Her şeyden önce bu kampanya, erkeklerin kadınlara yönelik şiddetini genel bir şiddet tahlilinin altbaşlığı olmaktan çıkarıp, erkek şiddetini kendi özgüllüğü içinde ele almış ve erkek egemenliğine/iktidarına bağlamıştı.
Bağır Herkes Duysun!
Erkek şiddetinin açıklamasını eğitimsizlik, alkol, şiddete yatkınlık, ekonomik sorunlar türünden etkenlerde arayanlara karşı Bağır Herkes Duysun! bu şiddetin, erkeklerin kadınlar üzerinde denetim sağlamak, kadınları sindirmek için sistematik olarak başvurdukları bir yöntem olduğunu ortaya koyuyordu. İkincisi, kampanyanın doruk noktalarından birini, belki de en önemlisini oluşturan,
İstanbuldaki kadın yürüyüşü, kadınları bir toplumsal çatışmanın tarafı olarak sokağa çıkarmıştı. Erkeklerin ancak arkadan izlemelerine izin verilen bu ilk yürüyüşle birlikte feminizmin erkek egemenliğine karşı ayrılıkçı bir politika olduğu ilan ediliyordu.
Üçüncüsü, bu kampanya kadınları kendi kurtuluşlarının aktif, kolektif öznesi olarak kuruyordu:
Yine İstanbulda kurulan Geçici Kadın Müzesinde olsun, Kariye Şenliği ve onun ardından Şişhanede Madamın Kahvesinde yapılan toplantılarda olsun, çok farklı kadınlık durumlarından, kültürlerden, sınıflardan gelen kadınlar kendi düşünceleri, emekleri, duyguları ve tanıklıklarıyla kampanyaya katılıyorlardı.
Kampanya tanıklıklardan oluşturulmuştu
Bağır Herkes Duysun! da buralardan süzülerek gelen tanıklıklardan oluşturulmuştu. Başka türlü söylendiğinde, kampanya etkinliklerinin biçimleri ve çeşitliliği birbirinden çok farklı kadınların katılımına imkân tanıyor, böylelikle de ortaya kampanyanın katılımcıları ve adına kampanya yapılanlar diye bir ayırım çıkmıyordu.
Dördüncüsü, gerek bu son noktayla bağlantılı olarak, gerekse de kampanyaya damgasını vuran erkek şiddeti tahlili sayesinde kampanya kadın dayanışmasını bir imkân olarak ortaya koymuştu:
Dayak yemiş kadınlarla (henüz) yememiş kadınlar arasında bir dayanışma kurulabilmişti çünkü erkek şiddeti sistematik bir iktidar aracı olarak kavrandığında bunun bütün kadınlar için bir tehdit olduğunu görmek hiç de zor değildi.
Ve nihayet, kampanyanın çok somut ve bir o kadar da radikal bir hedefi vardı: Feminist ilkelerle kurulmuş bir sığınak!
Bu o kadar doğru bir hedefti ki, kampanya yıllar boyunca haberleşme/danışma/destek/dayanışma ağları biçiminde soluğunu sürdürebildi. Dediğim gibi, bu soluğun hâlâ dosta-düşmana fısıldayacağı çok şey var (GAS/BA)
* Gülnur Acar Savran'ın yazısı Dayağa Karşı Kampanyanın 20. yılı dolayısıyla Feminist Kolektifin çıkarttığı bültende yayımlandı.