Bu araştırma konusunda ve cinsellik hakkında pek çoğumuzun takıntı haline getirdiği daha genel ve ısrarlı sorular üzerine yorum yapabilecek birini ararken, evet... biz de bir hekime başvurduk; ama biraz farklı bir hekime. New York'taki Albert Einstein Tıp Fakültesi'nde psikolog olarak ve kişisel pratiğinde seks terapisi olarak yaptığı uzun kariyere rağmen, Leonore Tiefer insan cinselliğiyle ilgili hiçbir şeyi sorgulamadan kabul etmeyen put kırıcı bir feminist düşünür.
Onun konuya yaklaşımı her şeyi sorgulamak ve süreç içinde mümkün olduğu kadar kışkırtıcı, teşvik edici ve cesur olmak. Son kitabı Sex Is Not A Natural Act'a (Cinsellik Doğal Bir Edim Değildir), sanayileşmiş Batı toplumunun cinsel hayatlarımızın yıkımı pahasına bilimsel yönteme aşık olduğunu gösteriyor.
Bu perspektif kültürün arzularımız üzerindeki müthiş etkisini gözardı etmemize neden olarak, bizi cinselliği çözümlenebilir parçalara ayırmaya ve onu biyolojik bir içgüdüden ibaret olarak görmeye götürüyor.
Tiefer, işi, belki de hiçbir biyolojik cinsel içgüdünün varolmadığını iddia etmeye kadar götürüyor. İnsanların arzularını en çok etkileyen şey çevrelerini kuşatan kültürdür diyor.
Tiefer'e göre, cinsellik coşkulu ya da sıkıcı olabilir ama bu ikisinin ortasında bir şey de olabilir: başkalarını avutmanın, yaşamlarımızın sıkıcı yüklerinden sıyrılıp bir nefes almanın bir yolu, bir başkasını memnun etme yeteneğimizin ya da kendi arzulanabilirliğimizin onayı. Tiefer'in amacı insanların cinsellik konusundaki endişelerini azaltmak ve cinselliğin önemini makul bir perspektife yerleştirmek.
Bu yaklaşım tarzı, konuyu tıbbileştirmenin ve Viagra gibi "hızlı çözüm"ler çılgınlığının tehlikelerini aydınlatıyor.
Kuşkusuz, feminist hareketler, lezbiyen ve gaylerin hareketleri cinselliğin erkek yanlısı birleşme (koitus) merkezli tanımına yıllardır ve genellikle de başarıyla meydan okuyor.
Ama Tiefer bize daha kazanılacak pek çok mücadele olduğunu ve tanımlama iktidarının hala beyaz, heteroseksüel erkeklerin elinde olduğu bir dünyada tetikte durmaya ihtiyacımız olduğunu hatırlatıyor.
Kitabınızda cinsellik anlayışımız örneğin cinselliğin "doğal" olduğu düşüncesi konusunda çok kışkırtıcı bazı sorular soruyorsunuz. Bu sorular feministler için neden önemli?
İnsanlar cinselliğe çeşitli amaçlar için yöneliyorlar ve cinsellik pek çok farklı ihtiyacı karşılamak için çok kullanışlı olabilir. Ama bu toplumda cinselliği çok dar bir odaktan görme eğilimi var; yalnızca biyolojik bir edim olarak, güzel olanın ya da ayıp olanın alanı olarak. Ben cinselliğin temelde kültürel bir olgu olduğuna inanıyorum.
Sabit bir biçimde var olmuyor, verili bir anda kültür içinde olup bitenle ilişki içinde yaratılıyor. Bu feministler için değerli bir yaklaşım çünkü üremeden şiddete, nesneleştirmeye, mahrem durumlarda güçsüzleştirmeye dek birçok toplumsal sorun cinsellik etrafında yoğunlaşıyor. Sorun herhangi birinin orgazma ulaşıp ulaşmadığıyla, ereksiyon olup olmadığıyla ilgili değil, hangi ekonomik ve toplumsal güçlerin etkin olduğuyla ilgili. Doğru soruları sorduğumuz sürece bu, toplumsal eleştiri için zengin bir zemin sunuyor.
Sormamız gereken "doğru" sorular sizce hangileri?
Ele almamız gereken sorunlardan biri cinselliğin ne olduğu. İnsanlar "cinselliğim" sözcüğünü sanki yalnızca bir yönleriyle cinsel bir varlıkmışlar gibi kullanıyorlar. Bunu gerçekten iç rahatlığıyla söylüyorlar ama ben bu konuda pek rahat değilim çünkü bir insanla yaşadığım cinsellik bir başkasıyla yaşadığımdan çok farklı.
Benim deneyimim (bence yaş aldıkça herkesin deneyimi) cinsel yaşamımda müthiş bir dalgalanma biçiminde. Cinsellik de arkadaşlık gibi daha çok duruma bağlı bir olgu. Bir arakadaşlık potansiyeliniz vardır ama ortalıkta, "Hey, bugün arkadaşlığım gerçekten güçlü" diye dolanmazsınız.
Bir şeyi nasıl kategorileştirdiğiniz onu nasıl yaşadığınızın önemli bir bölümüdür. Gittiğiniz jinekolog genital organlarınızı kurcaladığında, buna cinsellik demiyoruz. Bunda tahrik yoktur, orgazm yoktur. Öyleyse bir şeyi "cinsel" yapan ne? Benim düşüncem her zaman "bu nedir?" sorusunu sormak. Hayatımda nasıl bir işlev görüyor? Bunu kim söylüyor? Ona bakış biçimim beni mutlu ediyor mu?
İnsanların cinsellik anlayışlarını geliştirmenin bir yolu var mı?
Her şeyde olduğu gibi bunun yolu da gerçek deneyimin tartışılmasından geçiyor. Kişisel olan politiktir. Ve çok daha fazla kapsayıcı bir cinsellik eğitimiyle insanların bilgisini artırmaktan geçiyor. Örneğin, reklamların etkisi. Bunu cinsel eğitim kapsamında öğretmiyoruz, oysa cinsel deneyim üzerinde derin bir etkisi var.
Ve haz için haz. Bazı ticari çıkarlar, hazzı, sattıkları malla bağlantılıysa öne çıkarıyorlar ama çok az insan üründen bağımsız bir haz anlayışı oluşturmayı gerçekten deniyor. Bu çağ, Viagra'nın yaratıcısı Pfizer'in yeryüzündeki herkesi cebindeki son meteliğe kadar dolandırmaya çalıştığı bir çağ. İnsanların bununla baş etmeye hazırlıklı olmalarını istiyorum.
Öte yandan, haberlerdeki ya da filmlerdeki cinsellikle ilgili konuşmalarla tıka basa dolduruluyoruz. Bu da bir baskı hissettirebiliyor.
Eski bastırma ve sindirme dönemleriyle kıyaslandığında, cinselleştirilmiş bir kültürde yaşıyoruz. Medyanın cinsellik üzerinde aşırı vurgusu bir aşama. İnsanların davranışları ve duyguları, toplumun patlama halinde ticarileşmesine yetişecek kadar çok değişmedi.
Medyada cinselliğin görünür hale gelmesi ve cinsellik anlayışımız üzerindeki etkisi yalnızca 30 ya da 40 yıl öncesine gidiyor. Doğum kontrolünün cinselliğin rolünü nasıl değiştirdiği, boşanmanın aynı şeyi nasıl yaptığı, iyi bir cinsel yaşamın "başarı"yla nasıl eşanlamlı hale geldiği gibi değişen her şey konusunda daha iyi eğitilmiş olsaydık belki kendimizi bu kadar baskı altında hissetmezdik.
Bir de cinselliğin sadece biyoloji olduğu ve ilaçla "yoluna koyulabileceği" fikriyle dolduruluyoruz. Bu insanların düşüncesinde bir çeşit parçalanma yaratıyor. Eğer sorunun kaynağı olarak vücudunuzun herhangi bir bölümüne odaklanırsanız, bu, cinselliğin tüm duygusal, duyumsal, zihinsel yapınızı, yani bir bütün olarak kendinizi kapsayan bir edim olduğunu görmenizi engeller.
Sevişme edimini daha büyük bir resim içine yerleştirmenin yararı, bunun, sevişenin bedeninizin tıbbi bir norma göre yaşayan ya da yaşamayan bir parçası değil, kendiniz olduğunu size hatırlatmasıdır. Bu, cinselliğe katabileceğimiz önemli şeylerden biri olan biricikliği onurlandıran bir perspektiftir.
Bu değerleri cinselliğe uygulamak insanlar için zor mu?
Cinsel ilişkide biricikliğe değer vermememiz kısmen cinselliğe ilişkin çoğu şeyin sır olmasından kaynaklanıyor. Annenizi ve babanızı sevişirken görmüyorsunuz, ama eğer görseydiniz sevişmek için Michelle Pfeiffer gibi görünmeye ihtiyacınız olduğunu düşünmeye bu kadar eğilimli olmazdınız.
Gerek dinden gerekse ticarileşmeden kaynaklanan kültürel mesajların bu denli etkili olmaları, bir bakıma kendi gözleminizle karşılaştırılamıyor olmalarından kaynaklanıyor. Herkesin anne babasını sevişirken seyretmesini savunmuyorum. Ama eğer düşünmeyi bırakırsanız, kendi kendinize şöyle diyebilirsiniz: "Sıradan insanları sevişirken hiç görmedim"
Koca bir mideyle ne yapıyorlar? Birbirlerini nasıl soyuyorlar? Bende akla gelebilecek her türden insanın sağlam ya da sakat, şişman ya da sıska, yaşlı ya da genç sevişmelerini gösteren filmler var ama onları tıptaki öğrencilerime gösteremiyorum çünkü bugünkü ortamda her açık imgenin pornografi olduğu ve bunun da aşağılayıcı olduğu söyleniyor.
Ama insanların kendi deneyimleriyle kültür arasında bu tür köprünün olmaması bizi cinsellik konusunda bunaltıyor. İnsanların kendi bedenleri, çekicilikleri ve fiziksel ifadeleri konusunda sürekli olarak bunalım yaşadıklarını düşünüyorum. Sorun pek de genital organlarınızla ne yaptığınızla ilgili değil, kendini arzulanabilir bir insan olarak hissetmek ve başka insanların da arzulanabilir olduklarını görebilmekle ilgili.
Cinsellik anlayışımızın toplumsal cinsiyetle ilgili anlayışımızı da etkilediğini düşünüyor musunuz?
Toplumsal cinsiyetin olumlanması cinselliğin bugünkü kuruluşunda son derece önemli bir öğe en azından hastalarımın çoğunluğunu oluşturan heteroseksüeller için. Üreme kadınlar için toplumsal cinsiyetin olumlanmasının özünü oluşturagelmiş. Erkekler için ise bunu oluşturan işleriydi.
Bugün toplumsal cinsiyetini kanıtlamanın yolları gittikçe azalıyor ama bu her zaman olduğu kadar önemli. Öyleyse toplumsal cinsiyetinizi nasıl kanıtlıyorsunuz? Cinsellik yaşamak zorundasınız ama herhangi bir cinsellik değil, koitus. Bundan feminizm bağlamında söz etmek canalıcı bir önem taşıyor. Viagra'yı besleyen, erkeklerin belirli bir erkeklik türüne yatırım yapmaları. Feministlerin çalışmalarının bir bölümü erkeklik hakkındaki kabul edilmiş kavramları sorgulamaktan oluşuyor, oysa Viagra'nın bunları olumladığı söylenebilir. Uzun yıllar çalıştığım üroloji bölümüne erkekler, "İktadarsızım" diyerek gelirlerdi ve ben de, "Peki bu sizin için ne tür bir sorun oluşturuyor?" diye sorardım. Bana bir budalaya bakar gibi bakarlardı. "Nasıl yani, sevişemiyorum işte" derlerdi. Ben de, sesime aşırı bir söyleşi tonu vererek ve göz teması kurarak, "Neden sevişmek istiyorsunuz?" diye sorardım. Bana şöyle cevap verirlerdi: "Ne demek istiyorsunuz? Herkes sevişir".
Kısacası, bu sorulara yanıtları yoktu. Yanıt veremiyorlardı çünkü sözcük hazinesi vahim bir biçimde fakirleştirilmiş. Bazen birileri birkaç sözcük geveler ve, "Bu normal olduğum anlamına gelir" derdi. Orgazm olamamak normal olmamanın özeti gibi algılanıyor. Bir erkek ya da bir kadın olmamanın göstergesi. Ben de onlara bununla baş etmenin yolları olduğunu söylerdirm. Başka yollardan erkek olun. Bunu kabul edemezlerdi. Onlar için kanıt buydu. İnsanlara her zaman orgazmın çok Amerikanvari olduğunu söylerim. Çünkü orgazm bir skordur. Kısadır. Ne zaman orgazm olduğunuzu bilirsiniz. Kendi hanenize bir çentik daha atabilirsiniz.
İnsanlardan bu kavramları yeniden düşünmelerini isterken ne derece başarılı oldunuz?
Bu çok zor. Mütevazı bir başarı olduğunu kabul etmek zorundayım. Hastalarımın onların düşüncelerinde devrim yarattığımı söyleyebileceklerini düşünüyorum ama bu kendi düşüncemde yaptığım devrimle kıyaslandığında pek cılız bir devrim. Zaten onlar cinsellik konusunda radikal düşünce dersi almak için gelmiyorlar. Nasıl orgazm olunacağını öğrenmeye geliyorlar.
Onlara, "Bunun düşündüğünüz kadar önemli olmadığını gösteren 18 bin neden var" diyerek başlıyorum ama bir insanı konuşarak orgazm istemekten vaz geçiremiyorsunuz. Önce orgazm olmayı öğretiyorsunuz, sonra bunun ne kadar önemsiz olduğunu. Orgazm ihtilaç gibi gerçekten güçlü bir nörolojik seyirme.
Yalnızca bir refleks. Onu bu kadar iyi bir şey gibi hissetmemizi sağlayan simgesellik. Simgesellik onu aynı anda hem yemek üstüne tatlıyla, hem düğünle hem de Nobel ödülüyle dolduruyor. İnsanlara cinsellikleriyle ilgili değerli olanın "sağlıklı norma"a ne kadar yaklaştıkları değil, kendi öyküleri, kendi simgeleri olduğu duygusunu vermeye çalışıyorum.
İnsanlara kendi öyküleri için gereken sözcükler öğretilmemiş. Hiç bir şey için teknik dışında bir sözlük yok. İnsanlar cinselliği kuşatan isteklerini, özlemlerini şükran duygularını tanımlamakta çok büyük zorluk çekiyorlar.
Cinselliği yaşamanın tek bir yolu olduğunu düşünmüyorum. Ben bir yol haritası vermiyorum. Cinselliği her insani amaç için bütün biçimlerde kullanabileceğinizi söylüyorum. Teselli, besleme, kutlama. Ve insanlar zaten öyle yapıyorlar. Sadece bu biçimde düşünmüyorlar.
Sado mazoşizme bakıyorlar ve, "kamçı ve zincir gerekiyor, kauçuk gerekiyor, hiç tekin değil" diyorlar. Kendini başka bir insanın arzusuna teslim etmenin yalnızca hazzın bir biçimi, bazen hepimiz için ulaşılabilir olan bir biçimi olduğunu fark etmiyorlar. Eve girdiğinizi ve şöyle söylediğinizi düşünün: "Bugün berbat bir gündü. Kendi kendimden sorumlu olmak istemiyorum. Bunu sen yap. Bana istediğini yap." Bu tür bir tabiiyet hoş bir ferahlama sağlayabilir.
Gün boyunca kendinizi ifade etme fırsatını nadiren yakalarsınız, kimse sizi dinlemez, eve gelirsiniz ve biraz olumlanmaya ihtiyacınız vardır. Cinsellik bunu sağlayabilir. Okşanmak. Gevşemek. Onay. Birisi size dokununca, sizi öpünce, yalayınca ve güzel olduğunuzu söyleyince, bu onaydır. Sorun şu ki pek çok kadın için birisinin kendilerinin güzel olduğunu düşündüğünü kabul etmek çok zordur. Birisi bütün bedenini yalamak istediğinde bir kadına buna hakkı olduğunu hissettiren nedir? Öncelikle kendi içinizde güvenli hissetmeniz gerekir.
Cinsellik hakkında daha dürüst bir biçimde konuşmamamızın nedeninin insanların kısmen gizem duygusunu koruma istekleri olabileceğini düşünüyor musunuz? Gizem önemli mi?
İş cinselliğe gelince insanların birbiriyle çatışan istekleri oluyor. Öngörülemezliği ve denetimi aynı anda istiyorlar. Ve eğer çok fazla şey bilirlerse gizemi yitireceklerini sanıyorlar. Ama benim deneyimimde olan bu değil. Operayı severim ve bazı operaları on iki kere izlemişimdir hepsini mırıldanabilirim.
Neden gidiyorum? Çok iyi anladığınız bir şeyde bile güç ve haz hala elde edilebilir durumda. En iyi cinsel yaşamın bilinmeyene teslim olmaktan filmlerdeki gibi, dalgalar tarafından götürülmekten kaynaklandığı fikri bir mittir. Bir imgedir. İnsanlarla cinsel yaşamları hakkında konuştuğunuz zaman, en iyi vakit geçirenlerin teslim olanlar olmadığını görüyorsunuz. Hayattaki her şeyde olduğu gibi cinsellikte de ne kadar bilirseniz o kadar tadını çıkarıyorsunuz.
Bu yüzden insanların zihinlerini açmak istiyorum. Bu efsaneleri havaya uçurmak. Sadece ereksiyon ve orgazm hakkında konuşmak yerine haz hakkında konuşalım. Haz almak istiyor musunuz? Hazzın büyük bir bölümü koşullanmıştır. Önceden düşünülmüştür. Tende değildir.
Genital organlarda değildir. Onu bu sevinç duygusuyla dolduran şey ne anlama geliyorsa odur. Öte yandan, yazın bir şeftali yemek gibidir. Yani gerçekten hoştur ama kendinden geçirici değildir tamam, bu da şeftalisine göre değişir ama genellikle kendinden geçirici değildir.
Cinselliği kendinden geçirici yapan simgesel yatırımdır. Bu yüzden kendimizi simgesellik konusunda eğitmek en iyi yaklaşımdır. Sorun insanların, bu mesajlarla, cinselliğin tadını çıkarmalarını engellemeyecek biçimde çıkmaya hazır olmaları, zihinlerini açık tutmaları ve mümkünse bütün bunlarla ilgili olarak bir mizah duygusunu korumaları için eğitilmeleridir.
* Nesrin Tura'nın çevirdiği, Ms. Dergisi Editörlerinden Moira Brennan'ın Leonore Tiefer'la yaptığı söyleşi Aralık 1999'da Pazartesi dergisinde yayımlanmıştı.