim. Kendi tabirleriyle epeyce önceden "dur" demeleri mümkünken, biraz daha kan dökülmesini bekleyip darbenin iyice "olgunlaşmasını" beklemişlerdi.
Sonrası bizim kuşağın malumu.
Ölümler, hapisler, zindanlar ve hala süregelen acılar. Ve tabii yaratılan 12 Eylül gençliği: Okumayan, tartışmayan, sorgulamayan bir gençlik.
Bunları elbette havadan, sırf "laf olsun torba dolsun" kabilinden söylemiyorum. Epeyce bir zamandır üniversitelerde yapılan kitap ve gazete okuma(ma) oranlarını veren araştırmalar ve öğrenci gençliğin ilgisi/ilgisizliği nedeniyle yazıyorum.
Öğrenci gençlik böyleyse...
Tabi gençlik deyince, hemen hepimizin aklına doğal olarak öğrenci gençlik geliyor. Onlar bu denli duyarsız olunca diğerlerini düşünmek, konuşmak bile bir ölçüde anlamsızlaşıyor.
En basitinden elimize aldığımız gazetelere bakalım. Bütün uğraşılara ve onca emeğe, çabalara rağmen fikir gazetelerinin satış rakamları on bin civarında. Bu sadece Birgün ya da Özgür Gündem Gazetesinin sorunu değil.
70'li yıllarda Mülkiye'de öğrenci olmak
Diğer fikir gazeteleri de aynı durumda.
Oysa şöyle bir bizlerin öğrenci oldukları 1970'li yıllara ait hafıza taraması yaptığımda, o yılların Ankara'sında Mülkiyede öğrenci olduğum yıllara baktığımda; sadece Devrimci Yol Dergisinin bir sayısının iki baskı yapıp 150 bin sattığını dün gibi hatırlıyorum.
Aynı siyasal gelenekten gelmemekle birlikte bu hakkı teslim etmek tarihe not düşmek açısından önemli.
Ama bugün gazeteler bile bu haldeyken en fazla bin basan ve çoğu kez basıldıkları gibi kalan sonra da depo kitapları olarak kelepire düşen kitapların halini artık varın siz düşünün.
Gençler okumuyor.
Okumayınca düşünmüyor.
Düşünmeyince tartışmıyor.
Okumayan, düşünmeyen, tartışmayan gençlik
Gençlik tartışmayınca da verilenleri "hap gibi" kabulleniyor.
Televizyonların sabun köpüğü dizilerinin, -birkaç dakika sonra belki de yaşamlarında hiçbir iz bırakmayacak- dedikodu programlarının müptelası haline dönüşmüş, bir "kaybedilmiş kuşak" oluyor.
Belki de yaratılmış bir kuşak mı demeliydim.
12 Eylül günlerinde, öncesinin politik gençleri toplanıp en ağır eziyetlere kurban edilirken, bir taraftan da alabildiğine yobazlık ve gerici düşünceler en tepedekiler tarafından şırınga ediliyordu.
Bugün 25 yaşında seçilme hakkı, hiçbir gençlik talebi olmadan verilen kesimin doğumu, 12 Eylül'dür. O 12 Eylül rejimi yaratmıştır bu kuşağı...
Doğrusu merak ediyorum. Merak etmekle kalmıyor sorguluyorum da...
Siz hangi gençliği meclise davet ediyorsunuz?
Siyaset yapmasını engelleyip meclise çağırmak
Bir tarafta birileri "dağdaki gençler silah bıraksın düze insin ve siyaset yapsın" diyor.
Birileri de; "Hayır olmaz, zinhar olmaz. Onlar vatan haini bölücülerdir. Önce cezalarını çeksinler" demeye getiriyor.
İnancı gereği gibi yaşamak isteyen gence de, siyaset yapmak isteyen gence de karşı çıkıyorsunuz, siyaset yapmasının önünü tıkıyorsunuz.
Sonra da hiçbir şey olmamış gibi "Üniversiteler politize olsun. Bundan korkmamak gerek" diyorsunuz.
Peki "hangi gençlik meclise gidecek", doğrusu merak konusudur.
Artistlerin, mankenlerin gündelik hayatlarının televizyon ve renkli basına yansıyan yüzlerini mecliste de gündeme getirecek bir gençlik ise derdiniz, vallahi ona hiç gerek yok.
Zaten o, kurumsal manada ziyadesiyle bu ülkede her gün yapılıyor.
Ve tekrar soruyorum: Hangi gençlik meclise? (ŞD/EZÖ)