Birinci soru; İşkenceyi Önleme Grubu kimlerden oluşur, ne iş yapar, ne zaman kurulmuştur. İkinci soru; İzmir Barosu'nun İşkenceyi Önleme Grubu vasıtasıyla ve Avrupa Komisyonun finansal desteği ile yürüttüğü "İşkencenin Önlenmesinde Hukukçuların Rolü Projesi" nedir? İşkenceyi Önleme Grubu ile proje arasındaki ilişki nasıldır?
Üçüncü soru: İşkenceyi Önleme Grubu'nu kapatmaya ve projenin iptaline karar veren İzmir Barosu'nun yeni Yönetim Kurulu kimlerden oluşmuştur? Yönelimleri nedir? İşkencenin önlenmesine niçin karşıdırlar?
İşkenceyi Önleme Grubu
İnsan Hakları alanındaki gelişmeleri ve mücadeleleri izleyenler, kuşkusuz İzmir Barosu'nun bu alandaki yerini ve önemini biliyorlardır. Hayatın yalnızca İstanbul'da akan bir nehir olmadığını bilenler özellikle biliyorlardır.
İşkencenin sistematik bir uygulama olmasından yola çıkarak, buna karşı yürütülen mücadelenin de sistematik olması gereği, İşkenceyi Önleme Grubun en önemli varoluş nedenlerinden birisidir.
Bu zorunluluktan hareket eden İzmir Barosu, 10 Aralık 2001'de İşkenceyi Önleme Grubu'nu kurduğunu bir basın açıklaması ile duyurdu. Grup faaliyetleri gönüllülük esasına göre başladı, gelişti ve devam ediyor.
Grupta kapatıldığı tarihe kadar 300 kadar avukat gönüllü çalışma yürüttüler. Grupta çalışanların tamamı avukat ve avukat stajyeri olup, İzmir Barosu'nun kayıtlı üyeleridirler. Başvuruculara / işkence mağdurlarına, işkencenin ve cezasızlığın önlenmesi için adli ve idari bütün aşamalar için hukuki yardım sunulmaktadır.
7 Aralık 2004'e kadar (kapatılma kararının alındığı tarih) gruba 575 kişi işkence gördüğü gerekçesi ile başvuruda bulunmuştur. Bu başvurular için toplam 334 dosya açılmıştır. 116 dosya ile ilgili dava açılmış, diğer dosyalar içinse hazırlık soruşturması devam etmektedir.
Grubun faaliyetine davam ettiği 3 yıl içinde yapılan başvuru sayısı (dosya sayısı) 334, açılan dava sayısı 116'yken, İzmir Merkezinde 1997-2001 yılları arasında açılan toplam dava sayısı sadece 94'tür. İşkenceye karşı yürütülen bu sistematik karşı kampanya, elbette bir takım kişileri ve grupları rahatsız etmiştir.
İşkencenin Önlenmesinde Hukukçuların Rolü Projesi
Grup çalışmalarına devam ederken, Avrupa Komisyonu'nun insan hakları alanında yürütülen çalışmalara finansal destek sağlayacağına ilişkin bir ilanı olmuştur. Bu ilan üzerine, İzmir Barosu İnsan Hakları Hukuku ve Hukuk Araştırmaları Merkezi ile İşkenceyi Önleme Grubu ortak bir proje hazırlamışlardır. Hazırlanan proje, dönemin Yönetim Kurulu tarafından Komisyonun ilgili birimine sunulmuştur. Komisyona sunulan yüzden fazla proje arasından bu proje kabul edilmiştir.
Kabul edilen projenin uygulanmasına ilişkin sözleşme 5 Ağustos 2003'te imzalanmış ve uygulama başlamıştır. Projenin yüzde 78'lik kısmının finansmanı Avrupa Komisyonu, yüzde 22'lik kısmının finansmanı ise İzmir Barosu tarafından üstlenilmiştir. Avrupa Komisyonun proje için toplam mali katkısı 360 bin Euro kadardır. Baronun katkısının büyük bir kısmını, fiziksel mekan tahsisi, adli yardım hizmeti ve araç gereç tahsisi yolu ile sunmaktadır.
Proje kapsamında altı kişi profesyonel olarak görev almıştır. Bir proje müdürü, bir proje idari sekreteri, iki hukuksal yardım koordinatörü, bir dökümantasyon sorumlusu ve bir büro görevlisi. Büro görevlisi dışındaki profesyoneller avukattır.
Proje başlıca üç ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm; tutum ölçekleri belirleme, meşruluk nedenleri araştırmaları ve eğitim çalışmaları; ikinci bölüm; dokümantasyon faaliyetleri; üçüncü bölüm ise, hukuki yardımlardır.
Proje ile edinilen bütün araç gereçler ve diğer her türlü materyal İzmir Barosu'na aittir. Proje içeriğine ilişkin olarak Komisyonun herhangi bir müdahalesi olmamıştır ve olması da olanaklı değildir. Zaten içerik ve bütçe itibariyle de proje tamamen Baro tarafından, başka hiç kimsenin müdahalesi olmaksızın hazırlanmış ve uygulanmıştır.
Projeyi iptal eden ve grubu kapatan yeni yönetim kurulu kimlerden oluşmaktadır? Yönelimleri ve gerçek niyetleri nedir?
17 Ekim 2004'te, İzmir Barosu Genel Kurulu yapılmış ve kendilerini "Cumhuriyetçi" olarak adlandıran grup yönetime gelmiştir.
Bu grup ağrılıklı olarak kendilerini "Ulusalcı" olarak niteleyen kişilerden oluşmakta ve temel yönelimleri Türkiye Solu'nun yakından tanıdığı "Aydınlıkçı" kişiler belirlemektedir. Bu kişilere Baro'daki "Kızıl Elma"cılar da denilebilir.
İnsan haklarına ve bu alandaki her türlü mücadeleye karşıdırlar. İnsan hakları anlayışları Türk Dünyası İnsan Hakları anlayışından farklı değildir. Bu alandaki her mücadeleyi, ulusal bütünlüğe zarar veren, bölücü bir mücadele olarak bakmaktadırlar. Bu alanda yürütülen bütün mücadeleyi "Türkiye'nin dünyaya jurnallenmesi" olarak görmektedirler. Yeri gelmişken bununla ilgili bir anıyı aktarmak açıklayıcı olacaktır.
"Aydınlıkçı" olan ve şu anda Yönetim Kurulunda bulunan bir üye, 2000'deki baro seçimleri öncesi propaganda için büromuza geldiğinde, "gösterilerde polisten dayak yiyen kişilerin polisi kışkırtarak kendilerini dövdürdüğünü, bunu da Türkiye'yi Avrupa'ya kötü göstermek için bilinçli olarak ve kasten yaptığını" söyleyebilmişti.
Yönetime ilk geldiklerinde çalışmalara destek vereceklerini söylerken, daha sonra yaşanan şu iki olay hem İşkenceyi Önleme Grubunu kapatmalarının ateşleyicisi olmuş hem de zihniyetlerinin anlaşılmasının ipuçlarını ele vermiştir.
İnsan Hakları Merkezi her yıl ilköğretim ve liselerde eğitim faaliyetleri yürütmektedir. Bu yılda çeşitli okullardan eğitim talebi gelmiştir. Bu eğitimlerde genel insan hakları tarihi ve haklar anlatılmaktadır. Yönetim Kurulu bu sistematiği değiştirmiş, bu yıl okullarda Namık Kemal'in ve Osmanlı'da İnsan Haklarının anlatılmasını talep etmiştir. Bu talep kabul edilmeyince de, insan hakları alanında hiçbir çalışması ve birikimi olmayan kişiler okullarda Türk Dünyası İnsan Hakları eğitimine başlamışlardır. Buna hayırlı olsun diyoruz ve yanlarında "at, avrat, pusat ve kımız" götürmelerini, "Asena"'yı da yedeğe almalarını öneriyoruz. Materyalsiz eğitim olmaz değil mi?
İkinci tartışma İşkenceyi Önleme Grubunda yaşanmıştır. Tartışmanın nedeni Kızıltepe olayına Baronun müdahil olmasının istenmesi olmuştur. Toplantıya katılan yönetim kurulu üyesi, baronun bu konuda müdahale edemeyeceğini, öldürülen kişilerin "terörist" olabileceğini ya da ailelerinde teröristler bulunabileceğini, Baronun her şeye müdahale edemeyeceğini söyleyerek öneriye karşı çıkmıştır.
İzmir Barosu'nun yeni Yönetimi varlık nedenini, AB'ye ve evrensel insan hakları değerlerine tamamına karşı olmak üzerine temellendirmiş, gerici, şoven bir anlayıştır. Bütün eylemleri bu ırkçı, gerici zihniyet üzerine yükselmekte; kararlarını tabağı süslemek için meslek sorunları, AB, Felluce, Irak, işgal, emperyalizm gibi soslarla hepimize servis yapılmaktadır.
Yiyebilenlere afiyet olsun. Lakin bizim bu salataya karnımız tok. (EÖ/BB)