Son olarak, Kızıltepe davasının 21 Şubat'taki duruşmasını izleyen Emeğin Partisi (EMEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP), Eğitim-Sen yöneticisi, "Günlük Evrensel" gazetesi Tunceli muhabiri Cem Emir ve çok sayıda sendikacı hakkında soruşturma açıldı.
İnsan hakları savunucuları ve hukukçular, dava ve soruşturmaların bir tür sindirme politikasının göstergesi olduğunu söylüyor. İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Başkanı Avukat Yusuf Alataş, ihlalleri ortaya çıkaran insan hakları savunucularının ve bunları kamuoyuna duyuran gazetecilerin işlevinin engellenmeye çalışıldığını söylüyor.
İHD İstanbul Başkanı Eren Keskin'se, insan hakları savunucularına açılan davaların ve soruşturmaların, "avukatlara ve savunuculara gözdağı olduğunu" söylüyor.
Dikkat çekilen bir başka nokta da, savcıların soruşturmaları, genellikle, kolluk kuvvetlerinin hazırladığı fezlekeyle hareket ederek başlatmaları ve fezlekenin iddianameye dönüşmesi.
İzmir Barosu'ndan Avukat Mehmet Nur Terzi, Türkiye'nin de taraf olduğu ve hükümetlerin insan hakları savunucularını korumakla ilgili yükümlülüklerini belirleyen Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Savunucuları Bildirgesi'ni anımsatıyor.
Alataş: Savunucuları caydırmak için karşı atağa geçiyorlar
Yusuf Alataş, dava ve soruşturmaların, "insan hakları savunucularının ihlallerin üzerine gitmemesi için tamamen bir sindirme politikası" olduğunu söylüyor.
"İhlalleri ortaya çıkaran ve kamuoyuna yansıtanlar, örneğin Kızıltepe'yi gündeme taşıyanlar, hep insan hakları savunucuları olmuştur. Davaların izlenmesi ve kamuoyunun haberdar edilmesinde ciddi bir işlevleri vardır."
"İnsan hakları savunucularını veya destek verenleri caydırmak amacıyla karşı atağa geçiyorlar. Ya hakaretle, ya örgüte yardım ve yataklık suçlamalarıyla ya da eski 312., şimdiki 206. maddeyi kullanıyorlar."
Alataş, bu soruşturmaların insan hakları savunucularını caydırmadığını, ancak insan hakları için mücadele etmek isteyen, destek verenler üzerinde dolaylı bir etkisi olduğunu söylüyor.
"İnsanlar vazgeçebiliyorlar, çekingen davranabiliyorlar."
Terzi: Kolluk kuvvetlerinin fezlekesi savcının iddianamesine dönüşüyor
Mehmet Nur Terzi, soruşturmaların ve davaların, devletin kendi içinde çatışmaların varolduğunu, insan haklarının sindirilemediğini gösterdiğini söylüyor.
Öte yandan, bu tür davaların açılmasında, savcıların genel bir tutumu olduğuna dikkat çekiyor.
"Genellikle polisin fezlekesiyle hareket ediyorlar. Fezleke iddianameye dönüşüyor. Böyle bir tutum, gelenek var."
Aynı konuya Alataş da dikkat çekiyor:
"Türkiye'de yargı şöyle çalışıyor: Savcıların kendiliğinden dava açmaları enderdir. Yönlendiren fezleke hazırlayan güvenlik güçleridir. Bunlara direnen savcı bulmak çok zor. Burada asıl güç, işkencenin, ihlallerin muhatabı olan kolluk güçleridir."
"Bazen, işkenceyle suçlanan kolluk kuvvetleri, mağdurlara oranla, savcılara daha yakınlar. Çünkü devlet memuru olmak gibi ortak bir özelikleri var. Oysa, savcı ve yargıç, kendini devlet memuru olarak görmemelidir."
Keskin: Açıklanması mümkün olmayan davalarda daha çok görülüyor
Eren Keskin, soruşturma ve davaların avukatlara, insan hakları savunucularına gözdağı niteliğinde olduğunu söylüyor.
"İşkenceyi yapanlar, davaların kamuoyuna yansımasını istemiyor. Bu tamamen, işkencenin devlet politikası olduğunun açık göstergesi.
Ben daha yeni ceza aldım. İskenderun'da coplu tecavüz davasının duruşma çıkışında, basına bilgi verdiğim için, 159. maddeden yargılandım. Dava şimdi temyizde.
Sadece işkenceyi açıkladığım için ceza aldım. Kaymaz davası gibi, açıklanması mümkün olmayan davalarda, bu yönteme daha çok başvuruyorlar."
Karşı taktikler
Mehmet Nur Terzi, bu yönteme karşı taktiklerin işletilebileceğini, insan hakları örgütlerinin ortak hareketinin gerekli olduğunu söylüyor.
Alataş da aynı noktaya değiniyor:
"İnsan hakları savunucularının davalarına yüzlerce aydın gidip destek verse, bu davaları açanlar, açmadan önce kırk kez düşünmek zorunda kalır."
"Çözüm, adil yargılama da dahil olmak üzere, sistemin demokratikleştirilmesidir. Topyekün bir seferberlik sorunudur. Tek başına insan hakları savunucularının çabası yeterli olmaz."
Terzi, Türkiye'nin BM İnsan Hakları Savunucuları Bildirgesi'ne taraf olduğunu anımsatıyor.
"Bu sözleşme devreye sokulmalı. Gerekirse, suç duyurusunda ve şikayette bulunulabilir." (TK/EÜ)