*Hakan Tahmaz, Fotoğraf: bianet (Arşiv)
40 yıldır Türkiye’nin gündemindeki yerini koruyan silahlı çatışma hali, dönem dönem “barış girişimleri”, “çözüm" çabaları ile kısmen duruldu. 2011 ile 2015 yılları arasında yoğunlaşan çabalar, Kürt sorununun "çözümüne” dair umutları arttıran gelişmelerdi. Ancak 2015’ten bu yana süreç, yerini daha fazla çatışmaya bırakmış durumda.
Türkiye Barış Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Tahmaz, son çözüm sürecinin taraflarca “kıymetinin anlaşılmadığı” kanaatinde. Tahmaz “Toplum da siyasette barış ve çözüm fikrinden ve arayışından uzaklaştı” diyerek zihinlerde barış fikrinin bulanıklaştığını, Kürt sorununun çözüm muhataplarında bile "barış ulaşılamaz bir değer, bir hak" olarak görülme eğilimlerinin baş gösterdiğini düşünüyor.
Tahmaz ile barışın uzaklığı ve yakınlığını konuştuk.
“Barış sözcüğü yasaklandı”
Bir dönem “barış” sözcüğü çok revaçtaydı ve önemli bir anlam taşıyordu. Tabiri caizse ‘el üstünde’ tutuluyordu. Şimdilerde ise çok kullanılmıyor. Ne oldu da insanlar “barış” sözcüğüne karşı ‘mesafeli’ olmaya başladı?
Evet, 2016'ya gelene kadar son 30 yıldır barış veya çözüm, hem toplumun hem de Türk siyasetinin artarak gündeminde oldu, konuşuldu. Kimi dönemlerde sertleşti, kimi zaman normal bir biçimde medyada, panellerde, konferanslarda tartışıldı. Siyasi partiler, sivil toplum kurumları, akademisyenlere, araştırma şirketlerine envaiçeşit raporlar hazırlattı. Bütün bunlar toplumda Kürt sorununun farklı boyutlarıyla ve yönleriyle farkına varılmasına, kavranmasına ve tanınmasına yol açtı.
Daha da önemlisi 40 yıldan fazla süren savaşla birlikte, çatışmayla bu sorunun halledilemeyeceği ve bu sorun çözülmeden 21. yüzyılda ülkenin daha güzel, daha iyi ve refah içinde yaşanabilir olabilmesinin imkânsızlığı açığa çıkmıştır.
Bunlara bölgesel gelişmeler de eklenince, 90’lı yılların sonunda Ankara’nın güvenlikçi, askeri politikaları yerine Kürt sorununu müzakere ve diyalogla hal yoluna koyma veya çözüm arayışlarının hızlanmasıyla, çoğalmasıyla barış daha bir “kıymetli ve tılsımlı”, benimsenir, el üstünde tutulur oldu.
Taraflarca kıymeti anlaşılmayan çözüm sürecinin başarısızlığı sonrasında devletin yeniden devreye soktuğu “beka siyaseti" ve askeri politikalarla “barış” yasaklandı. Bu kelimeyi zikredenin ağzına biber sürüldüğü bir siyasal ve toplumsal ortam adım adım örüldü.
Hatırlayalım; 2016 sonrasında “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bir bildiriyi imzalayan ve onlarla dayanışma gösteren, sayıları üç binden fazla akademisyen, üniversitelerdeki görevlerinden uzaklaştırıldı.
Afrin’e düzenlenen askeri ve siyasi operasyona karşı çıkan siyasetçiler, sivil toplum örgütü temsilcileri tutuklandı. Barış çalışması yürüten birçok sivil toplum örgütü kararnamelerle kapatıldı. Kısacası iktidar, barış talep edenlere cezaevi ve adliyeyi adres gösterdi.
Üzücü olan, iktidarın bu siyasi yaklaşımına kendini muhalif olarak tanımlayan parti, sivil toplum örgütü, akademisyen ve aydınlar da “şimdi barış konuşmanın zamanı değil, önce iktidarı gönderelim, sonrasına bakarız” yaklaşımıyla, bir biçimde payanda oldu. İnsanlığın en önemli kazanımlarından biri olan barış hakkının savunulmasını değil, Türk milliyetçisi siyasi aktörlerle ortaklaşma önemsendi ve onlara öncelik verildi.
Toplum da siyasette barış ve çözüm fikrinden ve arayışından uzaklaştı. Zihinlerde barış fikri bulanıklaştı, barış hakkı değer yitimine uğradı. Kürt sorununun çözüm muhataplarında bile barış ulaşılamaz bir değer, bir hak olarak görülme eğilimleri baş gösterdi.
“Barış için demokratik siyasete abanmalı”
Yeniden bir “çözüm” sürecinin ya da barışmanın koşullarını yaratmak için nasıl bir yol ve yöntem izlenmeli? Daha önceki çözüm sürecini, ateşkes ilanlarını düşündüğümüzde neler yapılmalı veya yapılmamalı?
Öncelikle içinde bulunduğumuz yeni durumun farkına varmak gerek. Barış fikrini ve hakkının yeniden kıymetlendirilmesine ve anlamlandırılmasına ihtiyaç var.
Türk devleti, siyaseti ve toplumu için bugün Kürt demokratik siyasi hareketi/HDP, silahlı PKK güçlerinden daha tehlikeli görülen ve de barış fikrinden çok uzaklaşmış bir ülkede, barışın koşullarının yaratılmasının biricik yolu, demokratik siyasete abanmaktan, güçlü, etkili ve çoğulcu sivil toplum örgütlenmesinin inşa edilmesinden geçiyor.
2023 Mayıs seçimlerinin sonuçları barış isteyenlerin, Kürt sorununun çözüm çabası içinde olanların, her şeyi yeniden düşünmelerinin zorunluluğunu gösterdi. Türkiye’nin çok yönlü krizinden çıkabilmesinin yolunu açacak olanlardan birinin toplumda barış fikrinin yaygınlaşması, evrensel değerinin karşılık bulmasından geçtiği görüldü. Barış fikrinden uzak duranların, Kürt karşıtlığına, “şimdi barışı öne çıkarmanın zamanı değil” diyenlerin Türk milletçilerinin sırtını sıvazlamalarına, mülteci karşıtı Türk ırkçılarının önünde oy için diz çöküşlerinin, ülkeyi nasıl bir karanlığa sürüklediğine tanıklık ettik.
STK’ler barış için harekete geçmeli
Bu anlamda sadece siyasetin sahici muhasebesi ile sınırlı bir çaba, barış fikrini canlandırmaya ve toplumsallaştırılmasına yetmez. Bunu başarmanın yolu sivil toplum kuruluşlarının da, barış gazeteciliği yaptığını iddia eden gazetecilerin de, akademisyenlerin de 2013-2015 çözüm süreci ve sonrasının muhasebesinden ve yeni bir anlayış geliştirmelerinden geçer.
Kurumu, yasal zemini ve kuralları belli olmayan, siyasi taraflara indirgenmiş müzakere sürecinin sonuçsuz kalacağını, acı ve ağır bir toplumsal, siyasi bedel ödeyerek öğrenmiş bulunmaktayız. Siyasi taraflar arasındaki müzakereye paralel, barışın toplumsal zeminlerini inşa edecek, uluslararası kurallara, yaklaşımlara uygun çatışma çözümü çalışmalarına dahil olacak güçlü, etkili, alanında uzmanlaşmış sivil toplum, akademi, medya siyaset işbirliğiyle ve kişilerin değil parlamentonun merkezinde işlevli olduğu, iyi planlanmış ve yapılandırılmış bir çözüm sürecine ihtiyaç var. İlk adım ise silahın, operasyonların, siyasi lincin, azgınlaştırılan Kürt karşıtlığının ve içerde ve dışarda demokratik Kürt siyasetinin tasfiyesinin sonlandırılması olabilir. Türk devletinin mevcut siyaseti bundan oldukça uzakta.
“Kürt sorunu bölgesel ve küresel bir sorun oldu”
Yüzyılı aşkın süredir devam eden bir Kürt sorunu var. Son kırk yıldır ise yoğun çatışmalar veya “düşük yoğunluklu savaş” ile geçti. Güvenlik politikaları ve şiddet aygıtlarıyla bu sorunun çözümü mümkün mü?
Kırk yıldır süren yoğun çatışma veya düşük yoğunluklu savaş ile gelinen nokta, her iki taraf için pat hali. Dünyada silahla, imhayla çözülmüş tek bir toplumsal sorun yoktur. Bütün çatışmalar, savaşlar ve toplumsal sorunlar, diyalogla ve demokratik müzakere ile kalıcı olarak çözülmüştür. İktidarın, devletin 2016 sonrası izlediği askeri, güvenlikçi politikalarla PKK’nin silahlı eylem gücünü oldukça sınırlamış olması veya HDP’yi sokaktan uzaklaştırmış, sandıkta geriletmiş olması sorunu ortadan kaldırmış değil.
Bu ve benzer politikalar, Kürt sorununu Türkiye sorunu olmaktan çıkardı, bölgesel ve küresel soruna dönüştürdü. Kronikleştirdiği gibi Türkiye’yi krizden krize sürüklemekte ve krizler bölgesel nitelik kazandıran önemli veya çoğu kez belirleyici olmakta.
Aslında rejimin bekasını bu politikalar oluşturmaktadır. Bölgesel gelişmeler, toplumsal dinamikler, 21. yüzyılın dünyasında bu türden politikalar, toplumsal refahın gelişmesini sağlayan ve toplumsal kalkınmaya hizmet eden ve sürdürülebilir politikalar olmadıklarından, barışı ciddi olarak tehdit eden, toplumsal barışı dinamitleyen politikalardır.
Bu nedenle bugün merkez Türk muhalefetinin benzer bir yoldan yürümek istemesi de toplumda karşılık üretmiyor, siyasal krizin çözümüne katkı sunmuyor.
Barış daha fazla geciktirilemez
Barış mücadelesi veriyorsunuz. Bugün savaş karşıtlığında neredeyiz? Zira paralı askerliğin getirdiği başka bir boyut olarak, savaş ekonomisi ve militarizme akıtılan devasa ekonomik kaynaklar var. Savaş karşıtlığı ve barış yanlısı olmak, bu koşullarda ne ifade ediyor?
Her yılın haziran ayında Avustralya merkezli bağımsız bir kuruluş olan Ekonomi ve Barış Enstitüsü (IEP) Küresel Barış Endeksi'ni açıklıyor. Raporu bu yıl da açıkladı. Rapor haber olarak bianet’te de yer aldı.
Türkiye 163 ülke içerisinde 147. sırada. 2022'de ise 145. sırada yer alıyordu. Hemen ardından ise İran ve Kuzey Kore yer aldı. Yirmi üç göstergeye göre yapılan sıralamadan Türkiye 36'ncı, Avrupa kategorisinde ise en son sırada yer alıyor.
Raporda, “Türkiye gibi ülkelerin kendi bölgelerindeki politikalarında ise "Birçok orta seviyedeki güç bölgesindeki çatışmalara giderek daha fazla müdahil oluyor. Bu trendin önümüzdeki 10 yılda da sürmesi muhtemel. Türkiye yükselen orta güçteki ülkelere iyi bir örnek. Sadece Suriye ve Dağlık Karabağ'daki çatışmalarda olduğu gibi yakın çevresinde değil, Somali ve Libya gibi daha uzak yerlerde de nüfuzunu artırma çabasında" tespitinin yer alması, barış ve hak temelli mücadele vermenin anlamının bedel ödemeyi göze almak anlamına geldiğini gösteriyor.
Bunun en iyi örneğini bugünlerde kayıp yakınları, Cumartesi İnsanları'nın Anayasa Mahkemesi kararlarına rağmen keyfi olarak, yasadışı açıklama yapmalarının engellenmesi, ters kelepçeyle toplu olarak gözaltına alınmaları ve adli işlem yapmadan serbest bırakılmalarıdır. Bu durum başka söze gerek bırakmıyor olsa gerek.
“Türkiye artık öngürülebilir bir ülke değil”
Bugünkü konjonktüre göre değerlendirdiğinizde, Türkiye’de “barış”a ne kadar yakın veya ne kadar uzağız?
Bunu iki nedenden dolayı kestirmek oldukça zor. Birincisi çözüm süreci sonrasında Türkiye öngörülebilir bir ülke olmaktan çıktı. İkincisi ise Kürt meselesi artık bir parça da olsa Türkiye’nin mesele olmaktan çıktı. Çözüm sürecine göre daha fazla bölgesel ve küresel gelişmelere bağlı ele alınması gereken siyasal, sosyal, kültürel bir sorun halini aldı.
Türkiye’de siyasal, ekonomik, sosyal alanda toplumsal ve siyasal dinamikler değişti, değişiyor. Bölgede çok farklı gelişmeler olabilir. Türkiye’nin manevra kabiliyeti, daralmış sıkışmış durumda.
Kürt sokağında büyük siyasal değişikliklerin emareleri var. Kürtlerin temel taleplerinde öncelikler sıralamasında yer değişikli göze çarpıyor. Ana dil, kayyımlar, egemenlik/özerklik talebinin önüne geçmeye başladı. Keza 2016 yılından itibaren protestocu, tepkici ve mağduriyet eksenli siyaset yapma, mücadele etmenin yerini, hak temelli yeni inşa bir siyaset tarzı, yaklaşımı beklentisinin güçlü emareleri ortaya çıkmaya yer başladı.
Bu koşullarda Kobanî’de yaşanacak pozitif gelişme, taleplerin Şam yönetimince bir biçimde karşılandığı yeni süreçte, Türkiye’de de çok şey değişebilir, barışın, diyalogun kapısı aralanabilir. Keza Kürt siyaseti üzerindeki ağırlığı devam eden PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın tecrit haline bir biçimde ve bir nedenle son verilmesi de yeni gelişmeleri tetikleyebilir.
Bunlara mevcut iktidarın uzak olduğu gerçeği çok açık. Bölgesel gelişmeler ya da uluslararası gelişmeler, iktidarı mecbur bırakabilir. Mesele Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uymama politikası değiştirebilir. Uluslararası sözleşmeler ve hukuk bahanesiyle Abdullah Öcalan’ın tecrit durumunu gözden geçirebilir. Yani bugün olası görünmeyen şeyler, bir anda barışa kapı aralayan bir şeye dönebilir.
Bu anlamda enseyi karartmadan barış fikrinin canlandırılması ve toplumsallaşmasından geri durmak, bu dönemde yapılabilecek ciddi bir hatta olur. 1 Eylül Dünya Barış günü vesilesiyle bunları zihinlerde canlandırmak ve barışın toplumsal bir ihtiyaç olduğu daha fazla gündemleştirmek çok kıymetli bir şeydir.
Hakan Tahmaz hakkındaTürkiye Barış Meclisi'nin kuruluşunda yer alan Hakan Tahmaz, 2010-2015 yıllarında vakfın sözcülüğünü yürüttü. Hala Barış Vakfı'nda barış/çatışma çözümü çalışmasını sürdürüyor. Birleşik Sosyalist Parti'nin (BSP) ve Özgürlük ve Dayanışma Partisi'nin (ÖDP) kuruluş çalışmalarında ve merkez yönetimlerinde bulunan Tahmaz, Irak'ta Savaşa Hayır Platformu, Küresel BAK gibi sivil toplum inisiyatiflerde çalıştı. Tahmaz'ın Şemdinli'den Ankara'ya Kürt Sorunu, 31 siyaset ve akademisyenle yaptığı söyleşilerden oluşan Kürt Sorununda Çözüm Önerileri, Necmiye Alpay ile birlikte hazırladığı Barış Açısını Savunmak isimli kitapları bulunuyor. |
(FD-NT)