Yunan mimar Sgoutas, şehir planlaması kararlarının politik olduğunun ve sosyal dokuyu belirlediğinin üzerinde dururken, İrlandalı mimar Justin Kilcullen ise BM Milenyum Hedefleri arasında 2020'ye kadar varoşlarda yaşayan 100 milyon insanın hayatının düzeltilmesi olduğunu hatırlattı. Ruşen Keleş'e göre İstanbul nüfusunun yaklaşık yarısı gecekondularda yaşıyor, Ankara'da ise bu oran yüzde yetmiş.
Şehir bütünlüğü ve sosyal eşitlik şart
Sgoutas mevcut şehircilik anlayışının farklı sosyal sınıfların birbirinden ayrı yaşamasına neden olduğunu söylüyor. Alınan politik kararlar şehir planlamasının sosyal sınıflar arasındaki farkı artıran ve varolan farkı pekiştiren yapılanmalara yol açıyor. Bu anlayış sonucunda büyük şehirlerde karşı karşıya olunan birbirinden fiziksel olarak ayrılmış "fakirler varoşu" ve "zenginler varoşu".
Sgoutas'a göre şehir plancılığının en büyük ironisi, sınırsız şehirler ve sosyal eşitliğin sınırlarının darlığı. "Aslında sosyal eşitlik sınırsız olmalı ve şehirlerin sınırları belli olmalı."
Ruşen Keleş'e göre de, belli bir noktadan sonra büyüme, şehirler için olumsuz; şehir nüfusu ve coğrafi sınırlarının üst limiti olmalı.
Sosyal eşitliğin sağlanması için, varoşlarda toplumdan soyutlanan halkın kendilerini şehrin bir parçası olarak hissetmesi şart.
Sgoutas, "Yaşayanlara aidiyet hissi vermeyen hiçbir toplu konut projesi başarıya ulaşmış sayılamaz" derken, Kilcullen de varoşlarda yaşayanların katılımı olmadan bölgelerin iyileştirilmesinin imkansızlığına dikkat çekti.
İstanbul nüfusunun yüzde ellisinin, Ankara nüfusunun yüzde yetmişinin gecekondularda yaşadığını belirten Keleş'e göre, çözüm ancak yoksulluğa son vermekle mümkün. Varoşlarda yaşayan insanların zorla tahliye edilmesinin tek sonucu, şehrin başka yerlerinin varoş haline gelmesi oluyor.
Ana mesele toprak sahibi olmak
Sgoutas katılımcı Justin Kilcullen'ın Dublin'de mimari ve fakirlik üzerine yaptığı bir konuşmada "iltizam hakkı"na değindiğini hatırlatıyor, ve yaşanan sorunların çözülmesinde ilk adımın yoksulların toprak sahibi olması olduğunu söylüyor.
Halkın çoğunun yoksul olduğu ülkelerde, imara açılan topraklar yaşayacak yere ihtiyacı olan halkın ev inşa edemeyeceği ya da kirada oturmayacağı kadar pahalı. Bu yüzden yoksul halk bir yandan şehrin dışında kurduğu varoşlarla şehrin sınırlarını genişletirken, aynı zamanda şehrin içinde kullanılmayan topraklara da el koyuyor.
Toprak sahibi olmayanlar tarafından yasadışı olarak kurulan bu yerleşim merkezlerinde su, kanalizasyon gibi altyapı hizmetleri yok. Sgoutas, özellikle de gecekondularda yaşayanların altyapı hizmetleri için mafyadan yararlanmak zorunda kaldığını belirtirken, Kilcullen ise zorunlu tahliye riskinin etkilerinin altını çiziyor.
Kilcullen varoşların kötü durumunun esas olarak yaşayanların iltizam hakları olmamasından kaynaklandığını söylüyor. "Varoşlarda yaşayanlar da herkes gibi evlerini daha bakımlı ve yaşanır hale getirmek istiyor. Ancak her an yerlerinden edilme korkusu bu insanları küçük yatırımlardan dahi kaçınmaya itiyor."
Keleş'in toprak sahibi olmak konusunda üzerinde durduğu nokta ise özel mülkiyet anlayışının değişmesi.
"Söz konusu toprak olduğunda, kendimizi sahip değil mirasçı olarak görmeliyiz. İnsanlar mülkiyet hakları olduğunda toprağı kendi çıkarlarını düşünerek kullanıyor, ve bir süre sonra kullanılamaz hale getiriyorlar. Ancak mirasçılık olgusu, toprağın gelecek nesiller için de kullanılmasını beraberinde getiriyor. Mülkiyet haklarında eksik olan sosyal sorumluluk kısmı yeniden tanımlanmalı ve vurgulanmalı."
Mimarlar ne yapabilir?
Sgoutas sosyal sorunlar göz ardı edilerek mimarlık ve şehir plancılığı yapılamayacağının hep farkında olduğunu, ancak eskiden mimarlığın değişim aracı olarak nasıl kullanılacağından emin olmadığını söylüyor. Sgoutas'ın görüşleri bir UNESCO raporunda "alanların sosyal bölünmesi" ifadesini görünce değişmiş ve mimarlık anlayışının temeli alanların tekrar birleşmesi, farklı sosyal sınıfların alanları paylaşabilmesi olmuş.
Kilcullen'a göre ise dünyayı organize etme şeklimizi tamamen değiştirmeliyiz. Mimarlar varoşlarda yaşanan dışlanma, sosyal eşitsizlik, şiddet, artan HIV/AIDS vakaları ve zorunlu tahliye riskini otoritelere duyurmalı, çünkü yaşanan sorunun en önemli nedenlerinden biri politikacıların ilgisizliği.
Kilcullen, mimarlar arasında sıkça kullanılan "Mimari iki tuğlanın bir araya gelmesinden ibarettir" sözünü hatırlatıyor ve artık teneke, karton kutu gibi malzemelerden yapılan evlerin de mimarların ilgi alanına girmesi gerektiğini vurguluyor:
"Mimarlar varoşlardaki mimarinin farkına varmalı, yoksulluğa karşı verilen küresel savaşın bir parçası haline gelmeli, ve şehirleri halk için geri almalı!"
İzleyicilerden Meksikalı mimar Cortez ise, mimarlık öğrencisiyken sosyal eşitsizlik ve şehir planlaması gibi konularda eğitim görmediğini, meslek hayatının başlarında bunun eksikliğini hissettiğini belirtti. Cortez'e göre mimarlar okuldan toplumsal sorumluluklarının farkında olmadan mezun oluyor.
G8 ülkelerine de seslenen mimarlar sürdürülebilir şehircilik anlayışlarının, barınma sorunlarının bir an önce ön plana getirilmesi gerektiğini belirtti. Keleş'e göre G8 ülkelerinin yoksulluk hakkında konuşurken, arsaların kişisel mülk olma sürecini konuşması şart.
İstanbul Bildirgesi'nin daha önceki mimarlık konferanslarının bildirgelerinden farklı olmasını umduklarını belirten mimarlar, artık mimarinin ve mekanların sosyal ve politik yanlarının öne çıkması gerektiğini söyledi. (EK)