Numan Kurtulmuş Bakanlar Kurulu sonrası “El Bab operasyonunu tamamladık, Rakka operasyonu için benzer bir model öneriyoruz” dedi. 17 – 19 Şubat günlerinde Münih’te yapılan Güvenlik Konferansı’nda Suriye oturumunda Mevlut Çavuşoğlu konuşmacıydı. Çavuşoğlu İran ve Rusya ile işbirliği halinde Astana’da yürüyen Suriye toplantıları için “Astana sadece ateşkese odaklanmalıdır. Suriye’deki geçiş sürecinin ve siyasi çözümün konuşulabileceği tek yer Cenevre’dir” diyerek Rusya’dan çok ABD’ye yakın bir konum gösterdi. Öte yandan 9 Şubat günü Rusya jetlerinin Türkiye askerlerinin bulunduğu binayı vurması meselesini uluslararası krize taşımayarak, Rusya ile yumuşak ilişkisini sürdürdü. Türkiye Davutğlu dönemine göre daha dengeli bir siyaset mi sürdürüyor? Rakka için 'El Bab modeli' olarak tanımlayarak talep ettiği rolü alabilecek mi?
İstanbul Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Hakan Güneş ile bu gelişmeleri ve Türkiye’nin yeni konumunu konuştuk.
“El Bab modelini Rakka’da kullanalım” açıklamalarını nasıl okumalıyız? Türkiye’nin Suriye’deki politikasında ABD ile ilişkilerinde yeni bir safhaya geçme sinyali midir bunlar?
El Bab'da aşağı yukarı bir üstünlük kurulmuş gibi görünüyor. Önceden beri sorduğumuz soru şuydu? Bundan sonra Menbiç’e mi yönelecek? Bunun ötesinde Rojava ve Haseke’ye doğru gidilecek mi? Yoksa Rakka’ya mı yönelecek? Görünen o ki teklif Menbiç’e yönelik bir operasyon olması yönünde; çünkü zaten Rakka yolu üzerinde. Bu arada buna uluslararası meşruiyet sağlanması için ABD ile bir anlaşmazlık var. Bu anlaşmazlığın derinleşmemesi için Menbiç’in ötesine bir operasyon düşünülmüyor. Ama Menbiç’e yönelinilirse iç politika açısında etkili bir hamle yapılmış olacak. Hem de Rakka’ya operasyon süreciyle yeniden ilişki kurulmuş ve bu sayede Suriye’nin geleceğiyle ilgili yeniden söz sahibi olma konumu bulma şansı elde edilebilecek. Şimdi Türkiye'nin önündeki mesele Rakka için ABD’den izin ve destek almak.
Rakka’ya en yakın silahlı güç yine Kürtler, stratejik olarak da ABD’nin Rakka operasyonunda bu ittifakı kullanacağı gibi bir görünüm var. Mesele yine ABD’nin Suriye ‘de Kürtlerle ittifakından vazgeçmemesiyle tıkanmıyor mu?
Anlaşıldığı kadarıyla ABD henüz bir karar vermiş; verdiyse de açıklamış değil. Zaten Türkiye’nin bu teklifi de yeni değil ama yeniden yeni yönetime yapılmış bir teklif. Trump yönetiminin şu ana kadar verdiği ipuçları bize Kürtleri denklem dışına çıkartma gibi bir eğilimlerinin olmadığını gösteriyor. Bu çerçevede ABD’nin önümüzdeki dönem için Türkiye’ye ne kadar alan açacağı belli değil. Kurulacak yeni ittifak nasıl biçimlenecek konusu da öyle. Yani Trump yönetiminin Ortadoğu planlamasında Türkiye ne kadar önemli olacak bilmiyoruz. Trump yönetimi ABD müesses nizamıyla belirli bir denge tutturarak sahaya girmeye çalışıyor. Bu da yeni yönetim için henüz birçok taşın oturmadığı bir dönem. Türkiye de en öncelikli konu değil; ama mesela Trump, İran konusunda sert bir çıkış yaptı. Ancak bunun operasynel karşılığı ne olacak sorusunun yanıtı nedir onu da bilmiyoruz. En ağır karşılığı yeniden ambargo olabilir.
Ambargo, Obama’nın ilk dönemindeki seviyeye dönüş gibi olmaz mı?
Trump’ın İran görüşünün Hillary Clinton’dan çok farkı yoktu. Obama’ya nazaran iki aday da İran’a karşı sert mesajlar veriyordu. Hatta Clinton İran’ı öncelikli düşman olarak tanımlıyordu; Trump için ise müzakere masasında en arka sandalyelere oturtulacaklar arasındaydı. Hatta mesela Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri Trump için “Selefi terörizmin” finansörü olarak sorumlu görülüyordu. Gelinen noktada Trump yönetiminin sert mesajlarının operasyonel karşılığının ne olacağını göreceğiz.
Şu anda bölgedeki ülkeler ve alandaki güçler ABD’nin yeni yönetimine tekliflerini iletiyor ya da tekliflerini yeniliyor. Yenileyenler Obama yönetimden memnun olmayanlar. Kim bunlar Suudi Arabistan, körfez ülkeleri ve Türkiye; Obama’nın özellikle ikinci dönemi için çok daha fazla geçerli bu memnuniyetsizlik. Bunlar yeni bir başlangıç yapmak istiyorlar. ABD odaklı olarak Ortadoğu ve özelde Suriye konusunda bu noktadayız.
İran ile Türkiye’nin son günlerde artan gerilimi ve restleşmesini bu tabloda nereye koyarız?
Erdoğan’ın Bahreyn’de “Pers milliyetçiliği” gibi bir çıkış yapmasını iç siyasete yani kendi kamuoyuna bir açıklama yaptı; tabii Bahreyn özelinde oraya yönelik bir açıklamaydı da. İran da sessiz kalamazdı; konuya ilişkin bir açıklama yapması gerekirdi. Yaptı. Ama konunun burada kalması gerekirdi. Tırmanmaya başladı. Aslında Rusya’nın Moskova’da Kürt Konferansı’na izin vermesi, yine PYD’nin Cenevre’de olması gerektiğine dair yaklaşımı gibi sinyaller, Türkiye-Rusya ve Türkiye-İran arasında gerilimlerin artmasının beklenebileceğini gösteriyor. Türkiye’nin Suriye özelinde Ortadoğu dış politikası kendi Kürt meselesine endekslenmiş durumda. Son 1,5 yıldır bu özellikle böyle. Ve Türkiye hem ABD’den istediği türde “anti-Kürt” politik destek alamıyor; hem de yeniden yakınlaştığı Rusya ile kurduğu ilişki, Rusya’nın Kürtlerle ilişkilerini etkileyemiyor. Bu açıdan bakıldığında iki taraflı başarısızlık söz konusu. Bu iki alanda Türkiye istediği noktada değil. Kürtlerin çerçevesinden baktığımızda ise durum şöyle: Rusya ya da ABD arasında tercih yapma konumunda değiller. Dolayısıyla Rusya’ya ya da ABD’ye yakın durduğu dönemlerde bu ülkeler büyük sorunlar yaratmayacak.
Türkiye’nin ABD ve Rusya ile kuracağı denge için geçerli değil mi bu durum? Sanki Davutoğlu dönemine göre daha dengeli bir siyaset güdülüyor gibi bir izlenim var.
Türkiye’nin Kürtlerin bu pozisyonunu okuyarak yeni bir pozisyon almak durumunda. Bunu yaparken düşürdüğü uçak nedeniyle kriz yaşadığı ve yeniden iyi ilişkiler kurmak zorunda kaldığı Rusya ile bir NATO üyesi olarak ittifakını yürütürken ABD’de değişen yönetimle yeni bir akit yapmaya çalışacak. İki taraftan da baskı altında. Bu çözülmesi kolay bir denklem değil. Burada şöyle bir ayrıntı var; eğer Trump yönetimi İran’a operasyonel anlamda öncelik verirse bu Suudi Arabistan ve körfez ülkeleri kadar Türkiye’ye de bir hareket alanı sağlayabilir. Bunun Suriye operasyonları açısından etkisinin olabileceğini öngörebiliriz, İran ile zıtlaşma, Suriye’nin kuzeyinde hava ve lojistik desteğin azalması anlamına gelebilir.
Haftasonu yapılan Münih Güvenlik Konferansı’nda Türkiye adına konuşan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu “Astana’da ateşkes konuşulmalı, siyasi çözüm Cenevre’de sağlanmalı” gibi bir açıklama yaptı. Rusya ile ilişkiler ve Türkiye’nin Suriye’deki pozisyonu açısından bu ne anlama gelir?
Suriye için üçüncü, dördüncü, beşinci Cenevre yapılır daha. Henüz tarafların üzerinde anlaşmaya yakın oldukları bir taslak dahi yok. Tamam Halep Suriye ordusu tarafından alındı Şam açısından ama kentin doğusunda güvenlik sağlanabilmiş değil. Rojava açısından Rakka operasyonuna baktığımızda hala çevre köylerde bir ileri bir geri adım şeklinde ilerliyor. Rakka’nın yanına daha gelinemedi. Musul ha keza öyle. Yani alanda silahlı mücadele daha sürecek gibi görünüyor. Türkiye’nin burada Cerablus, El Bab ve oradan Rakka operasyonuna katılma söyleminin Referanduma yönelik bir propaganda malzemesi olarak da bir değeri var iktidar açısından. Ama şunu unutmamak lazım; Rusya ile ABD yakınlaşabilir uzaklaşabilir ama her ikisi de Türkiye'ye geniş oyun sahası bırakmaz; yani baştan beri sürdürülen zikzak politikası bir yerde yürütülemez hale gelecektir. (HK)