Centre for Educational Sciences & Teacher Research at the University of Gothenburg, İsveç Araştırma Enstitüsü'nde "Türkiye'de Vatandaşlık ve Eğitim / Bazı Yansımalar" (Citizenship&Education in Turkey / Some Reflections) başlıklı seminer düzenledi. Seminere konuşmacı olarak Bilgi Üniversitesi'nden Doç. Dr. Kenan Çayır ve Yıldırım Beyazıt Üniversitesi öğretim üyesi Tuba Kancı katıldı.
Seminerde önce Kenan Çayır konuştu. Çayır konuşmasında Türkiye'de karşıtlıkların yaşandığını söyledi. Bu savını Müslüman bir ülke olarak tanımlanmasının yanında başörtüsünün yasaklanması; kadın cinayetlerinin ve cinsiyetler arası eşitsizliğin yüksek olmasına karşın kadınların seçme ve seçilme hakkının birçok Avrupa ülkesinden önce verilmesi ve bir kadının 1994 yılında başbakanın olması; insan hakları ihlallerinin yüksek olmasına rağmen 1998'den beri ilk ve orta eğitimde insan hakları ve vatandaşlık eğitimi adında bir dersin veriliyor olması gibi örneklerle destekledi.
"Ekstra modernleşme"
Çayır'a göre bu karşıtlığı anlamak için de Türkiye'nin modernleşme sürecine bakılması gerekiyor. Buna göre, geç modernleşme ve Batı'nın gerisine kalmış olma hissi "ekstra modernleşme"ye yol açtı.
"Geç modernleşme 'Nasıl modern bir devlet olunur?' ve 'Türk kimdir?' sorularını ortaya çıkardı. Modern devlet olmak için idealize eden Batı'nın yöntemleri kullanıldı. Savaşılan Batı, idealize edilerek modernleşmede onun yöntemleri uygulandı. Türk kimdir sorusu ise etnik ve dini farklılıkların dışlanması ve asimilasyonu sonucu oluşturulan ulusal vatandaşlık kavramıyla şekillendi."
Vatandaşlık ve insan hakları eğitimi kitabında etnik ve dini farklılıklardan hiç bahsedilmediğini belirten Çayır, etnik grupların görünürlüğünün artması, sivil toplum örgütleri ve entelektüellerin resmi tarihçiliğe karşı çıkması, şüpheli yaklaşan bazı gruplar olsa da iktidarın Kürt, Alevi, Roman açılımları yapması bakımından Türkiye'nin büyük bir dönüşüm yaşadığını söyledi.
"Çatışma ve demokratikleşme"
"Bu dönüşüm süreci iki olasılık barındırıyor; çatışma ve demokratikleşme. Farklı etnik grupların artan talepleri ve daha görünür olması bazı gruplar tarafından ulusal kimliğe yönelik bir tehdit olarak algılanıyor. Bu, Kürtlere yön linç girişimlerinde görüldüğü gibi toplumsal çatışma yaratıyor."
Çayır'a göre bu süreç, ilk kez Kürt, Alevi ve Romanların problemlerinden bahsedilmesi, sivil toplum örgütleri, sol gruplar ve entelektüellerin harekete geçmesi bakımından çoğulculuk ve demokratikleşme olasılığı da barındırıyor. Çayır, bunun gerçekleşmesi için nasıl bir vatandaşlık ve insan hakları eğitimi düzenlenmesi gerektiğini sorguluyor.
Daha önce kullanılan vatandaşlık ve insan hakları eğitimi kitabı liberal asimilasyonist bir yaklaşımı olduğu ancak yine de insan hakları ile ilgili önemli referanslar da içerdiğini söyleyen Çayır, ders kitabını açıklayacak cümleyi şöyle kurdu: "Haklarımızı bilmeliyiz ama devlete karşı gelmemeliyiz'.
Zaten Çayır'a göre çok kültürlü vatandaşlığın oluşturulmasında eğitim yeterli değil: "Eğer sistematik eşitsizlik sorgulanmazsa vatandaşlık eğitimi öğrencilerin demokratik yeteneklerini arttırmalarını sağlamıyor."
"Vatan uğruna ölmek"
Türkiye'de modernleşmenin devlet merkezli olduğunu ve eğitimin toplumu disipline etmek için bir araç olduğunu belirten Tuba Kancı, Cumhuriyet'in ilk yıllarından günümüze ders kitapları hakkında konuşma yaptı.
Kancı, Erken Cumhuriyet dönemi ders kitaplarında, dönemin elitlerinin algılarının yansıması görüldüğünü ve ülke toprağına vurgu, "vatan sevgisi", "vatan uğruna ölmek" gibi kavramların kullanıldığını söyledi: "Vatan için en temel hizmet olarak askerlik görülüyor ve kadınlar askerlikten muaf olmalarıyla otomatikman ikinci sınıf vatandaş haline dönüşüyor."
Bu dönem ders kitaplarında haklardan bahsedilmediğini ve etno-kültürel referansların olmadığını belirten Kancı, 1930'larda etnik vurgunun güçlendiğini söylüyor.
Bu dönemin ders kitaplarında aile ve devlet arasında paralellik çok güçlü; ideal vatandaş orta sınıftan, evli, çocuklu, aydınlanmış ve ekonomik olarak iyi durumda erkek olarak tanımlanırken ulusun biyolojik ve kültürel olarak çoğaltıcıları olan ideal kadın ise eğitimli, modaya uygun giyinen, çocuklu kadınlar.
1940'ların ikinci yarısında ders kitaplarındaki etnik vurgu azalırken, toplumsal cinsiyetin etkisi ise 90'lara dek devam ediyor.
Ders kitaplarında 'tehdit' kavramı
Kancı, 1980 darbesinden sonra Sünni İslam'ın Türklüğün temel karakteri olarak vurgulandığı yeni bir dini ve etnik tarih yazımının başladığını belirtti. "Bu dönem ders kitaplarında, vatan sevgisi ve vatan için canını feda etmek yerine 'tehdit' kavramı kullanılıyor. Devlete yönelik iç ve dış tehditlerin vurgulandığı metinlerde bireylerin hakları ulusal güvenlik kaygısıyla kısıtlanıyor. Etnik ve dini kimlik talepleri tehlikeli görülüyor."
2000'li yıllarda eğitimde modern standartlara ulaşmak için yapılan müfredat çalışmalarında Avrupa Birliği'nin ve sivil toplum örgütlerinin etkisi olduğunu belirten Kancı, son dönem ders kitaplarında azınlıklara referansların olmadığını, ödev yerine hakların vurgulandığını ve kadın erkek eşitliliğinin daha fazla görüldüğünü belirtirken, haklar konusunda ise en çok tüketici haklarına vurgu olduğunu belirtti. (