Alataş'a göre, bu durumdan herkesin payına düşen dersler var.
"Anayasa'daki 'insan haklarına saygılı' -ki bize göre insan haklarına dayalı olması gerekir- devletin görevini ne kadar yerine getirdiğini gösteriyor bu durum. Demek ki, 'işkenceye sıfır tolerans' söylemi yeterli olmuyor."
Alataş, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Başkanı Yavuz Önen ve Türkiye'de işkence algısıyla ilgili araştırmalar yapan Prof. Dr. Melek Göregenli, BBC araştırmasının sonuçlarını bianet'e yorumladı.
BBC Dünya Servisi'nin yaptırdığı, 25 ülkede 27 bini aşkın kişinin katıldığı araştırmaya göre, "Teröristler öyle bir tehdit oluşturuyor ki, devletlerin masum yaşamları kurtaracak bilgi sağlayacaksa, belli oranda işkence yapmasına izin verilmeli" diyenlerin oranı yüzde 29. Bu oran Türkiye'de yüzde 24. En çok "işkenceye izin verilebilir" diyenlerse İsrail'de: Oran yüzde 48.
Göregenli: Asıl işkenceyi meşrulaştırmayanları araştırmak gerek; umut orada
Geçen yıl Diyarbakır'da, önceki yıl da İzmir'de "Şiddet ve İşkenceye Yönelik Tutum ve Değerlendirmeler" alan araştırmalarını gerçekleştiren Prof. Dr. Göregenli, Türkiye'de işkencenin meşrulaştırılmasının daha yüksek olduğu kanısında.
"Militarizmin, erkek egemen anlayışın, toplumsal gruplar arasındaki eşitsizliğin bu denli yüksek, sosyal adaletin bu kadar düşük olduğu bir toplumda, şiddetin, işkencenin meşrulaştırılması beklenen bir şey.
"Ama bu araştırmaya göre Türkiye bence bayağı iyi durumda görünüyor. Benim kendi izlenimim, Türkiye'de işkencenin daha yüksek oranda meşrulaştırıldığı."
Ancak, sosyal bilimlerin bu olgunun diğer yönüne de odaklanması gerektiği görüşünde Göregenli. İsrail örneğini veriyor.
"İsrail gibi çatışmalı, şiddetin, savaşın, acını içinde yaşayan toplum içinde "Hiçbir durumda işkence meşru değildir" diyenlerin incelenmesi gerekiyor. Bu insanlar işkenceyi neden meşrulaştırmıyorlar? Umut penceresi burada."
İşkence ve şiddet nasıl meşrulaşıyor?
Göregenli, "hukukun üstünlüğünün" zihniyetin arka planında yer aldığı toplumlarda işkencenin ve şiddetin meşrulaştırılmasının çok daha zor olduğuna dikkat çekiyor.
"İşkencenin daha kolay meşrulaştırılabileceği ülkelerin ortak özelliği, sadece işkence değil, suçun, şiddetin, hukukun ve adaletin nasıl algılandığıyla ilgili bir sorun olması. Suçun cezalandırılmasının kurumsal ve toplumun üzerinde anlaştığı bir metin yoluyla gerçekleşmesi gerektiğini düşünen, hukukun bireysel sistematik olarak içselleştirildiği toplumlarda, işkence daha az meşrulaştırılır."
Burada, işkencenin "hak edilen" bir şey olduğuna dair algı işliyor Göregenli'ye göre.
"Bırakın başkasına yönelik işkenceyi, kendileri işkenceye uğramış insanlar bile işkencenin 'hak edilen' bir şey olabileceğine dair akıl yürütmeyi meşru sayabiliyorlar. Kendi araştırmalarımda, "Bana haksız yere işkence yapıldı" ifadesine çok rastladım."
Dolayısıyla, işkencenin meşrulaştırılmasında, toplumun "daha demokratik bir zihniyet arka planı" olmaması büyük rol oynuyor.
Bir başka faktör de, işkencenin "suçun cezalandırılması" gibi görülmesi.
"İşkence hukuksal sürecin bir parçası değil; tam tersine hukuk dışı. Ama işkence suçlunun cezalandırılması gibi görülebiliyor. Oysa ceza yargılamadan sonra verilir. Ama işkence için 'suç işledi; cezalandırıldı' algısı var."
Böyle bir algının ortaya çıkmasındaysa, işkence görenin nesneleştirilmesi yer alıyor. "Suç olgusunu ve suçluyu bağlamının dışına koymak, insanı nesneleştiriyor. 'Kötü', 'terörist', 'kötücüllük onun içinde' algıları oluşuyor. O zaman da, ona yapılan her şey meşru hale geliyor. Her türlü suçun o suçu oluşturan koşulları ortadan kaldırdığımız zaman yok olacağını düşünmediğimiz sürece şiddetin, işkencenin meşrulaşmasına kapı açmış oluyoruz."
Önen: Toplumlar korkutuluyor, işkence meşrulaştırılıyor
Önen, işkencenin meşru görülmesinin, toplumların korkutulmasıyla ilgili olduğunu düşünüyor.
"Toplumları korkutmak, otoriter yönetimleri, hegemonyaları yaşatabilmenin dayanağı haline geldi. Bu korku, yalnız işkencenin değil, antidemokratik, otoriter yaşamın da temellerini oluşturuyor."
Türkiye'deyse işkencenin politik nedenlere bağlı olduğunu söylüyor Önen. Güvenlik kuvvetlerinin şiddet uygulamasının, öldürme eğiliminin, "devletin bekasına, milletin bölünmez bütünlüğüne" bağlanan bir yanı olduğuna dikkat çekiyor.
"Bu öğreti politiktir. Politik kurumlar tarafından uygulanır."
"BM'nin işkence tanımından bir adım bile geri adım atılmamalı"
Önen, işkencenin meşrulaştırılmasındaki önemli faktörlerden birinin de işkenceyle kötü muameleyi birbirinden ayırmak olduğunu söylüyor.
"Oysa, uluslararası hukukta en gelişkin hukuk, işkenceye karşı olan hukuktur. Hiçbir açık kapısı yoktur. İşte şimdi bunu aşmaya çalışıyor, tahrif etmeye çalışıyorlar. Birleşmiş Milletler sözleşmelerinin tahrif edilmesine izin verilmemeli. Buradaki tanımlar esnetilmemeli.
"Bu hukuk özgürlüğünden alıkonulmuş insanları konu alıyor. Psikolojik şiddetten ağır acı vermeye kadar bütün uygulamalar bu kapsamda. Bir grup insan, bir meydanda çevrelendikten sonra kötü muamele görüyorsa da bu kapsamdadır. Bir insanın bedenine hiç dokunmadan, korkutarak da işkence yapılabilir. İnsanın gözünü bağladığınız anda işkence yapmış olursunuz. Bu tanımlardan taviz verdiğiniz anda, gerisi çorap söküğü gibi gelir; işkenceyi meşrulaştırmaya başlarsınız."
Birleşmiş Milletler İşkenceye ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme'ye göre işkencenin tanımı şöyle:
"İşkence, bir kimseye karşı, kendisinden itiraf almak veya üçüncü kişi hakkında bilgi edinmek, kendisinin veya üçüncü kişinin yaptığı veya yaptığından kuşkulanılan bir eylem nedeniyle cezalandırmak veya kendisini veya üçüncü kişiyi korkutmak veya zorlamak amacıyla veya ayrımcılığa dayanan herhangi bir sebeple, bir kamu görevlisi veya resmî sıfatla hareket eden bir başka kişi tarafından veya bu görevlinin veya kişinin teşviki veya rızası veya muvafakatiyle işlenen ve işlendiği kimseye fiziksel veya ruhsal olarak ağır acı veya ıstırap veren herhangi bir edimdir."
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'yse, "işkence yasağı"nı şöyle tanımlıyor: "Hiç kimse işkenceye, insanlıkdışı veya onur kırıcı muamele veya cezaya maruz bırakılamaz."
Alataş: İşkence yasağının istisnası olmaz
Yusuf Alataş da, uluslararası insan hakları belgelerini anımsatarak, "İşkence yasağı istisna kabul etmez. Ne savaş, ne olağanüstü durum, ne iç kargaşa ne de isyan işkenceyi haklı çıkaramaz. İşkence görmeme hakkı askıya alınamayacak, kısıtlanamayacak bir haktır" diyor.
Alataş da Önen gibi "korku toplumuna" dikkat çekiyor. "İşkencenin meşrulaştırılmasında, bizzat devlet ve devlet dışı güçler tarafından yaratılan korku ve paniğin rolü var. İnsanlar korkularıyla karşılaşmamak için birilerini feda edebiliyor."
"Ortak bir insan hakları kültürüne ihtiyacımız var"
Alataş, "Demek ki insanlık onuru hâlâ işkenceyi yenebilmiş değil. Ortak bir insan hakları kültürüne ihtiyacımız var" diyor ve yapılacak çok şey olduğunu söylüyor.
Devlet: "Devlet kurumlarının bu araştırma sonucunu masaya yatırması ve insan hakları bilincinin nasıl geliştirilebileceğinin çarelerini araştırması gerek."
İnsan hakları kuruluşları: "Demek biz de işkenceye karşı mücadelede bilinç yükseltmek için yeterince çalışmamışız. Mücadeleyi yoğunlaştırmamız gerekiyor."
İnsan hakları eğitimi: "Eğitimin her aşamasında, ilköğretimden başlayarak insan hakları eğitimi verilemesi gerekiyor ki, yetişkinlikte insan hakları ilkelerinden hiçbir koşulda taviz verilemeyeceğinin bilincinde olunsun."
Medya: "Gazetecilere büyük görev düşüyor. İnsan hakları kuruluşlarının faaliyetlerinin, idari, yargısal makamların olumlu tutumlarının kamuoyuna yansıtılması, ancak medyayla olabilir. İnsan hakları mücadelesinin sesini medya duyurur. Bu nedenle medyanın insan hakları kuruluşlarıyla, daha sıkı çalışması gerek.
"Gazetecilerin kendilerinin de insan haklarıyla ilgili bilgilenmesi gerekiyor. Gazetecilerin uluslararası belgeleri bilmesi, insan hakları bilinci açısından eğitimden geçmesi, hak savunucularıyla ilişkiler ağı içinde olması gerek.
"İnsan haklarının kısıtlandığı ülkelerde en temel hedef medyadır. Medya bütün toplum gruplarının hak ihlalleriyle karşı karşıya kaldığı durumlarda tepki gösterebilmeli."
Yavuz Önen de sivil toplumun bilinç yaratma, bilgi yayma, işkenceye karşı duyarlılığı yükseltmek için çabalaması gerektiğini söylüyor. "Bu sadece insan hakları kuruluşlarının çabasıyla olamaz. Sendikaların, siyasi partilerin, bütün sivil toplum örgütlerinin işkenceye karşı mücadeleye dair özel bir programı olmalı."
Göregenli: İnsan haklarına dayanan bir yaşamın mümkün olduğunu göstermemiz gerek
Melek Göregenli, BBC'nin araştırmasının kendisinin de işkenceyi meşrulaştırmaya hizmet ettiğini düşünüyor.
"İnsanlara iki seçenek verirseniz, iki seçeneğin de eşit meşruiyette olduğunu düşünme eğilimi ortaya çıkar. 'Masum insanları kurtarmak için işkence yapılabilir' seçeneği, zaten işkencenin hangi durumlarda meşru olabileceğine dair bir yönlendirme içeriyor. Bu etik bir sorun."
Oysa bu tür araştırmalarda asıl yapılması gereken, "şiddetsiz bir hayatın mümkün olduğunu" da göstermesi.
"Bir araştırma bize işkencenin neden meşrulaştırıldığını söylüyor, ama nasıl meşrulaştırılmayacağını söylemiyorsa, meşrulaştırmaya hizmet ediyor demektir. Çünkü durumun değiştirilmesinin mümkün olduğunu söylemiyordur. Sosyal bilimler, şiddete neden olan koşulların kesinlikle değiştirilebilir olduğunu da göstermek durumunda."
Göregenli, işkenceyle mücadele için gazetecilerin de insan haklarına dayalı bir habercilik yapması gerektiğini söylüyor.
"Medya insan haklarına dayalı bir yaşamın mümkün olduğunu belirtmezse, insan hakları ihlallerinin meşrulaştırılmasına hizmet eder. Yayınlarda, varolanın tersinin de mümkün olduğunun yer alması gerek."
Alataş: Temel insan hakları oylama konusu olamaz
Alataş araştırmanın insan haklarına dair bilinç düzeyinin ne olduğunu göstermeye yaradığını söylüyor ama, özenle vurguladığı bir şey var:
"Temel insan hakları oylama konusu olamaz; kişilerin tercihine bağlı değildir. Çünkü bu haklar, hem çoğunluğun tahakkümüne karşı hem de yönetme, yargılama ve şiddet kullanma yetkisine hukuken sahip olan devletlerin mutlak güçlerine karşı geliştirilmiş olan kavramlardır.
"Türkiye'de demokrasi olsun mu olmasın mı, diye bir oylama yapabilir misiniz? Diyelim yaptınız ve yüzde 60 'askeri diktatörlük istiyoruz' dedi. Bu durumda diktatörlük meşruiyet mi kazanmış olur?" (TK)