Paris 8 Üniversitesi Jeopolitik Enstitüsü’nde profesör Nora Şeni ile İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’daki yüzleşme ve hatırlama tartışmalarının önemini, bu tartışmalarda Türkiye’nin pozisyonunu konuştuk.
Şeni’nin bilimsel sorumluluğunda, yaklaşık iki yıldır, Paris 8 Üniversitesi, Shoah Memorial ve Anadolu Kültür’ün İstanbul’da düzenlediği ‘Bir Yüzleşme Serüveni” konferanslar serisi gerçekleşiyor. İstanbul’da yapılan konferanslarda ilk yıl Fransa’nın Holokost ile yüzleşme süreci irdelenirken bu sene konferanslar diğer ülkelere ve Türkiye’ye de odaklanıyor.
Bu bağlamda Ermeni Soykırımı’nın 100. yılında bu konferanslarda da hep vurgulanan hafıza politikalarının önemini anlamak için Prof. Şeni ile konuştuk.
Şeni, İkinci Dünya Savaşı’nda nötr kalan Türkiye’nin, savaş sonrası Avrupa’sının kendini sorguladığı ve “bir daha olmasın” temelinde inşa ettiği hafıza politikalarının dışında kaldığını söylüyor. Bu bağlamda Avrupalılığın bu bilgi ve deneyimi içselleştirmeden mümkün olmadığını ekliyor.
Şeni, bugünden geçmişe bakarken İkinci Dünya Savaşı sonrası yüzleşme sürecinde üretilen deneyim, bilgi ve kavramların (özellikle hukuksal) Ermeni Soykırımı, Dersim ’38 ya da Sivas Katliamı gibi olaylarla yüzleşilmesi durumlarında da kullanılabileceğini, harekete geçirilebileceğini ifade ediyor.
Hafıza politikası nedir?
Yüzleşme Serüveni konferanslar serisinin ikinci yılındasınız. 2. Dünya Savaşı'nın irdelendiği bu etkinliği Türkiye'de yapmak neden önemliydi?
Halen devam eden bu konferanslar serisinin başlıca iki amacı var. Bu fikrin etrafında dönmeye başladığım 2012 yılında, yani Ermeni Soykırımı’nın 100. yılının arifesinde, devleti yüzleşmeye ikna etme sürecine katkıda bulunmak baş amaçtı. Zira diğer ülkelerde yüzleşme serüvenleri nasıl gelişmiş, hafıza politikaları nasıl oluşmuş sorusu Türkiye’de pek sorulmuyordu. Dolayısıyla amacım 2. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa ülkelerinde Holokost’la ilgili hafıza politikalarının nasıl oluştuğu, hangi aktörler sayesinde ve ne gibi etkinliklerle evrildiğini göstermekti . Bunu bir model olarak değil de bir tartışma alanı ve vesilesi olarak önerdik.
Herhalde önce “hafıza politikası” derken neyi kastettiğimi açıklamam gerek.
Burada özel hafızalardan, yani kişisel, ailesel ya da cemaatsel belleklerden, kollektif/toplumsal hafızaya, sonra da kamusal hafızaya geçiş sürecini kastediyorum. Bu kavram aynı zamanda kamu görevlilerinin belli zamana kadar reddettiği sorumlulukları baskılar sonucunda nihayet yüklenip pişmanlık sembolleri, anma günleri ve hafıza mekanları oluşturmasına, mağdurların hatırasına abide inşa etmeye, zulümleri hatırlatan plaket vs’yi kent mekanına yerleştirmesine varan süreci de kapsar.
Hafıza politikaları kavramının ilginç yanı şu ki çeşitli toplumların “acılı hafızalarıyla” yüzleşmesinde hangi aktörlerin, ne tür eylemler ve etkinliklerle rol oynadığını incelemeye yaraması. Yüzleşme deneyimlerini karşılaştırma imkanı yaratan bir kavram “hafıza politikaları”.
Yüzleşme Serüveni konferanslar serisinin diğer amacı şu saptamaya bağlı:
Türkiye’nin aday olduğu Avrupa kurumları ve hassasiyeti, 2. Dünya Savaşı sonrasında savaş ve Yahudi Soykırımı hafızalarının doğurduğu “bir daha asla”yı temel alan bir şekilde ve “ barış”ı, her şeyden üstün tutarak yeniden yapılandı. Hem kurumları, hem toplumsal bilinci ve bilinçaltını kapsayan bir yapılanmadan söz ediyorum. Savaşı “nötr” ülke olarak geçiren Türkiye, kurumları ve entelektüelleriyle, düşünce ve sanat dünyasıyla bu yeniden şekillenmenin dışında kaldı. Avrupa’nın, boyutlarını savaş sonrasında keşfettiği dehşetine, kendinden ve medeniyetinden şüphe etmesine, “bunlar bir daha olmasın” diye kendine karşı önlem aldıran hassasiyetine yabancı olarak yoluna devam etti. Oysa bu hassasiyettir Avrupa’ya ille de barış ve demokrasi dedirten. Bu hassasiyettir totaliter eğilimleri ta uzaktan görüp geçit vermemeye çalışan.
“Dışarıda” kalan Türkiye
2. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da bu anlamda yeni bir kültür doğdu. Bu kültürün oluşmasına katılan Holokost hakkındaki binlerce kitabın Türkiye’de ne kadar yankısı oldu? Bunlardan tercüme edilenler yüzde biri bile bulmaz. Eğitim programlarında hatırı sayılır bir yer tutuyor soykırımlar ve Holokost hakkında bilgi vermek.
Benim açımdan en önemli olan şu: Totaliterliği, bu eğilim henüz oluşurken haberdar eden işaretleri uzaktan tanımayı, önlem almayı, geçit vermeme prensibinden şaşmayan deneyimleri ve bilgiyi Türkiye entelijensiyasi da paylaşamadı. Bu “dışardanlığın” Türkiye demokrasisi için hiç de iyi olmadığını düşündüğüm gibi kendi çevremden dostlarımın da bu dışardanlığı beni yaraladı. Herhalde bunda öznel sebeplerin de rolü mevcuttur. Bu da bu konferansları planlamak için beni hareket geçiren ikinci ve bir derece kişisel “motivasyon”.
Bu konferanslar boyunca Türkiye'nin 2. Dünya Savaşı ve Holokost sonrası başlayan kamusal tartışmalardan uzak kaldığını vurguladınız. Bu durumda Türkiye'nin ve Türkiye halklarının zararı ne oldu? Bu tartışmanın önemi neydi?
Hiçbir soykırım diğerine benzemez, dolayısıyla soykırımları, onların tarihini mukayese etmek değildi amacımız. Ama yüzleşme süreçleri öyle değil. Diğer toplumların kendi “zehirli” hafızalarıyla uğraşırken hukuk alanındaki kavgalarından, politik dengeleri değiştirme deneyimlerinden öğrenilecekler var, çıkarılabilecek stratejik dersler mevcut.
Bir de şu var ki ben Türkiye’nin geleceğini Avrupa’da görenlerdenim, Avrupa’da umut edenlerdenim. Avrupa’nın, üstüne kendini yeniden inşa ettiği bugünkü temellerini içselleştirmeden oluşacak bir entegrasyonun hem mümkün olmadığını, hem de arzuya sayan da olmadığını düşünüyorum.
“Holokost sonrası oluşan kavramsal araçlarla geçmişe bakıyoruz”
Ermeni Soykırımı, keza Dersim 38’, Holokost öncesi yaşanan vakalardı. Hafıza ve geçmişe yönelik sorumluluk tartışmalarının, bu vakaların toplumsal hesaplaşmasına katkısı ne olabilirdi?
Evet bu katliamlar Holokost’dan önce gerçekleşti. Ancak Avrupa’nın 2. Dünya Savaşı sonrası kurduğu düzenin yeni hukuki ve siyasi kuralları ve kurumları, yeni toplumsal mutabakatın değerleri, geçmişe yönelik olarak da işliyor. Örneğin soykırım kavramını ilk olarak Raphael Lemkin 1944’da tanımlar. Birleşmiş Milletler 1948’de bu kavrama uluslararası hukuksal yaptırım tanıyan kararı alır. Oysa bugün geçmişe bakışta kullandığımız geçerli kavram ve kararların temelleri bunlar. Bugün geçmişe bu hukuksal ve siyasi “araçlarla” bakıyoruz, Ermeni Soykırımı’yla, Dersim 38’le, Sivas olaylarıyla yüzleşilmesi için bunları harekete geçiriyoruz.
Nora Seni kimdir?
Nora Seni, yazar ve akademisyen. Lise öğrenimini Notre Dame de Sion’da, iktisat lisans ve doktorasını Fransa’da yaptı. Doktora sonrasında Paris VIII Üniversitesi Şehircilik Bölümü’nde öğretim üyesi oldu. 2008-2012 arasında İstanbul’da Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü’nün (İFEA) direktörü oldu. Bugün Paris 8 Üniversiesi Jeopolitik Enstitüsünde profesör. Araştırmaları tarih, kent tarihi ve antropolojisi dallarına yöneldi.. Araştırma temaları arasında Osmanlı’da kent ve kadın bedeni; tarihte kentsel ayrımcılık; kıyafet kuralları ve getolar, 19. yüzyılda İstanbul ve gayrimüslim cemaatler, Yahudiler; filantropi ve sanat hamiliği; sanat kolleksiyonculuğu; kültür politikaları. En son Hérodote dergisinin Türkiye özel sayısını yönetti: Géopolitique de la Turquie (Paris 2013). Türkçe’ye çevrilen kitapları : Oryantalizm ve Hayırseverliğin İttifakı (Yapı Kredi Yayınları, 2010), Camondo’lar bir hanedanın çöküşü (Kitap yayınevi, 2011), Marie ve Marie, Konstantiniye’de Bir Mevsim 1856-1858 (İletişim, 1999), Seni Unutursam İstanbul (Kitapyayınevi, 2008). Çok sayıda Fransızca yayınlanmış araştırma makaleleri ve iki de belgesel filmi var.
.