Adalet Divanı'nın "transportçular" lehine karar vermesi durumunda, sadece onların değil, milyonlarca Türkiye Cumhuriyeti (TC) vatandaşının Avrupa Birliği (AB) hukukundan kaynaklanan haklarının tarifi açısından çok önemli bir zafer kazanılmış olacak.
Örneğin, böylece Türkiye'den Avrupa'ya gelmek isteyen işverenlere uygulanan vizenin hukuk dışı olduğu tezinin doğruluğu bir kez daha kanıtlanacak.
Mevcut hakların kısıtlanması
Avrupa Türkiye ilişkilerini ve AB ülkelerinde yaşayan TC vatandaşlarının hakların incelemek amacıyla 6 yıl önce Hamburg'da kurulan ATA-Enstitüsü (Avrupa Türkiye Araştırmalar Enstitüsü - ITES) Direktörü Doç. Dr. Harun Gümrükçü, Adalet Divanı'nın daha önceki SAVAŞ Davası'nda 1973'ten itibaren AB üye ülkelerine hizmet sunan ve edinen Türk işverenlerin mevcut haklarının kısıtlanamayacağının kabul edildiğini hatırlatıyor, yeni davanın o zamankiyle büyük benzerlik taşıdığına dikkat çekiyordu.
Türkiye'yle günümüzdeki adı Avrupa Birliği olan Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ve Avrupa Topluluğu'nun (AT) 1963'ten bu yana imzaladığı çeşitli anlaşmalar ve ortak protokollerden kaynaklanan Avrupa Hukuku'nun içerdiği haklarla ilgili mücadelenin öncüsü olarak bilinen Dr. Gümrükçü, "Alman hükümetini daha önceki birçok davada olduğu gibi yenilgi bekliyor. Zaten duruşmada da gördük, artık onlar da kendilerini savunurken bizim temel tezlerimizi desteklemek zorunda kalıyorlar" derken, bunu, Almanya'da yaşayan Türkiye vatandaşlarının dışlanmasıyla ilgili bir davanın izleyeceğini belirtiyor.
AB ülkelerinde yaşayan Türk vatandaşlarının bilinmeyen ya da hasıraltı edilen haklarının ortaya çıkarılması, kabul ettirilmesi ve uygulamaya sokulması yolundaki en önemli davalardan biri, 14 Ocak 2003'te Lüksemburg'daki Adalet Divanı'nda yapılan duruşmada ele alındı.
Sorular ve yanıtlarla geçen duruşma
Unterfranken Türk-Alman İşadamları Derneği (DTU) ve Türk Enternasyonal Transportçular Avrupa Birliği (TİTAB) üyesi nakliye şirketi sahipleriyle ve çok sayıda gazetecinin izlediği duruşmada, Türk nakliyeciler Nadi Şahin (Almanya) ve Eran Atabay (Türkiye) ile hukuk dışı davrandığı gerekçesiyle davacı oldukları Alman hükümetinin (Federal Çalışma Dairesi) temsilcisi karşı karşıya geldi.
Bir saati aşan duruşma, Türk nakliyecilerin Alman avukatları Dr. Rolf Gutmann ve Tobias Helbing, Federal Çalışma Dairesi'nin avukatı W. Dieter Plessing ile Avrupa Konseyi Raportörü M. Horst Kreppel'in açıklamaları ve divandan gelen soruları yanıtmalarıyla geçti.
Lüksemburg'a davanın sonuçlanıp, divanın bir karara varacağı beklentisiyle gelenlerin, bu beklenti gerçekleşmese de, duruşmanın şikayetçi Türk nakliyecilerinin avukatlarının savunduğu tezlerin üstünlüğüne ve Avrupa Konseyi Raportörü'nün de bu çizgiye yakın açıklamada bulunmasına tanık oldukları için hayal kırıklığına uğramadıkları görülüyordu.
Çeşitli AB ülkelerinden atanan ve şu anda G. Carlos Rodriguez Iglesias'ın başkanlığını yaptığı Adalet Divanı'nın bu konuda bir karara yaz aylarına doğru varması bekleniyor. Hakimler önce Divan Başsavcılığı'nın duruşmada ileri sürülen tezlerin ışığında hazırlayacağı karar önerisini görüşüp, bu konuda bir karar alacaklar. Duruşmayı izleyen uzmanlar, bu kararın nakliyeciler lehine olacağı beklentisi içindeler.
Adalet Divanı yolunda
Almanya'da on yıllardır faaliyet gösteren çok sayıda nakliye şirketi, Federal Çalışma Bakanlığı'nın 1995'te bu şirketlerin uluslararası nakliyede kullanılan TIR'larında ikametgahı Türkiye'de olan sürücüleri çalıştırmasını yasaklaması üzerine çok zor durumda kalmıştı.
Türkiye'de kurulu olup da, Almanya'ya mal taşıyan nakliye yapan şirketlerini de kapsayan bu yasaklama sonucu, binlerce sürücü işten çıkarılmış, çok sayıda küçük nakliye şirketi iflas edip, sahipleri büyük zararlarla piyasadan çekilmiş, çok sayıda şirkete ve şirket sahiplerinin evlerine baskınlar yapılıp, evraklarına, bilgisayar kayıtlarına el konulmuş, haklarında kaçak işçi çalıştırmak suçuyla dava açılmış, sürücüler göz altına alınmış, kaçak çalışmakla suçlanmıştı. Hatta bu işverenlerden yüz binlerce euro para cezasına çarptırılan, tutuklanıp hapse atılanlar bile vardı.
Almanya'da çoğu işçi kökenli bazı Türkiye vatandaşları, 1980-95 arasında 100'den fazla nakliye şirketi kurmuş ve 1000'e yakın Alman plakalı TIR'dan oluşan TIR filosuyla Almanya ile özellikle Türkiye, Orta Doğu ve Orta Asya arasındaki mal dolaşımının büyük kısmını üstlenmişlerdi. Şirket sahipleri, TIR'larını kullanmak için Almanya'dakilere göre daha az ücrete razı olup, Almanya ile Türkiye ve daha ötesindeki merkezleri bağlayan oldukça riskli güzergahların sıkıntılarını ve yorgunluklarını üstlenmeye hazır sürücüleri ağırlıkla Türkiye'den buluyorlardı.
Sürücüler Alman işgücü piyasasından!
Almanya da bu sürücüleri çalışma iznine tabii tutmuyor, Alman plakalı TIR'ları kullanan Türkiye ikametli sürücüler de çalışma dairelerinin bilgisi ve izni aracılığıyla işlerini sürdürüyorlardı. Almanya'daki Türk nakliyeciliği kısa sürede büyüdü ama bu durumdan rahatsız olanlar da vardı.
Nitekim 1995 Haziranı'nda Kohl hükümetinin Çalışma Bakanı Norbert Blüm, tarafından çıkarılan bir yönetmelik, artık bu TIR'ları kullanan sürücülerde Almanya'da alınmış çalışma izni isteneceği, dolayısıyla Türkiye'de ikameti olan sürücülerin çalıştırılmasının yasaklandığını duyuruyordu.
30 Nisan 1997'e kadar süren geçiş sürecinden sonra yönetmelik yürürlüğe girdi ve Alman makamlarının Türk nakliyecilere yönelik kontrolleri yoğunlaştı. Artık TIR'la Almanya'ya giren sürücülerden çalışma izni istenmeye başlanmıştı. Almanlar, Türk nakliyecilere "Artık sürücülerinizi Alman işgücü piyasasında bulun!" diyordu, ancak bu mümkün olmadı. Almanya'daki sürücüler, tehlikeli ve yorucu güzergahta çalışmak istemiyorlardı.
Avrupa hukukuyla uyuşmama iddiası
Bu arada nakliyecilerden bir kısmı, bu karara karşı direnmek gerektiği ve uzun soluklu bir hukuk mücadelesi başlatma kararı almıştı. Alaattin Tekin, A. Fırat Baz, Nadi Şahin, Orhan Soykul, Osman Çat ve İbrahim Zorlu Hamburg'daki bu alandaki çalışmalarıyla tanınan Dr. Harun Gümrükçü'den destek istediler. Gümrükçü, bu yönetmeliğin Avrupa Hukuku'na ters olduğunu ve Alman hükümetinin hukuku çiğnediğini savunuyordu.
AB ülkelerinde yaşayan Türk vatandaşlarının mevcut haklarının geriye doğru kısıtlanamayacağını, bunun ikili anlaşmalardan kaynaklanan Avrupa Hukuku'nun temel ilkelerinden biri olduğunu, özellikle de Kasım 1970 tarihli Katma Protokol'de açıkça belirtildiğine işaret eden savunan Dr. Harun Gümrükçü, nakliyecilere gerekirse Adalet Divanı'na kadar gidecek bir hukuk mücadelesi öneriyordu.
Bu arada Türkiye-Almanya ilişkileri ve Almanya'daki Türkler üzerine uzmanlaşmış bilim çevreleri, Hamburg'da bir araştırma Enstitüsü kuruyor (Avrupa Türkiye İlişkileri Araştırma Enstitüsü - ATA Enstitüsü) ve Dr. Gümrükçü'nün yönetiminde çalışmalarını sürdürüyordu. Hukuk mücadelesi Adalet Divanı'na kadar uzanan Türk vatandaşlarının davalarına avukat olarak girip, kazanılan hukuk zaferlerine imzasını atan avukat Dr. Rolf Gutmann da bu enstitünün kurucuları arasında yer alıyordu. Gutmann'ın doktora çalışmasının konusu Türklerin Ortaklık Hukuku'ndan kaynaklanan haklarıyla ilgiliydi.
Ortaklık hukuku
Pek bilinmeyen, birçoklarına karmaşık gelen Avrupa Hukuku'yla ilgili daha önce Alman makamlarına karşı açılan davaları yakından izleyen, davacı Türk vatandaşlarına bilimsel destek veren ATA-Enstitüsü, bu davalarla Avrupa'da yaşayan Türkiyelilerin bilinmeyen ya da gizlenen haklarının ortaya çıkmaya başladığını görmüştü. Adalet Divanı, onlarca davada bu hakları kabul etmemekte direnen Alman ya da diğer AB ülkelerinin haksız olduğu kararını vermişti, nakliyeciler için de aynı durum söz konusuydu.
Nakliyeciler, ATA-Enstitüsü'nün desteğiyle Blüm'ün yönetmeliğine karşı dava açmaya karar verdiler.
Ve artık Ortaklık Hukuku'na karşı duyarlı davranmayı seçen bazı Alman sosyal mahkemeleri, bu davalarda çalışma daireleri aleyhine yürütmeyi durdurma kararı vermeye başladılar. Söz konusu doğrultudaki ilk kararı "Baz Spedition" şirketinin başvurusu üzerine Karlsruhe Sosyal Mahkemesi veriyordu. Çalışma Bakanlığı'nın isteğini reddeden mahkeme kararlarına göre şikayetçi nakliyeciler eskisi gibi Türkiye ikametli sürücüleri çalıştırabileceklerdi.
"Alman makamları yanlış iş yapmaz" diyenler
Bu kararlara Çalışma Bakanlığı'nın itiraz etmesi üzerine davalar, bir üst düzey mahkemeye (Federal Sosyal Mahkeme) gitti. Böylece konu Almanya'da bu alandaki hukuk sürecinin en yüksek aşamasına geldi. Bu arada bazı şirketlerin konuyu yeterince araştırmayan avukatları aracılığıyla Federal Anayasa Mahkemesi'ne başvurduğu ve red cevabı aldıkları öğrenildi.
Federal Sosyal Mahkeme de kendinden beklenen tavrı gösterdi ve davalardan ikisini örnek olarak seçip, Avrupa Toplulukları Adalet Divanı'na başvurdu. Alman mahkemesi, böylece konunun incelenip, nakliyecilerin haklarının gerçekten Ortaklık Hukuku kapsamında olup olmadığının kararlaştırılması işini Avrupa Birliği'nin bu alandaki en yüksek mahkemesine devretmiş oldu.
Lüksemburg'da görülen Nadi Şahin ve Eran Atabay'ın davalarında alınacak karar, aynı durumdaki diğer nakliyecilerle ilgili davaları doğrudan etkileyecek.
"Alman makamları yanlış iş yapmaz, eğer bir yasak getirmişse bunun mutlaka hukuki dayanağı vardır" diyenlerin aksine, inatla ve büyük yorgunluklarla, masrafları göze alarak başlattıkları mücadeleyi AB'nin en yüksek hukuk organının gündemine getiren ve büyük bir heyecanla Lüksemburg'daki duruşmayı izleyen nakliyeciler, gelinen aşamadan memnun olduklarını açıklarken, daha şimdiden kazanmış gibi gururluydular.
Bakalım, Adalet Divanı'nın 1987'den itibaren, genellikle Alman makamlarının uygulamalarına karşı hukuk yoluna giden Türk vatandaşlarının lehine verdiği kararlara, dolayısıyla Türkler için yeni haklar doğacak mı? (GK/NM)