Cepkeninde gezdirdiğin güvercinler havalandı,/ Vuruldu alnından koca bir tarih.
Terazi de böyle miydi evvelden? / Sade giden ölmedi! / Sade giden ölmedi! / Kaldı mı yaşayanı görmeyen?..
19 Ocak saat 15:00... İstanbul'un orta yerinde bir aydın, bir demokrat, bir devrimci, bir yurtsever, bir insan vuruldu! Yaşamını halkların kardeşliğine adamış bir düşünce adamı...
Bu acı gerçeği birkaç kelimeye sığdırarak izah etmek ne kadar kolay görünüyor... "Vuruldu" diyebilmek ne de kolay gelebiliyor dile. Sadece birkaç saniye içinde, ne kadar birdenbire geliveriyor kelimelerin üstüne ölüm; Azrail bile hazır değilken böyle bir kedere...
Aslında herkes şu gerçeği çok iyi biliyor ki, her şey 301. maddeli duruşmaların, o davada yargılananları açık hedef haline getirmesiyle başladı. "Birileri"nin bu dava ve duruşmaları nasıl bir ırkçı-şoven şov aracı haline getirdiklerini de biliyoruz ve asla unutmamalıyız. O "suçluydu" ve bunun herkesçe böyle bilinmesi isteniyordu! Çünkü o bir Ermeni idi...
Ermeni olduğu için de, 301. maddeden yargılanan diğer aydın ve yazarlardan farklı bir muamele gördü. "Türk düşmanı", "vatan haini", "bölücü" olarak lanse edildi; insafsızca... Dahası Adalet Bakanı onu "vatan haini" söylemiyle damgalayarak açık hedef haline getirdi.
Yakın bir zamanda, bir gazete, ben ve Hrant Dink'le "301'in esmer çocukları" başlıklı bir röportaj yapmak istemişti. O röportajı yapamadık... Katiller izin vermedi. Yoksa iki "esmer" 301 mağduru olarak, bu vesileyle bir kez daha Türkiye'nin aydınlık geleceğinin demokrasi ve özgürlüklerden geçeceğini söyleyecektik...
Sevgili Hırant Dink bir devrimci ve bir düşünce adamıydı. Eli kolu bağlı bir hayatın kangren olmuş liflerini halkların birliği ve sınırı olmayan insan sevgisiyle onaracağına inandı hep. Bu meziyetlerini yaşamının bütün evrelerinde korkmadan, çekinmeden göstererek yaşadı, yaşattı. Ama "birileri", karanlıktan beslenen ve ülkemizin aradığı barışı kendileri için "tehlike" addeden "birileri", düğmeye basmıştı bir kere... Gereği gecikmeden yapıldı. Beklenen ve o çok bilindik yöntemle vurdular sevgili Hrant'ı...
Duyduğumda büyük bir acıyla irkildim. O kurşunlar benim de bedenime, beynime, ruhuma saplanmıştı adeta. Donup kaldığım yerden güçlükle kalktıktan sonra dışarıya attım kendimi. Gidilebilecek en hızlı yoldan, kulaklarımı kalp atışlarıma kapatarak ulaştım Agos gazetesinin önüne. Sevgili Hrant'ın kaldırımda, beyaz bir örtüyle kapatılmış, upuzun yatan bedenini gördüğümde doğrulup; "ben ölmedim" demesini bekledim umarsızca. Nafileydi. Bir sedyenin üzerinde ambulansa bindirilirken gidişini görmekse, tam bir yıkım anıydı benim için. Söylenebilecek tüm sözler dilimin ucunda can çekişiyor, içim üşüyordu uluorta. "Hrant Dink" adıyla bir arkadaşım, bir dostum, bir yoldaşım artık yaşamıyordu...
Bir devrimcinin, bir düşünce adamının, bir yurtseverin vurularak öldürülmesinin bende ve olay yerinde biriken insanlarda yarattığı o büyük öfkeyle, oracıkta dilimize geliveren üç kelimeyi haykırmaya başladık. "Hepimiz Hrantız, hepimiz Ermeni'yiz!.."
Öldürüldüğü gün ve cenaze töreninin yapıldığı Salı günü bütün bir dünyanın duyduğu ve tanıklık ettiği bu söylem, ırkçı faşist çevreler tarafından tepkiyle karşılansa da, bana göre son derece anlamlıydı. Bu, aslında katillere bir meydan okumaydı. Bu, ülkemizde etnik kökeni, inancı ve dili ne olursa olsun, halklarımızın bin yıllara dayalı bir geleneğin omuzlayıcısı olarak kardeş kalabilmelerinin kesin bir ifadesi, iradesiydi. İnsanların dili, kültürü, kökeni ve inancından ötürü doğan ihtiyaçlarının temel bir hak olduğunun bilinmesini istemekti.
"Hepimiz Ermeni'yiz" diye haykırmak, en insani hakların savunulmasının öldürülmek için bir neden ya da gerekçe sayılamayacağına dair bir isyandı biraz da. Bu sloganı ben de attım. Bu slogan ne kimsenin bir dayatması, ne de önceden varılmış bir kararın sonucuydu. "Hepimiz Ermeniyiz, hepimiz Hrant Dink'iz" sloganı, oracıkta biriken önce bir avuç, kısa sürede binler olan insanların, yaşadıkları acı ve isyanı dillendirmek için bulabildikleri yegane sözcüklerdi. Ama bunu anlayabilmek için, tabii ki, o acıyı yaşamak gerek O acıyı içtenlikle yaşamayanlardan, bunu anlamalarını beklemek, maalesef mümkün değil... Sorunumuz da bu değil mi zaten? Böylesine bir cinayet karşısında bile, "milliyetçi" tahrikler yaratmaya çalışanlar var...
O gün hepimiz Ermeni'ydik, evet. Çünkü Ermeni olmak bu ülkeyi yöneten egemen zihniyetin inkar ve ret politikalarına karşı çıkmaktı, Ermeni olmak ülkemizin tarihsel gerçekliğiyle hesaplaşmasını ve demokrasinin bütün kurum ve kurallarıyla hayat bulmasını savunmaktı. Ermeni olmak, Kürt olmaktı, Laz olmaktı, Türk olmaktı. Ermeni olmak, "İnsan" olmaktı...
Sevgili Hrant Dink'in cenazesinde bir araya gelen on binlerce insanın Türkiye'yi yönetenlerin görmek istemediği bu gerçeği bütün bir dünyaya haykırmaları önemliydi. Bu anlamda, acıyı bu kadar içten duyup, ölümün bu denli kaypakça yaşatılmasına tepki veren insanların avunacağı ışık, hiç değilse bugünden sonra, Türkiye'nin kendi gerçekleriyle dosdoğru yüzleşmesinin fırsat ve imkanlarının doğmuş olmasıdır.
Yiğit bir aydınımızı, bir Türkiye sevdalısını kaybettik. Köprü, tam orta yerinden yıkıldı Hazar'ın üstüne. Tesadüfi olmayan bir ölümdü Hırant Dink'in ölümü. Özenle ve titizlikle, adım adım hazırlandı ve sonuca ulaştırıldı. Çünkü o bir Ermeniydi ve "katli vacipti" ırkçı-şoven katillerin gözünde. Bu ülkede yaşayan bütün halklar kardeştir. Her bir bireyimize yönelen şiddet ve ölüm, bütün halklarımızın barış içinde bir arada yaşamalarına darbe indirmeye yönelik, siyah bir eylemdir.
Sevgili Hrant Dink, demokratik ve aydınlık geleceğimizin, ülkemizde etnik, kültürel farklılıkları özümsemekten geçtiğini, ölümüyle bir kez daha gösterdi bize. O, Türkiye'nin sorunlarını ancak ve ancak demokrasi ve özgürlükler yolundan ilerleyerek çözebileceğinin en önemli savunucusuydu.
Yazık ki bir Türkiye "klasiği" daha yaşatılarak hepimize bir mesaj verilmek istendi. Cenazeden sonra elektronik posta adresime ve web sitemin ziyaretçi defterine gelen hakaret, küfür ve tehdit dolu mesajların ne anlama geldiğini biliyorum artık. Ancak bütün bu tehdit ve saldırılara karşılık Hrant Dink'in yanında yürümenin bedelini ödemekten geri durmayacağımı bir kez daha haykırıyorum! 301. madde ve hakkımda açılan-açılacak olan bir çok davaya ilişkin söylenecek şey budur. Yani her şeye rağmen ve ne olursa olsun bu ülkede
yaşayan halklarımızın mutluluğu için, varsa sözümüz, söylenmeye devam edecektir.
Demokrasi aynı zamanda bir hesaplaşma kültürüdür.
Kendisiyle, kendi tarihiyle ciddi bir hesaplaşmayı göze alamayan bir devlet demokrat olabilir mi?. Şimdi devletin yapması gereken, Hrant Dink'in ölümüyle birlikte derin bir hesaplaşmayı göze almasıdır. Aksi halde 17 yaşında bir tetikçinin yakalanmış olmasıyla bu "dosya"nın kapatılması hiç kimse için bir anlam ve değer ifade etmeyecektir. Sorumluluk büyük ve tarihseldir. Türkiye'nin, bu tarihselliği kavramış siyasi bir iradeye ihtiyacı var. Bu basireti gösterebilecekler mi? Göreceğiz...
301. maddenin yarattığı bu hesaplaşmada umarım ki demokrasi, barış ve kardeşlik galip gelsin. Eğer Türkiye için iyi bir gelecek olsun deniyorsa, ki bu hepimizin en temel istemidir, bu hesaplaşma gerçekleşmelidir. Aksi halde Hrant Dink'in öldürülmesiyle başlayan bu süreç sözü olan başka düşünce adamlarını da kıskacına alarak ülkemizi beklenmedik kötü gelişmelere sürükleyebilir.
***
Sevgili Hrant, sen bu ülkede güvercinlerin bütün tedirginliklerine rağmen özgür olduklarını ve öldürülmeyeceklerine inanmıştın.
Ama yanıldın sevgili dostum.
Yanıldın.
Çünkü bu ülkede, ayaklarında yeryüzü taşıyan güvercinleri de vururlar...(FT/EÜ)