Halkevleri Genel Sekreteri Özgür Ersoy, PKK’nin fesih kararının ardından Kürt sorununun demokratik çözümü ve kalıcı barışın sağlanması noktasında atılan adımları değerlendirdi. Demokratikleşme hamlelerinin 'fırsat' görünümlü riskler barındırdığını belirten Ersoy, iktidarın kurduğu mekanizmaların muhalefeti pasifize etmeyi amaçladığını ifade etti.
bianet olarak, 'Barış ve Demokratik Toplum Süreci' kapsamında yürütülen tartışmaları sosyalist kurum temsilcileriyle konuşmaya devam ediyoruz. Son olarak, Halkevleri Genel Sekreteri Özgür Ersoy sürece dair tutumlarını değerlendirdi.
PKK'nin fesih kararının ardından gerçekleşen silah yakma töreniyle örgüt içinden bir grup Barış ve Demokrasi Grubu olarak mücadeleye devam edeceklerini duyurdu. Türkiye'ye dönüp demokratik zeminde siyaset yapabilmeleri konusunda yasal düzenlemeler yapılması çağrısı var. Siz süreçte gelinen aşamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Silah yakma töreni, bu süreci yürüten tarafların niyet ve beklentilerinden bağımsız olarak, bir ‘silahlara veda’ eylemi değildi. Türkiye’yi yönetenlerle yürütülen müzakere süreci bağlamında, uluslararası muhataplar ve Türkiye halkları dâhil olmak üzere geniş kamuoyuna verilen sembollerle yüklü bir mesajdı. Bu mesajı o gün orada okunan açıklamanın ya da kamuoyuna yansıyan resmi açıklamaların ötesinde, nesnel tarihsel olgulara bakarak şöyle anlamlandırabiliriz:
"Kürt halkı açısından silah, bir ezilen ulus olarak yok sayılan varlığımızı ortaya koymak ve haklarımızı talep etmek için zorunlu olarak başvurduğumuz bir araçtır. Ezilen Kürt halkının sorunlarının çözümü için ille de ve ilânihaye ‘silah kullanacağız’ demiyoruz, uygun şartlar oluşursa silahları bırakıp mücadelemizi barışçıl biçimlerde sürdürebiliriz. Ancak mevcut koşullarda dağlardan başka güvencemiz yok, silahları yaktıktan sonra daha önce yaptığımız gibi ovaya inmiyor, Türkiye sınırlarından içeriye girmiyoruz, dağa dönüyoruz. Çünkü hukuken güvence altına alınmamış ve gerçek bir demokratikleşme barındırmayan daha önceki ‘çözüm’ süreçlerinde bu yöndeki hamleler bir süre sonra iktidarın masayı devirip ağır imha operasyonlarına girmesi ile sonuçlandı. Somut güvence içeren adımlar bekliyoruz."
"'Şimdi sıra devlette' mesajı"
Devlet de Kürt hareketi de kamuoyuna "al-ver şeklinde bir pazarlık yok" diyor. Ortada kamuoyunca bilinen, taraflarca güvencesi verilmiş, şu şu maddeleri içeren somut bir anlaşma vardır diyemiyoruz. Ancak yine de 30 gerillanın dağdan inip silahları yakarak silahsız ve palaskasız halleriyle dağa döndüğü tören, Kürtlerin silah bırakmaya hazır olduğunu ancak bunu uygun koşullar sağlanırsa yapabileceklerini, şimdi sıranın devlette olduğu mesajını veren bir hamleydi.
"Teslimiyet değil, karşı tarafa çağrı"
Öyleyse özel olarak bu törenin Türkiye siyasetinin önüne koyduğu mesele, barışın şartlarının nasıl sağlanacağı ya da sağlanıp sağlanamayacağıdır. Bu da iktidardaki faşist iktidar koalisyonundan ya da Türkiye egemenlerinin bağımlı ve tabi olduğu batılı emperyalist güçlerden "barış ve demokrasi" umacağımız bir uzlaşma sürecine değil, yeni bir mücadele sürecine işaret eder. Silah yakma törenini de bir teslimiyet adımı değil, bu yeni mücadele içinde karşı tarafı gerekli şartları sağlamaya davet eden bir hamle olarak değerlendirmek gerekir. Şartlar sağlanırsa silahlar bırakılır, sağlanmazsa mücadele zorunlu olarak silahları da içerecek biçimde devam eder. Faşist iktidar, Kürt silahlı hareketini imha edemedi. Dönüp kendi kendini inkâr ve imha etmedikçe, bir barış sürecinin gerektirdiği demokratik ve hukuki zemini sağlaması da mümkün değil. Doğal olarak müzakerenin bir olmayana ergiye varması en kuvvetli olasılıktır. Mücadele bu herkesin bildiği bu gerçeklik içinde gerçekleşiyor.
Müzakere hangi koşullarda gündeme geldi/mücadele hangi koşullarda gerçekleşecek?
Arka planda, Türkiye’yi yönetenleri ve Kürt hareketini yeniden masaya oturmaya zorlayan dış dinamiğin, yani emperyalist-Siyonist saldırganlığın Ortadoğu’da yarattığı yeni savaş düzeninin etkisi var. İran liderliğindeki Direniş Ekseni’ni imha ve Ortadoğu’nun haritasını yeniden çizme planları var. Türkiye’yi yönetenlerin emperyal hayalleri var. Devletin yok edemediği ve Suriye’de artık fiili bir siyasal statü elde eden Kürt hareketini bu süreçte sisteme entegre etme tartışmaları var.
Devletin imha siyaseti ile istediği sonucu elde edemediği gibi PKK’nin Kandil’deki ve Türkiye’deki silahlı hareket kapasitesinin sınırlanması da var. Tüm bunlar dış dinamiğin doğrudan ya da dolaylı zorlamalarıyla birlikte tarafları masaya oturmaya zorladı. Tayyip Erdoğan’ın bu süreci, muhalefeti etkisiz hale getirerek azınlık iktidarını güvence altına almak için kullanma niyetini; Devlet Bahçeli’nin ve Abdullah Öcalan’ın “devletle bütünleşme” içerikli kardeşleşme vurgularının bir düzen içi entegrasyon eğiliminde buluştuğunu da yadsıyamayız.
"İktidar, isyanları bastırmanın iktidarı"
En nihayetinde niyetlerden, temennilerden, kaygılardan, ezberlerden bağımsız nesnel tarihsel toplumsal gerçekliği dikkate almalıyız. Önümüzde duranın Kürt siyasal tarihi açısından da Türkiye toplumsal mücadeleler tarihi açısından da yeni bir çatışma süreci olduğunu kavramamız gerekir. Türkiye halkları bu iktidarın baskı ve zorla ülkeye giydirmeye çalıştığı deli gömleğini giymeyi reddetmekte ve bunu Gezi, Kobanî ve 19 Mart süreçlerinde olduğu gibi militan kitle hareketleriyle, 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde olduğu gibi ülkenin seçim haritasını değiştiren itirazlarla, emek, gençlik, kadın özgürlüğü, ekoloji vb. alanlarda süren parçalı ama yaygın direnişlerle ortaya koymaktadır. Türkiye’nin ezilenleri kendi siyasal varlığını sistem içi kanallarda değil faşist iktidarın koltuğunu sallayan isyanlarda bulmaktadır, Kürtler dâhil. İktidar da bu isyanı bastırmanın iktidarıdır.
Kürt sorununun çözümünün önündeki engeller
Şu an devlet ve özel olarak da iktidardaki faşist iktidar koalisyonu esasen Kürdün isyanını bastırmak, düzen karşıtı potansiyelini imha ederek sisteme entegre etmek derdindedir. Kürt hareketinin önderliği devrimci hareketlerle arasındaki mesafeyi açan yeni teorik açılımlar ortaya koysa da, hareket Suriye’de ABD ile askeri işbirliği içinde olsa da, bir ulusal hareketin çelişkileriyle malul biçimde sosyalistlerin anti-emperyalist anti-kapitalist ilkesel tutumuna mesafeli olsa da, toplumsal temeli ve odağında bulunduğu çelişkiler-çatışmalar böylesi bir entegrasyonun, Kürt sorununun düzen içi çözümünün önünde ciddi engellerdir.
Kürt hareketi büyük çoğunluğu yoksul-proleter-emekçi kitlelerden oluşan tabanı, kadın özgürlükçü ve seküler gerçekliği, bu toplumsal gerçeklik nedeniyle egemen ya da işbirlikçi güçlerle giriştiği köklü çatışmalar nedeniyle ne emperyalistlerin Ortadoğu’daki tasarımlarına ne de AKP’nin Türkiye’ye biçtiği gelecek tasarımlarına uymaktadır.
Rojava gerçekliği
Emperyalistlerin ve işbirlikçi bölge devletlerinin Suriye’deki hedefi, emperyalist-kapitalist sistemle uyumlu bir İslam rejimiydi. Ancak Kürt hareketi, emperyalizm destekli cihatçı istilasına karşı direniş içinde Rojava gerçekliğini açığa çıkardı. Şimdi o gerçeklik, ABD’nin konjonktürel askeri desteğine sahip olsa da, emperyalistlerin temennisindeki HTŞ tarafından yönetilecek bir Suriye hayali ile çatışıyor. Reel politik denklemler, Rojava yönetimini HTŞ ile masaya oturtsa da, bir yerde silah yakma töreni düzenlenirken, Suriye’de Kürtler bu katliamcı cihatçı çetelerin merkezi yönetimi karşısında silahlı varlıklarını daha da güçlendirmek gerektiğini görüyor.
Fırat’ın doğusu ve batısındaki eksikler
Sonuç olarak, Kürt siyasal tarihi açısından, silahlı mücadelenin sonu gelmiş falan değildir. Özel olarak Türkiye’de "silahsızlanmanın şartları" ekseninde sürecek, nereye kadar çatışmasız biçimde gideceğini bilemediğimiz, taktik hamlelerle ve karşılıklı güvensizlikle dolu yeni bir mücadele süreci yürümektedir. Demokrasi ve hukuk çerçevesinde tanımlanan şartların somut içeriğinin belirlenmesi de, masa başı faaliyetten çok, güncel toplumsal mücadelelerin konusudur. İşin bu tarafının Fırat’ın doğusunda da batısında da fazlasıyla eksik bırakıldığını, burada sürecin gerçek bir toplumsal-demokratik katılım kanalı sunulmadan, salonlarda ve kamuoyundan uzak biçimde yürütülüyor olmasının da etkili olduğunu not etmek gerekir. Muhalefetin siyasal temsiliyetlerinin de buna rıza göstermesi ayrıca bir talihsizliktir.
"'Fırsat' görünümlü riskler"
Bugün muhalefete dönük operasyonlar devam ederken ‘demokrasi ve barış’ siyasetin birinci gündeminde. Toplumsal mücadele açısından bu yeni süreç sizce nasıl bir fırsat ya da riskler sunuyor?
Açıkçası iktidar tarafından sunulan mekanizmalara katılım çağrılarının “demokratikleşme hamlesi” olarak okunamayacağını bilmek gerekiyor. Ortada bir demokratikleşme hamlesi yok, gösterilen “katılım” kanalları daha çok muhalefeti etkisiz hale getirmek, pasifize etmek, halkın iktidar karşısındaki öfke ve hoşnutsuzluğunu örgütlemekten alıkoyup iktidarın oyunlarına ortak etmek için karşımıza çıkan “fırsat” görünümlü riskler.
Seçme seçilme hakkı gibi en temel yurttaşlık haklarının biçimsel kırıntılarının dahi fiilen ortadan kaldırıldığı, yargının iktidarın sopası olarak iş gördüğü ve muhalefete karşı düşman ceza hukuku uygulandığı koşullarda hangi demokratikleşme hamlesinden söz edebiliriz? Belediyelere yönelik operasyonların hedefinin yalnızca CHP değil bütün bir muhalefet ve halk olduğunu, kuvvetli bir toplumsal direnç ve geniş bir muhalefet cephesiyle karşı karşıya olan Saray’ın herkesi aynı anda değil parça parça hedefe koyduğunu ve bu iktidar durdurulmazsa saldırılarını bütün muhalefeti kapsayacak şekilde sonuna kadar götüreceğini herkes biliyor. Bundan bağımsız herhangi bir süreç olması mümkün değil.
Sosyalistler sürecin neresinde durmalı?
Sosyalistler müzakere sürecini de diğer gelişmelerden bağımsız sayıp, siyasal denklemleri iktidarın tarif ettiği gibi okuyup, ona göre taraftar ya da karşı-taraftar konumlara yerleşmek zorunda değil, yerleşmemeli. “Sürecin karşısında mısınız, yanında mı?” sorusu da yanlış bir soru. Zaten sosyalistler olarak, ne dersek diyelim, devlet ile Kürt hareketi önderliği arasında süren müzakere sürecinin bileni ya da belirleyeni değiliz, bu anlamda sürecin zaten dışındayız. Elbette Kürt halkının barış, demokrasi, eşitlik taleplerinin yanında ve elbette Ortadoğu’daki emperyalist planların ve faşist AKP-MHP ittifakının karşısındayız. Ama bu tutumun pratikte bir anlam ifade etmesi, sürece olumlu anlamda etki etmesi, sosyalistlerin gerçek bir siyasal güç olabilmesi ile mümkün.
Bu da yazılı açıklamalarla, metinlerle, imzalarla olacak iş değil. Referansını sınıflar mücadelesinden, sosyalist ilkelerden, ezilenlerin kurtuluş mücadelelerinden değil de devletin eski sahiplerinin argümanlarından alan tutumlar da sosyalist ya da devrimci tutumlar değil. Bunların, muhalif kitlelerdeki haklı kaygı ve endişeleri farklı devlet kliklerine ve sağ adreslere yönlendirmesinden başka bir sonuç beklemeyelim.
"Sosyalistler sokağa odaklanmalı"
Sosyalistler sınıf mücadelesinin ulusal ve uluslararası düzlemdeki somut karşılıklarına, sokağa odaklanmalı. Kürt sorununun toplumsal demokratik çözümü de dahil olmak üzere eşitlik, özgürlük, demokrasi taleplerinin yerine getirilebilmesi için değerlendirilebilecek somut tek bir imkan, tek bir güvence var. O da proleterleşmiş Türkiye toplumunun Saray’a karşı halk öfkesinin militan kitle hareketleriyle doldurduğu sokaktır. Sokağı basitçe CHP öncülüğündeki “seçim” talepli mitinglere daraltmak doğru olmaz. 19 Mart isyanının fitilini ateşleyen gençlik hareketi, boykot hareketleri, ağır yoksullaştırma ve düşük ücret politikası karşısında emekçilerin dip akıntıları halinde gelişen hoşnutsuzluğu, parçalı halde de olsa uç veren işçi, ekoloji, kent ve doğa direnişleri… Kürdün ve Türkün isyanını bastırmaya odaklanan iktidarın karşısına, halkın direnişiyle dikilmek, iki sokağın birbirine yakınlaşmasını, Gezi ve Kobanê direnişlerinin ardından olduğu gibi muhalefetin her iki yakası açısından da birbirini güçlendiren, ileri sonuçlar elde edilmesini sağlayacaktır.
Sokaktan kopuk yürüyen bir süreçte faşist iktidarın kurduğu bir masaya oturularak gösterilecek performanslar, toplumsal mücadelelerin önünü açmaz, aksine şoven kışkırtmalara müsait bir güvensizlik ortamı içinde muhalif kitleleri sakatlar. Dileyen Samandağ’da yaşanan olayların ayrıntısına bakabilir. Bu süreçte sosyalistlerin yeri sokaktır, yani Saray’a karşı halkın direnişine öncülük etmektir.
Meclis komisyonunun çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz, Kürt sorununun çözümünde ne derece etkili olabilir?
Seçme seçilme hakkı dahil en temel demokratik haklara saldıran, milletvekillerini ve belediye başkanlarını hapiste tutan, Anayasa’yı tanımayan, Meclis’i de temel işlevlerinden soyutlayan iktidarın kurduğu bir “Meclis Komisyonu”nun muhalefet açısından işlevsel, demokratik bir kapasitesi olabilir mi? Şurası kesin: İktidar bu komisyona muhalefeti de katarak, iktidarın esas planının ne olduğunu ve nereye varacağını bilmediğimiz bu sürece ortak etmiş, en azından iktidar karşısındaki itiraz ve sorgulamaları zayıflatmıştır. İkinci oturumda oy birliği ile alınan “gizlilik” kararı ile kamuoyuna yönelik olarak muhalefetin de kendisine ortak olduğu algısını pekiştirmiştir. İşlevi bırakılmamış bir Meclis’te, işlevi meçhul bir komisyon kurarak, dâhil olunabilecek ya da genişletilebilecek bir demokratik katılım mekanizması kurulduğu izlenimini yaratmıştır.
"Bize halkın meclisi ve komisyonları lazım"
Bugün muhalefet güçleri Saray’a karşı kitle hareketini, halk muhalefetini ilerletmek yerine Meclis Komisyonunun gizliliğine dair anlamsız tartışmalarla meşgul oluyorsa, Kürt sorunundan çok, geniş bir muhalefet cephesi ve büyük bir halk hoşnutsuzluğu karşısında dara düşmüş iktidarın soluklanma sorunu çözülüyor demektir. Büyük kitlesel toplumsal seferberlikler gerektiren köklü tarihsel bir sorunla karşı karşıyayız. Yani bize halkın meclisi lazım ve o meclisin komisyonları lazım. TBMM’yi içerden dönüştürmekten değil, sokaktaki militan kitlesel hareketi, tecrübeyi, potansiyeli bir siyasal güç olarak örgütlemekten söz ediyoruz. Açıkçası Türkiye’de, Fırat’ın doğusunda da batısında da o potansiyel var.
Diğer söyleşiler:

SOSYALİSTLER 'BARIŞ SÜRECİ'Nİ DEĞERLENDİRİYOR – 9
Halkevleri: Çözüm 'masa başı'nda değil, sokakta

SOSYALİSTLER 'BARIŞ SÜRECİ'Nİ DEĞERLENDİRİYOR – 8
ESP Eş Genel Başkanı Çepni: Türkiye sosyalist hareketi istisnasız özeleştiri vermeli

SOSYALİSTLER 'BARIŞ SÜRECİ'Nİ DEĞERLENDİRİYOR - 7
Yeşil Sol Eş Sözcüsü Asena: Sosyalistler seyirci kalmamalı, 'Sol Odak' yaratılmalı

SOSYALİSTLER 'BARIŞ SÜRECİ'Nİ DEĞERLENDİRİYOR - 6
SYKP Eş Genel Başkanı Mertcan Titiz: Kalıcı barış için sürecin seyircisi değil, öznesi olmalıyız

SOSYALİSTLER 'BARIŞ SÜRECİ'Nİ DEĞERLENDİRİYOR - 5
EHP Genel Başkanı Öztürk: Kürt hareketi üstüne düşeni yaptı, sosyalistler çağrıyı ihmal etmemeli

SOSYALİSTLER 'BARIŞ SÜRECİ'Nİ DEĞERLENDİRİYOR - 4
SOL Parti Sözcüsü Önder İşleyen: 'Erdoğan’ı iktidarda tutma oyunu'nun parçası olunmamalı

SOSYALİSTLER 'BARIŞ SÜRECİ'Nİ DEĞERLENDİRİYOR - 3
TÖP Sözcüsü Perihan Koca: Meclis'te atılacak hiçbir adımın garantisi yok

SOSYALİSTLER 'BARIŞ SÜRECİ'Nİ DEĞERLENDİRİYOR - 2
EMEP Milletvekili Bayhan: İktidar işi yokuşa sürüyor, tek yol birleşik mücadele

SOSYALİSTLER 'BARIŞ SÜRECİ'Nİ DEĞERLENDİRİYOR - 1
SODAP Sözcüsü Konukçu: İktidar siyasi sorumluluk almalı, toplum sürece dahil edilmeli
(AB)








