Bu doyumsuz yazıda, Aktan'ın gazeteyle ilgili kurduğu hayallerle, gazeteye girdikten sonra yaşadığı hayal kırıklığı arasındaki umutsuzluğu çok net bir şekilde görmek mümkün.
Aynı gazetede, kurulduğu 2004 Şubat'ında çalışmaya başlamış ama bir yıl sonra, yaşananlardan ötürü gazeteye dönmeme kararı alan biri olarak, o zamandan bu zamana gazetecilik adına yaşadıklarımı kısaca paylaşmak istiyorum.
Birgün 'den ayrıldıktan sonra, bir süreliğine kafamdaki her türlü sorundan uzaklaşmak için gittiğim memleketimden ekim ayında ayrılıp, nedense bu topraklarda yaşayan herkesin dimağında kalmış bir taşı toprağı altın durumuna sahip İstanbul'un yolunu tuttum.
Amacım elbette, muhabirlik yapabileceğim bir gazete bulmak ve çalışmaktı. Ancak 2,5 ay kaldığım İstanbul'da, bana bırakın iş kapısı aralamayı, başvurularımın hiçbirine olumsuz dahi yanıt vermeyen gazetelerin, basın organlarının halini görünce oturup seçtiğim mesleğin ne mene bir şey olduğunu çözmeye çalıştım.
Yaşadıklarımı benim durumumdaki binlerce gazeteciye, gazeteci adayına uygulayan acımasız bir sistemin içinde yer almak ne kadar doğruydu?
Bu süre zarfında bana kapılarını açan bianet oldu. Gazetecilik yapmam için imkanları dahilinde bana kapılarını tereddütsüz açtılar. Böylece BİA'nın ben öğrenciyken İzmir'de yaptığı tanıtım toplantısında dile getirilenlerin yerini bulduğunu bizzat yaşamak beni geleceğe dair umutlandırdı.
Ankara
Daha sonra BİA ekibine minnet duygularımı sunarak İstanbul'dan ayrıldım.
Böylece, İstanbul'a "Bu sefer ben galip geleceğim" edasıyla girenlerden biri olmamama rağmen, yenilgiyi kabullenip başkentin yolunu tuttum.
Malum, başkentte daha önce gazetecilik yaptığımdan belki burada bir şansım olur diye düşündüm.
Ankara'da netice itibariyle İstanbul merkezli gazetelerin ofisleri olduğundan, orada da kapılar önümde açılmadı.
Trabzon
Bir sürü görüşme, söylenen onca söz derken kendimi Trabzon'da buldum. Rahip cinayeti ve linç girişimlerinden sonra doğup büyüdüğüm bu kente gelmemiştim uzun zamandır.
Buraya da yabancılaştığımı hissettim, içim daraldı. O geçmişin sakin kentinin adının şiddet olaylarıyla anılması çok yaraladı beni.
Oysa Trabzon çok daha bambaşka bir kent olabilirdi.
Olamadığı için, basın da bundan nasibini aldı ve milliyetçi söylemlerle kuşanan basmakalıp gazeteler ortalığı sardı.
İzmir
Buralarda da bir iş yapılamayacağını düşünüp, eski gözağrım, öğrencilik kentim İzmir'e geri dönmeye karar verdim.
İzmir'de de gazeteciliğin pek parlak bir seyri olmadığını biliyordum ama en azından İzmir yaşanabilir bir kent.
Bir ay, iki ay derken, bir tanıdığın referansıyla, daha önce Ankara'dayken iş başvurusu yaptığım ama nedense ertelenen ANKA Ajansı'nın Ege Bölge Temsilciliği'ne muhabir olarak alınacağım muştulandı.
Gittim, görüştüm ve Mayıs 24 itibariyle işe başladım.
ANKA
Bana sunulan şartlar, ilk iki ay 1475'ten, daha sonra 212'den sigorta biçimindeydi. Neyse, aradan biraz zaman geçti, beni işe alan ve temsilcilik görevini yürüten gazeteci işten alındı.
Buna gerekçe olarak da, "Kurum kimliğiyle bağdaşmayan işler yapması" gösterildi. Bilmeyen de ofiste içki içilip, dansöz oynatıldığını düşünecek.
Halbuki yapılan iş, ajansın Ege Bölgesi'ne tanıtımını sağlamak amacıyla ekonomi konulu bir toplantı düzenlemekti. Bu toplantıdan sonra yaklaşık 30 yıldır gazetecilik yapan temsilci görevden alındı.
Ben daha bu durumun şokunu üzerimden atamamışken, temsilcinin yerine ofiste reklam müdürlüğü yapan ama "koordinatör" sıfatı verilmediği için kendini paralayan kişinin, iki gün sonra temsilci olarak başıma gelmesi beni oldukça sarstı!
Bir gazetecinin çalışma ortamı, onu doğrudan etkileyen bir faktör. Gazetecilikten gelmeyen eski reklam müdürü yeni temsilci, daha önce eski temsilciye yaptığı gibi, ofiste olup bitenleri, teknolojinin tüm imkanlarını da kullanarak Ankara'ya bildirmekten geri durmadı.
Kendini her konumda feda etmeye hazır bir görüntü sergiledi, Ankara'ya ben sizi idare ederim mesajları gönderdi. Hatta,daha önceki uyarılarıma aldırmadan, haber yazmaya da başladı.
Bu konuda o kadar hırslıydı ki, Outlook Express'e ikimizde şifreyle girince, nedense haberler hep onun bilgisayarında görünüyordu ama benim kullandığım bilgisayara hiç bir şey gelmiyordu.
Neden sonra anladım ki, ağ bağlantısı olmayınca haberler ona doğru gidiyor. Dolayısıyla o da en basit haber bültenini alıp, habere çevirmekte beis görmüyor.
Hakkımı aradım, kapı gösterildi
Daha sonraki süreçte, bundan daha da beter bir durumla karşılaştım. Bana ödenmesi gereken maaş, uzun zamandır ödenmiyordu. Ben neredeyse bir buçuk aydır çalışıyordum ama sürekli cepten gidiyordu. Ve artık deniz bitmişti, işe gidecek param dahi kalmadı.
Birtakım telefon görüşmelerinden sonra, bana hakkımın çok altında bir para ödendi ve işime son verildi. Neden?
Hakkımı talep ettiğim için. Sonradan öğrendim ki Ankara'da da hakkını arayanlara yol verilmiş. Neticede bana ödemeleri gereken ücret bir buçuk ayın karşılığı olmadı. Ödedikleri meblağ için bana, "Kimseye ücret ödenmedi. Sana özel bir durum yaratıldı. Ama sen çok ısrar ettin. Tahammül sınırlarını aştın. Biz de daha fazla bu durumu yürütemeyeceğiz. Sen bizi idare edemedin" yollu açıklamalar yapıldı.
Yani, onca emeğimin karşılığında bana verilen para lütfedilmişti. Ben de telefonda kendilerine şunları ifade ettim: "Yaklaşık bir buçuk aydır ajanstayım. Hiç kimse bize telefon açıp bir ihtiyacınız var mı diye sormuyor. Üstüne hakkımızı çeşitli zamanlarda dile getirdiğimizde de kötü adam ilan edilip, kara listeye alınıyoruz. Siz bana para ödediniz ama mağduriyetim giderilmedi."
Buradaki mağduriyet de şu: Ajansta çalışıyorum diye bir ev tuttum, borç parayla. Şimdi o evi boşaltmak durumundayım. Neden mi? Çünkü, İzmir'de hemen iş bulunmuyor. Dolayısıyla evin kirasını ödeyemeyeceğim. Üstelik ajansın bana yatırdığı para, evin zararını karşılamıyor. Bu durumda bana yine memleket yolları görünüyor.
Gördüğüm zararı kim tamir edecek?
Tüm bunları neden yazdım? Birincisi gazetecilik yapmak isteyenlere ders olsun diye.
İkincisi bir yerde çalışmanın sadece parasal karşılığı olmadığını göstermek için.
Son olarak da, son bir yıldır yaşadıklarımın beni psikolojik olarak çökerttiğini anlatmak için.
Şimdi bu ajansın yöneticileri, böyle bir şey yaparak bende yarattıkları tahribatı tamir edebilirler mi?
Beni yerimden ederek, düzenimi bozarak bende yarattıkları tahribatı ben nasıl sineye çekebilirim?
24 Mayıs'tan 5 Temmuz'a kadar sigortasız olarak çalıştıklarımın hesabını kim soracak, benden başka?
5 Temmuz'da kadro yapıp, 10 Temmuz'da çıkış verdikleri bir çalışana para ödeyen kaç kurum var bu ülkede?
En çok neye üzülüyorum biliyor musunuz? Bizim gibi insanlar, bu kurumları dışarıda en iyi şekilde temsil den kişiler aynı zamanda. Ama bu gibi kurumların başını mesken tutanlar anlamaz bunu. Son olarak, bir yıl sonra, bavuldan çıkıp, dolaba dizilen elbiseler de size hesap soracak, yeniden karanlığa gömdüğünüz için onları, taze ümit düşmanları!(UB/EÜ)