Günümüz Türk medyası esas itibarıyla 1940'lı yılların sonlarında temelleri atılmış olan Türk basınının bir ölçüde devamı niteliğindedir.
Hakim Türk basınının öncüleri (Hürriyet, Milliyet), 2. Dünya Savaşı sonrasında Türkiye kapitalizminin içine girdiği yeni evrede, Demokrat Parti iktidarı ile pekişen bir stratejik ittifak zemininde yeni bir dinamik kazanmıştır.
Genel olarak Türkiye Cumhuriyetinin inşa sürecinde Yunus Nadi Abalıoğlu'nun kurduğu Cumhuriyet Gazetesince temsil edilen "resmi" basını bu alandaki ilksel kurucu yapı olarak belirtmek gerekirse de kapitalist girişim olarak günümüz basınının temsilcisi olarak en başta Sedat Simavi'nin Hürriyet'ini ve daha sonra Ali Naci Karacan'ın Milliyet'ini göstermek uygun olur.
Her ikisi de devlet ve hükümet kadrolarıyla yakın ilişki içerisinde olan burjuva aileleri olarak Simavi ve Karacan'lar gerek kamu kaynaklarından yararlanmak, gerekse resmi -kapitalist- söylemin taşıyıcısı olmaları bakımından bugünkü medyanın kökenine yerleştirilebilir.
Bu iki gazete günümüzde Türk medya sektörünün belki de en gelişkin holdingi olan Doğan Grubu bünyesinde bulunmaktadır. Milliyet 1979'da, Hürriyet ise 1994 yılında işadamı Aydın Doğan tarafından satın alınmıştır.
Bugün sektörde birkaç medya grubunun hakimiyet mücadelesi verdikleri söylenebilir. Bunlar; Aydın Doğan ve ailesi tarafından kontrol edilen Doğan Medya Grubu, Mehmet Emin Karamehmet ve ailesinin kontrolündeki Çukurova Medya Grubu, Turgay Ciner'in Dinç Bilgin'den devraldığı Sabah (Merkez) Grubu, Enver Ören ve ailesi tarafından kontrol edilen İhlas Grubu, Şahenk ailesi tarafından kurulan Doğuş Medya Grubu ve aslında tasfiye halinde olduğu söylenebilecek Uzan ailesinin Star Grubu olarak sıralanabilir.
Görüldüğü gibi hemen bütün medya grupları birer aile şirketi olarak örgütlenmiş durumdadırlar. Bütün gruplar temel olarak küresel medya şirketlerini model almalarına ve bu bağlamda profesyonelleşme yönünde kararlar almalarına rağmen bunların, küresel rekabete girmek bir yana, yerel düzeyde dahi henüz yeterli bir sermaye yapısına; istikrarlı ve süreklilik kazanmış bir üretim, dağıtım, organizasyon şemasına kavuştukları söylenemez.
24 Ocak 1980 tarihli ekonomik istikrar kararları ile birlikte ekonomi politikalarında esaslı bir değişikliğe giden Türkiye egemen sınıfları, ithal ikameci iktisat politikaları yerine ihracata dayalı bir iktisat politikasını hayata geçirmeye başlamışlardır.
Bunu takip eden dönemde gerçekleştirilen 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi ise, başta 60'ların sonlarından itibaren gelişmeye başlayan işçi sınıfının ve diğer toplumsal kesimlerin 24 Ocak Kararlarına karşı olağan sayılabilecek direnişini engellemek üzere kurgulanmıştır.
12 Eylül'le yeniden yapılandırılan zor aygıtı, egemen sınıfların elinde toplumun yeniden yapılandırılmasının temel aracı olmuştur.
Siyasi partiler, sendikalar, dernekler kapatılmış ya da tasfiye edilmiş; sivil yaşamın bütün cephelerinde gündeme getirilen yasaklar, eşitlik ve özgürlük idealleri açısından toplumsal yaşamı felce uğratmıştır.
1983 yılında yapılan seçimle iktidarı cuntadan devralan ANAP Hükümetinin "icraatları" her ne kadar askeri hükümetin bir devamının ötesine geçmese de, liderinin özgün kişiliğinin de katkısıyla Türk toplumunda farklı bir yaşam biçiminin egemenlik kazanmasında etkili olmuştur. Yeni hegemonya projesinde basına özgün bir rol atfedilmiştir.
Basının eleştiri özgürlüğü çeşitli yollarla sınırlandırılmaya çalışılırken, diğer yandan siyasi iktidarın elini kuvvetlendirecek biçimde basın sermayelerine çeşitli imtiyazlar tanınmıştır.
Bunlardan en önemlisi, bugünkü medya manzarasında yer alan büyük grupların hepsinin, yeni liberal programın gözdesi olan özelleştirme ihalelerinden büyük parsalar koparmış olmasıdır.
İki GSM operatörlüğü bu gruplara tahsis edilmiştir (Turkcell-Çukurova, Telsim-Uzan). Büyük medya gruplarına verilen diğer teşvik ve imtiyazlar da Türk medya sektörünün bugünkü oligopolistik yapıya evrilmesinde etkili olmuştur. (GA/NM)
Yazının tamamını sıkıştırılmış dosya olarak indirmek için tıklayınız.