Mithat Alam Film Merkezi 2013 Sinema Söyleşileri kapsamında 20 Mayıs 2013'te konuk sinema ve tiyatro oyuncusu Haluk Bilginer idi. Milliyet Gazetesi yazarlarından Asu Maro ve Merkez yöneticilerinden Zeynep Ünal birlikte yaptığı söyleşide Haluk Bilginer, dünyadaki ve Türkiye'deki oyunculuk kariyerini, sinema ve tiyatro oyunculuğu arasındaki farkları anlatırken, Nuri Bilge Ceylanın seti yeni tamamlanmış son filmi Kış Uykusu'ndan da övgülerle sözediyor. Uzun söyleşinin Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye kazanan Kış Uykusu ile ilgili bölümünü yayımlıyoruz.
Zeynep Ünal: Bugün Mithat Alam Film Merkezi'nde çok değerli iki konuğu ağırlamaktan çok mutluyuz. Haluk Bilginer'le sinema ve tiyatro alanlarında ayrı ayrı iki söyleşi yapmak lazım aslında. Ama burası bir film merkezi olduğu için öncelikle sinema alanındaki düşüncelerini öğrenmek istiyoruz. Diğer konuğumuz ise Asu Maro. Milliyet Gazetesi ve Milliyet Sanat Dergisi'ndeki yazılarından tanıyoruz kendisini. Hoşgeldiniz.
Haluk Bilginer: Çok teşekkür ederim beni burada ağırladığınız için. Ben yıllardır Mithat Alam Film Merkezi'ne gelmek için hakikaten çok istekliydim fakat zamansızlıktan bir türlü olamadı. Bugüne kısmetmiş, şükür kavuşturana. İki gün öncesine kadar, son yüz gün hiç dinlenmeden çalıştım. Bugün bile boş vaktim yoktu. Çünkü bazen "meşgulüm diyorlar ama neyle meşguller? Bunlar hiç meşgul falan değiller aslında" diye düşünebilir insan. "Akşam çıkıp oynuyorlar işte, gündüz işleri ne?" İngiltere'de oyunculara genelde öyle sorarlar: "Oyuncuyum" dediğinde "gündüz işin var mı?" derler.
Dediğim gibi son yüz gün aralıksız çalıştım. Nuri Bilge Ceylanla film çekiyordum çünkü. 78 iş günü bu filmin çekimleri sürdü. Onlar dinlenirken ben buraya gelip 'Antonius ile Kleopatra'yı oynuyordum, o yoğun dönem yeni bitti. 1 Haziran'da da oyun bitiyor. 2 Haziran'dan itibaren biraz dinlenmeyi hak ettim galiba. Yani buraya gelmekte gecikmemin nedeni şımarıklık değil, hakikaten meşguliyetten.
Asu Maro: Peki, madem Nuri Bilge Ceylan'dan bahsettik, hemen oradan devam edelim. Sanırım çok fazla ipucu veremiyoruz filmle ilgili.
Haluk Bilginer: Kış Uykusu diye bir film. Peribacalan'nın orada çektik, Nevşehir Uçhisar'da. Oraları bileniniz vardır, bu dünyanın dışında bir yer gibi hakikaten orası. Ama Nuri Bilge ile çalışmayı anlatayım mı şimdi size?
Asu Maro: Evet, anlatın lütfen. Siz daha önce tanışmıyordunuz bildiğim kadarıyla.
Haluk Bilginer: Hayır, ben hatta bu filmde de oynayamayacaktım. Yine size demin anlattığım şeylerden ötürü, vaktim yoktu. Kış filmi. Çünkü genellikle bilirsiniz, sinemacıların film çekme mevsimi haziranda başlar. Diziler bitmiştir, tiyatro sezonu bitmiştir, oyuncuların vakti vardır. Oyuncu ancak o zaman bulunur. Fakat Nuri Bilge bugüne kadar oyuncuyla çalışmaya alışmadığı için o canı ne zaman isterse çekiyor. Kışın ortasında geldi bana. 163 sayfalık senaryonun sadece 10 sayfasında yokum galiba. "Kışın film çekebilir miyiz?" dedi. Nasıl çekelim? Oyun oynuyorum, bu nedenle reddettim. Sonra görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki tiyatroyu bastı o gece. Geldi elinde senaryoyla. "Haluk Ağabey sen olmazsan biz bu filmi çekemiyoruz. Al bu senaryoyu. Biz sana uyacağız. Programını ver" dedi. Ben de onlara programımı verdim. Çektik çok şükür ve bitti. Yorucuydu ama çok keyifli bir süreçti benim için. Nedenini anlatayım biraz. Ben Nuri Bilgeyi uzaktan çok severdim, işlerinden ötürü. Bir tek seyretmediğim İklimler (2006) var. Onu da "iyi ki seyretmedin" eliyor, kendisi oynuyor, "oyunculuktan anlamıyorum ben" diyor. Bunun dışındaki bütün filmlerini izledim. Çok severdim ama tanışmamıştık hiç. Bu film dolayısıyla tanıştık ve çok da iyi oldu çünkü Bilge'nin bambaşka bir çalışma sistemi var. Yurtiçi ya da yurtdışında daha önce çalıştığım yönetmenler gibi değil. Kafasında bir şey planlamış belli, ev ödevi yapılmış.
Haluk Bilginer: Hayal ediyordum, benim hayatım hayal ederek geçti, hayal ederken öleceğim bir gün. Hayal etmeden olur mu? Hatırlıyorum, yazlık sinemalar vardı bizim çocukluğumuzda. Şimdilerde yeniden açılmaya başlıyor galiba. Bizim mahallede iki-üç tane yazlık sinema vardı hatta. Ben Kubrick'iıı Spartacus'ünü (1960) hatırlarım, başladığında daha güneş batmamıştı, filmin üçte birini aydınlıkta seyretmiştik biz. Kışın da mutlaka haftasonları sinemaya giderdim, ne oynarsa oynasın. İzmir'de. Köşk Sineması, Sema Sineması vardı, ne gelirse mutlaka seyrederdim.
Oyunculuk hayallerim vardı tabii, ilkokuldan itibaren. Ama ilk olarak Lise 2'den itibaren bunu gerçekten meslek olarak seçmeye karar verdim. Çünkü Lise 2'de sahneye çıktım, baktım orada çok mutluyum, beni mutlu ediyor orada olmak. "Bunu meslek olarak seçeyim o zaman" dedim. Aslında başka fikirlerim vardı; hekim olmak gibi, kimya mühendisi olmak gibi. Sonra doktorluk, kimya mühendisliği ve oyunculuğun ne alakası var diye düşündüm ve bir alaka buldum; kendi tabiatımdan kaynaklanan bir şey: merak. Ben doktor olsaydım meraktan olacaktım zaten. Oyunculuk da merak işi sonuçta. Bir karakter yazılmış, sizden onu canlandırmanız, ona 'can vermeniz' isteniyor. Canlandırırken de düşünüyorsunuz, "bu durumda ne yapar, nasıl tepki verir, bu nasıl bir adam?" diye. Zaten oyunculukla ilgili 'aeting is actually reacting' diye bir tabir var. Türkçe'ye çevrilmesi biraz zor. Oynamak, kendi başına bir şey değildir, olan bir şeylere gösterdiğiniz reaksiyondur. Kendinize de reaksiyon gösteriyor olabilirsiniz. Sahnede tek başınıza oynarken "ne yapıyorum ben?" diye sorarsanız, düşüncenize reaksiyon veriyorsunuz. Yani düşünmeden yaptığınız herhangi bir şey yok oyunculukta. Bazen oyunculuğu bilmeyenler "nasıl ezberliyorsunuz o kadar lafı?" gibi sorular sorarlar. O işin en kolay tarafı, ezber bir şey değil ki! Neyse, Lise 2'de sahneye çıkınca baktım ki orada çok mutluyum. "İyi o zaman, ben konservatuara gideyim" dedim.
Asu Maro: Konservatuara gitmeden önce İzmir Devlet Tiyatrosu'nda da sahneye çıkıyordunuz.
Haluk Bilginer: Daha konservatuara gitmeden önce, 19711972 sezonunda İzmir Devlet Tiyatrosu'nda profesyonel olarak üç oyun oynadım. Başar Sabuncünun 'Şerefiye'si, Margaret Mayo'nun 'Çocuğum' adlı oyunu, bir de Can Gürzap'm çevirdiği 'İki Kova Su' isimli çocuk oyunu. Fakat şöyle bir şey var: Google'a sorarsanız A. E. Gredianus diye, hiçbir şey çıkmaz çünkü galiba öyle bir adam yok. O yıllarda yerli bir yazar kabul edilmiyordu ve tercüme eserlere öncelik veriyorlardı devlet tiyatrolarında. Çan'ın kulaklarını çınlatalım, kendisi büyük bir ihtimalle, A. E. Gredianus diye bir şey uydurup, "çeviren: Can Gürzap" yazmış altına, 'İki Kova Su' diye. Ablalara yazmıştır onu, Sunay-Tülay Artuk ikizlerine, oyuncudur onlar da.
Asu Maro: Oradan Ankara Devlet Konservatuarı'na geçiyorsunuz.
Haluk Bilginer: Evet, 1972-1977 arası. 1977'den sonra da İngiltere... Haziranda mezun oldum, ağustosta İngiltere'ye gittim.
Asu Maro: Oraya, orada kalmak niyetiyle mi gittiniz?
Haluk Bilginer: Ben okuyup dönecektim. İngiltere'ye bu işin nasıl yapıldığını görmek, bizim burada ne kaçırdığımızı görmek, aradaki farkı anlamak için gittim. Sonra orada bir iş teklif edildi ve 15 yıl kadar kaldım. 15 yıl sonra artık yavaş yavaş buraya dönmeye başladım. Burada Tiyatro Stüdyosu kurulmuştu, 1989'da.
Asu Maro: Bu arada sinemadaki ilk deneyiminiz İngiltere'de gerçekleşti.
Haluk Bilginer: Evet. Hatta Türkiye'de çektiğim ilk filmde -ki o zamanlar sessiz çekiliyor filmler, makineler kahve değirmeni gibi çalışıyor- her şey çok tuhafıma gitmişti. Türkiye'de daha önce hiç kamera önünde çalışmamıştım çünkü. Ben sessiz sinema zamanındamın arkadaşlar. Çok yaşlandım.
Asu Maro: Yanlış bilmiyorsam ilk filminizde Sigourney Weaver, Michael Caine gibi isimlerle birlikte rol alıyorsunuz.
Haluk Bilginer: Doğru, Half Moon Street.
Asu Maro: Gördüğüm kadarıyla siz 'Birinci Arap'sınız.
Haluk Bilginer: Hiç değilse birinci. Üçüncü olmak da vardı, üç Araptık orada biz. Sonra da Elaine May'in Ishtar (1985) isimli filmi var.
Asu Maro: Bu arada East Enders başlamış mıydı?
Haluk Bilginer: East Enders daha sonra, 1987-1989 yıllarında.
Asu Maro: O sırada artık yavaş yavaş sokakta tanınır hale gelmiştiniz.
Haluk Bilginer: Maalesef şöhret denilen saçmalık o zamandan beri bulaştı üzerimize.
Asu Maro: Sevmediniz yani şöhreti.
Haluk Bilginer: Şöhret olduktan beş dakika sonra anonim olmayı istiyorsunuz, emin olun. Televizyon ve sinemada yaptığınız işi binlerce insan seyrediyor. Ama tiyatro öyle değil. Bİzzat oraya kadar gitmek zorundasınız. Tiyatroya her gece kaç kişi gelir? 500 kişilik salonda oynuyorsanız; haftada sizi izlemeye maksimum bin kişi gelir. Ama televizyonda bir gecede 20 milyon kişi seyrediyor. Onun için şöhret denilen şey, bu mesleğin yan etkisi. Bazı genç arkadaşlar şöhret olmayı pek matah bir şey zannediyorlar. Şöhret olup para kazanmayı düşünüyorlar, oyuncu olmaktan ziyade. Para da zaten siz oyuncu olmaya çalışırken başınıza gelen bir şey. Biri size çalışmayın diye para veriyor, emin olun. Ben otuz yıldır çalışmıyorum. Ama çalıştım, çalışmanın ne olduğunu da çok iyi biliyorum. Yer süpürdüm, yer sildim, tuvalet temizledim: 20 pound kazanabilmek için.
Asu Maro: Türkiye'ye dönüş süreciniz Gecenin Öteki Yüzü'yle başladı, değil mi?
Haluk Bilginer: Çok doğru, 1987 yılıydı.
Asu Maro: Gerçi o bir televizyon dizişiydi ama bir sinema filmi tadındadır bence. Okan Uysaler le tanışmanızı anlatır mısınız?
Haluk Bilginer: Nur içinde yatsın Okan Uysaler. Ben İngiltere'deydim, beni çağırdı "Gecenin Öteki Yüzü diye bir proje var, gelmek ister misin?" dedi. Gecenin Öteki Yüzü Füruzan'ın aynı adlı romanından uyarlanmış bir TV filmiydi, dizi gibi değildi. Yani 35mm ile, sinema filmi çeker gibi çekiyorduk. Birer saatlik dört bölüm şeklinde yayınlanmıştı. 1987 yılında, Türkiye'deki ilk işim oydu. Sonra Ziya Öztan'm Ateşten Günler'i geldi. Ardından yine döndüm İngiltere'ye. Ama 1989'da geldim çünkü Tiyatro Stüdyosu kurulmuştu. Ahmet Levendoğlu, Zuhal Olcay ve ben. Tiyatro Stüdyosu'nu kurmuştuk. O günden beri Türkiye'de tiyatro yapıyorum.
Asu Maro: Tiyatro her zaman gözbebeğiniz gibi görünüyor. Sizin hep söylediğiniz bir şey var; sinema yönetmenin sanatı, tiyatro biraz daha oyuncunun sanatı.
Haluk Bilginer: Oyuncusuz sinema yapabilirsiniz, çok da mümkün. Herkesle film de çekilebilir. Nuri Bilge Ceylan en iyi örneklerden biridir; annesiyle, babasıyla, eşiyle film çekti. Jean-Jacques Annaud Ayı (L'ours, 1988) diye bir film çekti. Ayı'da insan yok, sadece ayı var. Ama ayıları sahneye çıkaramazsınız, öyle bir sorun var. İnsan oyunculuğu kendine sadece ve sadece sahne üzerinde öğretebiliyor. "Eğitim gerekli değildir" diyormuşum gibi anlaşılmasın, tam tersini söylemeye çalışıyorum. Eğitim gerekli ama o eğitimden sonra kendi kendinize yaparak öğrettiğiniz bir şey oyunculuk. Mesela bisiklete binmek gibi, ıslık çalmak gibidir. Size ıslık çalmayı kimse öğretemez. Bisiklette o dengeyi kendimiz bulmamız gerekiyor. Oyunculuk da böyle. Siz bir şey denersiniz, "yok bu olmadı galiba, şimdi başka bir şey deneyeyim, şimdi başka bir şey deneyeyim" derken kırk yıl geçer gider. Daha da bir şey öğrenemezsiniz. Öğrenemeden ölür gidersiniz bir gün. Ama bu öğrenim süreci çok güzeldir hakikaten, ben bu yolculuğu seviyorum. Çünkü hedef diye bir şey yok. Hedefin ne olduğunu ben size söyleyeyim: ölüm. Öleceğiz bir gün hepimiz. Onun için biz hedefi unutup biraz süreçle ilgilenelim. Ben oyunculuğun o sürecini çok seviyorum. Mesela benim tiyatroda en sevdiğim şey, prova sürecidir. Oyun başladıktan sonraki süreci de şöyle severim, birinci oyunla yüzüncü oyun aynıysa çok kötü bir iş yapıyorsunuz demektir. Yüzüncü oyunun birinci oyundan çok daha iyi olması gerekir. Çünkü onun pişmesi gerekiyor. Seyirciyle de öğreniyorsunuz oynarken, seyirci size çok şey öğretiyor gerçekten. Nerede reaksiyon veriyor, nerede susuyor? Onun için bizzat seyircinin önünde yapa yapa öğrendiğiniz bir şey oyunculuk. Yani kamerada oyunculuk öğrenemezsiniz. Ama çok da iyi olabilir, yönetmen sizi iyi kullanmıştır. Siz oyuncu bile olmayabilirsiniz.
Asu Maro: Hz. Google'ın da söylediği gibi, sizin hâlâ en çok tıklanan performansınız, Masumiyet'teki yedi dakikalık monoloğunuz. Oyunculuk demişken hemen oraya geçmek durumundayım. Neredeyse üzerine çıkılamamış bir performans sergilediniz.
Haluk Bilginer: Orada şöyle bir şey var; Nuri Bilge Ceylan oyuncu kullanmamış, dediğim filmlerin senaryosu toplam yirmi sayfa. Ama şu anda çektiğimiz filmin senaryosu 163 sayfa. Şimdi oyuncu olmadan nasıl çekeceksiniz bunları? Kamera size bir dönüyor, bir sayfa konuşuyorsunuz. Biraz oyunculuk tecrübesi lazım kameranın önünde onu yapabilmek için. Oyuncuya orada ihtiyaç var. Yani oyuncusuz herhalde çekemezdi bu filmi. Oyuncuya öyle yerlerde ihtiyaç var. Masumiyet'teki o tiradın hikâyesini anlatayım size, Zeki filmin senaryosunu yazmadan önce sadece o tiradı yazmış. Bir sayfalık bir tirad, o kızla tanışmasını anlattığı. Sonra onun üzerine senaıyoyu yazıyor. O sahneyi çekmeye gittiğimiz yerde, İzmir'de, yuvarlak şaryo kuracaktı. Yani kamera önceden başlayacak, dolaşacak, dolaşacak, benim arkama geçecek, Güven Kıraç'la benim arkama geçecek, oradan sağımıza geçecek, o anda o sağır-dilsiz kızı görecek... Öyle planları vardı. Fakat kuramadık, engebeli arazi, eski şaryolar. Kurulamıyor, kamera tıklıyor, olmuyor. Sonra güneş gidiyor, gün gidiyor, ışık gidiyor... Koydu kamerayı "anlat Haluk" dedi. O tirat öyle çıktı ortaya.
Asu Maro: Bir seferde mi çekildi o sahne?
Haluk Bilginer: Öyle lüks nerede canım "hadi bir daha" diye. Eski Yeşilçam filmlerini seyrederken bakın, hatta size tavsiye ederim, çok eğlenceli oluyor, televizyonun sesini kısarak izleyin. Sadece görüntüye odaklanın. Şöyle bir şey göreceksiniz, herkesin çok acelesi var. Neden? Çünkü negatif gidiyor. Biz şimdi Bilge'nin son filmi Kış Uykusu'nu çekerken bir film takılıyor, 45 dakika stop demeden çekebiliyoruz.
Asu Maro: Bu arada "sigara niye bitmedi?" yazmış insanlar altına. Sigarayı da değiştiriyor musunuz?
Haluk Bilginer: Bitmedi mi sigara? Sonuna doğru bitmiş olması lazımdı.
Asu Maro: Sizin için de özel midir o unutulmaz sahne?
Haluk Bilginer: Ben senaryoyu okuduğum zaman Bekir'in o konuşmasını çok sevmiştim. Zaten dediğim gibi Zeki de senaryoyu yazmadan önce sadece onu yazmış. Filmde benim için çok önemli bir andı, güzel bir hikâyeydi. Onu anlatmayı dört gözle bekliyordum, anlatmayı çok istiyordum. Onun için özel. Yoksa film çekildikten sonra o sahnenin bu kadar önem kazanacağını çekerken düşünmemiştim açıkçası.
Asu Maro: Peki Zeki Demirkubuzla çalışmak nasıldı?
Haluk Bilginer: Ben Zeki'nin daha önce C Blok (1994) filmini izlemiştim. Masumiyet'te onunla çalışmaktan da çok memnun oldum. Mesela Masumiyet, 14 ya da 15 günde bitti. Kış Uykusu'nun çekimleri üç ay sürdü. Mesela Nuri Bilge Ceylan'm çektiği ilk filmlerde nasıl uzun uzun tek planlar vardır. Neden? "Ben tek planla film çekmeyi çok seviyorum" dediği için, öyle bir inadı olduğundan değil. Parası yok, o kadar basit. Sonra herkes "sanat filmi demek böyle çekiliyormuş biz de böyle çekelim" dedi, herkes tek plan filmler çekmeye' başladı. Sıkıntıdan öldürdüler bizi. Şimdi gel Kış Uykusu'nu seyret. Her yerde plan değişiyor. Ama sonunda ne çıkacağını bilmiyorum. (YY)
* Bu söyleşinin tamamı Boğaziçi Üniversitesi Yayınları’ndan çıkan Sinema Söyleşileri 2013 kitabında yayımlandı.
Kitapta 2013’te Mithat Alam Film Merkezi’nde Peter Weir, Nur Sürer, Cem Yılmaz gibi sinemacılar ve sinema dışından yazılarıyla tanıdığımız Pınar Öğünç gibi isimlerle yapılan söyleşiler ve Metin Erksan üzerine gerçekleştirilen panel gibi çok sayıda yazı yer alıyor.