Hablemitoğlu'nun öldürülmesinden sonra, onun siyasal görüşleri, entelektüel pozisyonu, fikir akrabalığı içinde olduğu akımlar ve diğer bağlantıları üzerinde yeterince durulmadı. Daha çok, Hablemitoğlu'nun yazdığı ve sonradan kitap haline getirdiği kimi raporlar, istihbarat alanına ilişkin yaptığı siyasal değerlendirme ve araştırmalar ve kimi "gizemli ilişkileri" üzerinde duruldu.
Oysa, Hablemitoğlu sadece istihbarat konularına ilgi duyan, laik, cumhuriyetin kurucu ilkelerine bağlı, ulusalcı bir aydın değildi. Bu niteliklerin belki tamamı doğruydu ama, Hablemitoğlu, yukarıda çizilen çerçeveyi hayli aşan ve son yıllarda hızla gelişen bir politik ve entelektüel ortamın/çevrenin ürünüydü. Bu nedenle Hablemitoğlu'nun neden öldürüldüğü sorusu kadar, içinde yer aldığı akımın kendisi de önem taşıyor.
Yeniden devleti kurtarma ideolojisi
Bugün, Hablemitoğlu'nun da içinde veya bir kanadında yer aldığı, giderek bir güce dönüşme eğilimi gösteren kapsamlı bir siyasal-entelektüel akımla karşı karşıyayız. Bu akım, belli kırılmalara uğrasa da değişik versiyonlarıyla tarihsel ve düşünsel bir arka plana ve kaynağa da sahip. Sağ ve sol versiyonlarıyla bu akımı, belki toptancı bir değerlendirmeyle, "devleti kurtarma ideolojisi" diye tanımlayabiliriz.
Tarihsel olarak daha çok, kültürel milliyetçilik, ulusal kurtuluşçuluk ve bir tür "üçüncü dünya solculuğu" şeklinde kendisini dışa vuran bu akım; son dönemde asker-sivil bürokrasi, aydınlar ve akademik çevreler içinde yeniden gelişmeye başladı. Sosyalist sistemin dağılmasından ve soğuk savaş döneminin kapanmasından sonra küreselleşme karşıtlığı temelinde kendisini yeniden kurma sürecine girdi. Sosyalist solun güç ve prestij kaybının yarattığı büyük boşluk da söz konusu akımın gelişmesi için zemin oluşturdu. Bu akım, sahip olduğu belirgin milliyetçi tonla diğer küreselleşme karşıtı güçlerden, örneğin sosyalist akımlardan ayrıldı.
Ulusalcılık; sınırlı anti-emperyalizm
Kendisini yer yer "solcu" bir akım olarak tanımlamaktan da kaçınmayan; ancak, henüz homojen bir ideolojik ve politik yapıya sahip olmayan bu hareket, çok parçalı ve çok eğilimli bir konumlanışa sahip. Bununla birlikte, bu aydın hareketini tanımlayacak ideolojik bir arka plandan, ortaklaştırıcı duyarlılıklardan ve politik reflekslerden söz etmek de mümkün.
Bu hareket kendisini öncelikle liberalizm karşıtlığıyla ve "ulusalcı" bir zeminde tanımlıyor. Küreselleşme sürecine karşı ulusal kazanımlara ve değerlere tutunarak muhalefet ediyor. Bu yanıyla, anti-emperyalist ve anti-Amerikan bir politik duyarlılığı öne çıkarıyor. Küreselleşme süreciyle paradoksal şekilde içiçe geçen ve/veya yönlendirilen cemaatleşme ve alt kimliklere dönüş eğilimine karşı direniyor.
Etnisite üzerinden yürüyen kimi politik ve kültürel taleplere karşı çıkıyor. Bütün bunların, emperyalizmin yeni küresel egemenlik araçları olduğu görüşünü savunuyor. Bu özellikleriyle, ittihatçı-cumhuriyetçi aydınların ve bürokrasisinin "bölünme" sendromunu devralıyor. Ancak, bu anti-emperyalist tutum kapitalizm karşıtlığı gibi bir derinliğe sahip olmuyor. Kapitalizm eleştirisi, en çok "işbirlikçi sermaye" karşıtlığıyla sınırlanıyor.
Halkçılık, laiklik
Buna karşın, halkçılık bir politik tutum olarak öne çıkarılıyor. Halkçılık, toplumu birleştirici bir ulusal çerçeve ve sosyal adaletçi bir anlayış olarak savunuluyor. Sosyal adaletçi, ulusal zenginliklere sahip çıkan, öz kaynaklara dayalı kalkınmacı ve planlamacı bir program zımni ortaklığı oluşturuyor. Siyasal islama ve gericiliğe de, bu yaklaşımı tamamlayan bir anlayışla ve şiddetle karşı çıkılıyor.
Cumhuriyet devriminin kazanımları radikal bir üslupla savunuluyor. Siyasal islam en büyük ulusal tehdit unsuru olarak algılanıyor. Kadınların özgürlüğü bu dolayımla savunuluyor. Bu nedenle Batı karşıtlığı anti-emperyalizmle sınırlanıyor ve aydınlanmacı bir politik-kültürel perspektif bu akımın bütününe egemen oluyor.
Sosyalizmin etkili bir siyasal kuvvet olarak tarih sahnesinde bulunmadığı koşullarda, solun bir kesimini de etkisi altına alarak gelişen bu akım, kurulu düzeni köklü bir şekilde değiştirmek yerine devleti kurtarmayı asıl amaç olarak benimsiyor. Bir karşı devrime maruz (1950'den itibaren) kalan Cumhuriyeti kurtararak bir tür "asrı saadete dönüş" çizgisi savunuluyor.
Temel ulusal sermaye mi?
Bu akımın dayandığı kültür, aydınların, küçük burjuvazinin, asker ve sivil bürokrasinin halkçı ve ulusalcı duyarlılıkları ve anti-emperyalist gelenek ise; iktisadi temeli de; küresel mali sermayenin yıkmaya çalıştığı yerli sermaye çevrelerinin, son yıllarda girdiği direnme eğilimidir.
Bütün sorunlarına, sınırlılıklarına ve dengesizliklerine karşın Türkiye'nin Avrupa'nın 5'inci, dünyanın ise 16'ıncı büyük ekonomisi olduğu hatırlanırsa eğer, sanırım bu durum daha iyi anlaşılır. Çünkü; bölgesinde giderek güçlenen bir Türkiye, Batı ve uluslarötesi sermaye için daha büyük bir yerel/bölgesel ortak demektir. Bu durum, bölgenin zenginliklerinden giderek büyüyen bir parçayı geride bırakmak anlamına gelmektedir.
Kapitalizmin merkez ülkelerindeki yapısal krizi mali genişlemeyle aşmaya çalışan uluslarötesi sermaye -ki hâlâ bir anavatan ihtiyacı devam etmektedir- güçlü yerel ekonomileri yıkarak kendisine alan açmaktadır. Yerel zenginlikler bir vakum gibi emilerek merkeze transfer edilmektedir. Arjantin'in ve Şubat 2001'de Türkiye'nin başına gelenler böyle bir şeydir.
Medyada saflaşma
Ankara Ticaret Odası başkanı Sinan Aygün'ün politik çıkışları, Çukurova ve Park (Turgay Ciner) gibi büyük grupların IMF karşıtı tutumları (belki Uzan Grubu da eklenebilir) bu açıdan görülmelidir. Medyada da bu saflaşmayı açıkça izlemek mümkündür. Örneğin, Turgay Ciner ve M. Emin Karamehmet'in Cumhuriyet gazetesinden yüzde 20 hisse alarak bu gazeteye -yönetimde pay talep etmeden- bugünlerde kaynak aktarması ilginç bir gelişmedir.
Akşam gazetesi ve Show TV'nin yönetimlerinin değiştirilmesi de yine bu bağlamda ele alınmalıdır. Sabah grubunun ağırlıklı olarak Turgay Ciner yönetimine geçmesi ve Cumhuriyet-Akşam-Sabah gruplarının Aydın Doğan'ın dağıtım tekelini kırarak ayrı bir oluşuma (Birleşik Basın Dağıtım şirketi) yönelmeleri çatışmanın şiddetli geçtiğinin işaretleridir.
Yeni uluslararası akım
İşte, bu yıkıcı sürece direnenler, ne Türkiye'de ne de dünyada, sanılanın aksine sadece sosyalistler değildir. Üstelik, sosyalistlerin bu dönemde etkili bir direnişi geliştiremedikleri de ortadadır. Bu direniş şu anda ağırlıklı olarak halkçı ve ulusalcı çevreler tarafından geliştirilmektedir. Örneğin, Venezüella'da Devlet Başkanı Hugo Chavez böyle gücü ve akımı simgelemektedir. Bu güçler, genel anlamda kendilerini "sol" olarak tanımlasalar da bu solculuk marksizm ile esaslı bir ilişkiye sahip değildir. Durum dünyada da böyledir Türkiye'de de. Bu olguya yeni bir uluslararası akım gözüyle bakabiliriz.
Yeni kadroculuk / yeni yöncülük
Ulusalcı hareket diye tanımlayabileceğim yeni akım, Şevket Süreyya Aydemir'in öncülüğünde gelişen ve hem siyasal hem de entelektüel düzlemde çok etkili olan 1930'lu yılların Kadro Hareketi ile benzerlikler taşıyor. Ancak, Kadro dergileriyle, siyasal zafer kazanmış ve fakat toplumsal dönüşümü gerçekleştirememiş "inkılâbın ideolojisi" kurulmaya çalışılırken; bu çizginin 2000'ler Türkiye'sindeki taşıyıcıları "ihanete uğramış inkılâbı" kurtarmaya soyunuyor. Dolayısıyla, yeni ulusalcı hareket daha baştan görece muhalif bir karakter kazanıyor.
Bu anlamda günümüzün ulusalcı hareketi, Kadro Hareketi'nden çok, bu hareketin hem bir devamı hem de eleştirisi anlamına gelen 1960'lı yılların Doğan Avcıoğlu önderliğindeki Yön Hareketi'ne daha yakın duruyor. Cumhuriyet tarihinin en etkili siyasal hareketlerinden biri olan Yöncüler; kendilerini milliyetçi-sosyalist bir akım olarak tanımlıyorlar ve bu yanıyla sosyalizmin meşruiyet kazanmasını sağlayan tarihsel bir rol oynuyorlardı. Öyle ki, Yön'ün büyük katkısıyla ülkede entelektüel ve ideolojik inisiyatif sola geçmişti. Yöncüler, ihanete uğrayan devrimi yeniden kazanmak için (İkinci Kurtuluş Savaşı) yola çıkmışlardı.
Sağ ulusalcılık
Kuşkusuz, bugünün ulusalcı hareketi ile Yön aynı özelliklere ve güce sahip değil. Her şeyden önce koşullarda önemli farklılık var. En önemli farklılık ise kuşkusuz sosyalizmin küresel bir güç olmaktan çıkması ve solun entelektüel inisiyatifini yitirmesidir. Bu nedenle bugünün ulusalcı-halkçı akımı, kaçınılmaz olarak daha sağ ve milliyetçi bir karaktere sahiptir.
İşte Dr. Necip Hablemitoğlu, bu profile en uygun isimlerden biriydi. Türkçü bir siyasal geçmişe sahipti. Devletin ve bürokrasinin içindeki bölünmede bir tarafta yer alıyordu. Örneğin; Alman vakıflarına ilişkin olarak hazırladığı kitap-rapor, Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin (DGM) açtığı davada kanıt olarak kullanıldığı gibi, Milli İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT) raporunda da "Türk-Alman ilişkilerine zarar verdiği" gerekçesiyle suçlanabiliyordu.
Hablemitoğlu'nun cenaze töreni de bu bakımdan ilginç görüntülere sahne oldu. Nasıl bir protokol uygulanacağı son ana kadar belirlenemedi. Cenaze töreninde hükümet önce başbakan yardımcılığı düzeyinde temsil edildi. Ancak, cenazeye Genelkurmay Başkanı dahil bütün kuvvet komutanları katılınca, Başbakan Abdullah Gül programını yarıda keserek apar topar gelerek törene son anda yetişti.
Ara zemin
Yeni akımın Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve ülkücü milliyetçilik ile de ilişkisi önem taşımaktadır. İki hareketin hem örtüşen hem de ayrışan özellikleri olduğunu söyleyebiliriz. Bu olgu, üst üste düşen iki daire gibi ele alınırsa eğer, hem örtüşen hem de ayrışan, farklılaşan ve birbirinden uzaklaşan iki alanın bulunduğunu gözlemleyebiliriz. Ortak alanı ise "ara zemin" diye tanımlayabiliriz.
Örneğin ara zeminde, eski ve yeni cumhuriyet Başsavcıları Vural Savaş ve Sabih Kanadoğlu gibi isimler, Yekta Güngör Özden ve Cumhuriyetçi Demokrasi Partisi (CDP), geleneksel devletçi bürokratlar, bir kısım askerler, bazı akademisyenler ve aydınlar bulunmaktadır. Sağında Nuh Mete Yüksel gibi kimi hukukçular, bazı Türkçü çevreler, kalkınmacı kimi bürokratlar, bazı ülkücü yazarlar ve Türk Ocağı ekolünden gelen aydınlar yer almaktadır. Solunda ise, yine bazı aydınlar, bürokratlar, Mümtaz Sosyal çevresinde gelişen aydın-akademisyen akımı (Bağımsız Cumhuriyet Partisi-BCP), Demokratik Sol Parti (DSP) içinde Şükrü Sina Gürelcin temsil ettiği çizgi, Atatürkçü Düşünce Kulüpleri Federasyonu, Türk Solu ve İleri dergileri, Çağdaş Yaşamı Destekleme Dernekleri, İşçi Partisi, Kukayı Milliye dergisi ve Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) bir kanadı bulunmaktadır.
Demokratik Türkçüler
Ulusalcı-halkçı hareket içindeki bir damar tam bu aşamada dikkat çekmektedir. MHP'nin Türkçü-toplumcu kanadı diyebileceğimiz ve bu partiden kopan bir çevre hızla yeni oluşum içinde konumlanmaktadır. Türkçülüğün ırkçı ve faşist yorumlarını reddeden bu kanat, toplumcu-halkçı bir iktisadi ve siyasal çizgi içinde kendisini tarif etmeye çalışmaktadır. Bu akım kimi unsurları kendisini "Demokratik Türkçü" olarak tanımlamaktadır.
Bu çevre, ülkücü hareketin Türk-İslam sentezciliğini reddediyor. Savundukları laiklik anlayışı ile sadece siyasal islamı değil, MHP'yi de karşılarına alıyor. MHP milliyetçiliğini gerici-ümmetçi bulan bu çevre, bir tür 19. yüzyılın ulus kurucu (bu yanıyla da ilerici denilebilecek) Türkçülüğünü ve milliyetçiliğini savunuyor. Bu çevre Yusuf Akçura, İsmail Gaspıralı ve bir ölçüde de Ziya Gökalp Türkçülüğünü kendisine referans olarak alıyor. Bazı solcu aydınlar da bu akıma sempati gösteriyor. Sultan Galiyefçilik bu akımın sol ve sağ kanatları arasında ortak bir zemin oluşturuyor. Ancak, MHP'nin iç yayınlarında bu çevre "Marksist Türkçüler" olarak suçlanıyor.
Hablemitoğlu neyi temsil ediyor?
Türkçü bir çevrenin çıkardığı Yeni Hayat dergisi bu alanda önemli bir rol oynuyor. Bu dergide arada bir Atilla İlhan da yazı yazıyor ya da kendisiyle röportaj yapılıyor. Derginin yazarları arasında bir dönem Necip Hablemitoğlu da bulunuyor. Hablemitoğlu bir ara Yeni Hayat'ın genel yayın yönetmenliğini de yapıyor. MHP'den kopan bir çevrenin yönetimindeki bu derginin yazarları arasında, bazı emekli subaylar, bürokratlar, genellikle taşra üniversitelerinden akademisyenler ve bir kısım eski ülkücü yer alıyor.
Yeniden yazının başına dönersek; işte Dr. Hablemitoğlu, çeşitli çevreler ve geleneklerce oluşturulan halkçı-ulusalcı bu "zımni akım" içinde tam kavşak noktasında duruyordu. Örneğin, bir zamanlar Türkçü olan Hablemitoğlu, öldürülmeden bir yıl önce CHP'ye üye olmuştu. Belki de ilişkilerindeki bu çeşitlilik ve/veya karmaşıklık, siyasal ve toplumsal olayları komplo teorisiyle açıklama eğilimi (Bkz. Etki Ajanları, Nüfuz Casusları ve Fetullahçılar Raporu, Ankara, 2001; www.nethaber.com) ve bu eğilimin yol açtığı istihbarat ilgisi (askeri istihbarata yakın -ilişkili değil yakın- bir isim olarak biliniyordu) öldürülmesinin başlıca nedeniydi. (MY/EK)