*Fotoğraf: Sosyal medya
Yaşam Bellek Özgürlük Derneği, "Ceza Yargılaması Bakımından Adil Yargılanma Hakkının Uygulamasında Ayrımcılık" başlıklı raporun sonucunu açıkladı.
Çalışma kapsamında 10 "şüpheli / sanıkla" ve Eskişehir Barosu üyesi 10 avukatla görüşüldü ve dava dosyaları incelendi.
Araştırmada, şüphelinin / sanığın “etnik kimliğinin, inanç kimliğinin, toplumsal cinsiyet kimliğinin, zengin ya da yoksul oluşunun, siyasi görüşünün ya da şikâyetçinin bir kamu görevlisi, hükümet veya devlet yetkilisi olmasının” adil yargılanma süreçlerine etkisi incelendi.
TIKLAYIN-"Tek talepleri adil yargılanmak"
"Keyfi uygulamalar yapılıyor"
Yapılan izleme ve araştırma çalışmalarının sonunda ortaya çıkan rapora göre; “kolluğun” ev / işyeri aramalarında özel hayatın gizliliğini ihlal ettiği; dijital araçlara ve diğer materyallere keyfi el koyduğu; masumiyet karinesini dikkate almadan haksız gözaltı yaptığı, gözaltı sırasında ve gözaltı süresince şüphelilere yönelik onur kırıcı davranışlarda bulunduğu; ifade süreçlerinde şüphelinin sessiz kalma hakkını kısıtladığı, ifadeye zorladığı, sessiz kalma hakkını kullananların tutumunu terör örgütü tavrı gibi değerlendirdiği; gözaltı bilgisini şüpheli yakınlarıyla paylaşmadığı; özgürlüğün sınırlandığı durumlarda sağlık, beslenme ihtiyaçlarının karşılanmasında isteksiz davrandığı tespit edildi.
TIKLAYIN-Adil Yargılanma Hakkı Kalmamıştır
"Ayrımcılık yapılıyor"
Raporda tüm bu süreçlerde, polisin davranışlarının şüphelinin “etnik, inanç, toplumsal cinsiyet kimliğinin; zengin ya da yoksul oluşunun, siyasi görüşünün, şikâyetçinin bir kamu görevlisi, hükümet veya devlet yetkilisi” olmasının etkili olduğu belirtildi.
Ayrıca, duruşma savcılarının sanık lehine olabilecek delilleri toplamadığı, sanık lehine delil toplamayı görevden saymadığı; tarafsız hazırlanmadığı kanıtlanabilir polis fezlekesine göre iddianame ve mütalaa hazırladığı; iddianame ve mütalaalarında sanığın “etnik, inanç, toplumsal cinsiyet kimliğinin; zengin ya da yoksul oluşunun, siyasi görüşünün, şikâyetçinin bir kamu görevlisi, hükümet veya devlet yetkilisi” olmasının etkili olduğu ifade edildi.
TIKLAYIN-"Bu dosyada bir avukatın canı var"
Rapordan öne çıkanlar şöyle:
- Yargılama süreçlerinde sanıkların "etnik, inanç, toplumsal cinsiyet kimliğinin; zengin ya da yoksul oluşunun, siyasi görüşünün, şikâyetçinin bir kamu görevlisi, hükümet veya devlet yetkilisi" olmasının hâkimlerin uygulama ve kararlarını etkilediği görüldü.
- Duruşma sırasında savcıların, savunma makamı ile diyalog kurmazken mahkeme heyetiyle sessiz konuşmalar yaptığı; karar için mahkeme heyetiyle birlikte salondan çıktığı; tüm davranış ve işlemleri ile mahkeme 7 heyetinin bir parçası gibi davranıyor.
- Hâkimlerin etki altında, hukuka uygun olmayan delilleri kararlarına dayanak yaptığı; savunma sürelerini kısıtladığı; sanığa yönelik önyargılı ve ayrımcı davranışlar sergilediği; insan hakları temelinde ileri sürülen savunmaları, emsal nitelik taşıyan kararları dikkate almıyor.
- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarıyla belirlenen standartlara ve diğer ulus üstü kurallara uygun olmayan dayanaksız, gereksiz ve yersiz ceza kararları tesis ettikleri saptanmıştır.
- Kolluk, savcılar ve hâkimler mesleklerini yaparken genellikle tam bir bağımsızlık ve tarafsızlık içinde değildir; uygulama ve kararlarında “siyasi iktidara ters düşmeme” çabası içindedirler;
- Sanığın etnik kimliğinin, inanç kimliğinin, toplumsal cinsiyet kimliğinin, siyasi görüşünün, şikâyetçinin bir kamu görevlisi / hükümet veya devlet yetkilisi olması durumu kararlarını etkilemektedir. Adil yargılanma hakkının uygulanmasında ayrımcılık yasağı sistematik olarak ihlal ediliyor. (RT)