Daha önce de belirtmiştim: Böyle bir protokolün imzalanması kimileri tarafından Papadopulos yönetiminin Türkiye tarafından de-fakto olarak tanınması şeklinde yorumlanacak ama olsun; bunun Türkiye'nin Kıbrıs sorununu, Papadopulos'un istediği şekilde çözümlemeye hazır olduğu anlamına gelmeyeceği açıktır. Böyle bir protokolün, Türkiye ile Güney Kıbrıs arasında şimdiye kadar var olan ilişkilerin siyasi anlamını değiştirmeyeceği ortadadır.
Türkiye, uluslararası ilişkilerini bloke etmeyecek oranda Güney Kıbrıs'la ilişki içindedir, ama Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin tutumu bundan etkilenecek gibi değildir.
Sorun olduğu yerde duruyor
Gerçekten de, Türkiye Papadopulos yönetimi ile ilişkilerini zorunlu olduğu oranda geliştirse bile, Kıbrıs sorununun bu yöntemle çözümlenmesi mümkün olmayacaktır. Zaman zaman dile getirildiği gibi, asıl olan Papadopulos yönetiminin Türkiye tarafından değil, Kıbrıslıtürkler tarafından "Kıbrıs Cumhuriyeti'nin yasal temsilcisi" olarak tanınmasıdır ki bu, sorun çözümlenmeden mümkün olmayacaktır.
24 Nisan referandumu, sorununun çözümlenmesinin önündeki engelin Türk tarafı, Türkiye veya Kıbrıslıtürkler olmadığını göstermiştir. Ne var ki, bütün dünyanın kabul ettiği yöntemlerle referanduma gitmek, sorunun çözümlenmesi için Kıbrıslıtürklerin onayının gerektiğinin tescil edilmesi anlamını da taşımaktadır. Bu nedenle Bay Papadopulos ve destekçilerinin, Kıbrıslıtürkleri dışlayarak, Türkiye Hükümetini muhatap kabul etme; daha sonra ise AB üyeliği sürecini kullanarak Kıbrıs'taki şimdiki durumu çözüm olarak kabul ettirme gayretleri tam anlamı ile boşunadır.
Nasıl bir mücadele?
Bu noktada, Kuzey Kıbrıs'tan yükselen "hiçbir şey çözümün yerini tutamaz" serzenişlerine de dikkat çekmek gerekiyor.
Doğrudur; Kıbrıslıtürkleri rahatlatmak için alınacak önlemlerin hiçbiri köklü bir çözümün yerini tutamayacaktır. Ne var ki, Kıbrıs sorununun içinde bulunduğu aşamada, köklü bir çözümü ancak zorlayarak elde edebileceğimiz de unutulmamalıdır.
Çözüme giden yol, zorlu bir mücadele ile inşa edilecektir. Bu mücadelenin çeşitli biçimleri ve aşamaları olacaktır. "Hiçbir şey çözümün yerini tutamaz" söylemini ısrarla gündemde tutanların, dillerinin altında yatan şey, bugün için temel mücadele hedefleri olarak gözetilen izolasyonların kaldırılması gibi önlemlerin "yetersizliği" ise; onlara hatırlatmak gerekir ki, Kıbrıslıtürkleri ekonomik ve siyasal anlamda rahatlatacak önlemler, çözüm mücadelesinin çok önemli kazanımları olacak ve kalıcı bir çözüme giden yolu açacaktır.
Ne var ki, Papadopulos yönetiminin tavrı, izolasyonların kaldırılması gibi hedeflerin, onları geriletmek ve kalıcı çözüme zorlamak için yeterli olmayacağını da gösteriyor.
Papadopulos yönetimini kalıcı bir çözüme zorlayabilmek için, onun uluslararası kabullenilişini de geriletmek gerekiyor. Papadopulos yönetimi, AB veya Birleşmiş Milletler gibi uluslararası platformlarda giderek daha yoğun bir şekilde Kıbrıslı Türkler ile karşı karşıya gelmelidir.
Bu anlamda, "hiçbir şey kalıcı çözümün yerini tutamaz" söylemiyle gündemde kalmaya çalışanlar; Papadopulos yönetiminin karşısına dikilerek, Kıbrıslıtürkleri veya Kıbrıs Cumhuriyeti'ni temsil etmediğini dünyanın duyacağı şekilde dile getirmekten ve kalıcı bir çözüm için Annan Planı'nı kabul etmesi gerektiğini belirtmekten de geri durmamalıdırlar.
Çözümün şekli bellidir
Papadopulos kendi çözümünü dayatmaya çalışıyor.
Bazı siyasi çevreler, "çözüm" derken nasıl bir çözüm düşündüklerini ve buna giden yolda neler yapılması gerektiğini açıklamaktan ısrarla kaçınıyorlar.
Oysa "çözüm isteriz" demek yetmiyor. Artık herkes, nasıl bir çözüm istediğini, Annan Planı'nı kabul edip etmediğini ve Annan Planı'nı kabul ettirmenin yolunun ne olduğuna dair düşüncelerini de ortaya koymalıdır. (BB)