Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Akademi’nin “Türkiye’de Güvenlikleştirme Söylem ve Pratikleri: Bileşenler, İşleyiş ve Sonuçlar” başlıklı raporu yayımlandı.
Zeynep Özen, Güldem Özatağan, Feride Aksu Tanık, Hanifi Kurt imzalı, 123 sayfalık rapor, temel olarak gazete arşiv taraması ve yarı yapılandırılmış görüşme teknikleriyle elde edilen bulgulara dayanıyor.
Rapor, şu üç ana başlıktan oluşuyor: Güvenlikleştirme Tartışmalarına Genel Bir Bakış, Türkiye’de Güvenlikleştirme Söylem ve Pratikleri, Güvenlikleştirme Söylem ve Pratiklerinin Sonuçları.
Hedef gösterme, itibarsızlaştırma, ötekileştirme
Raporda, araştırma konusunun nasıl seçildiğine dair şu tahlil yer aldı:
“Türkiye’de özellikle 2015 sonrasında yaşanan politik şiddet ve baskı ortamında hak temelli çalışmalar yürüten örgütler, savunucular, muhalif siyasetçiler, gazeteciler ve akademisyenlerin siyasi iktidar tarafından bir güvenlik tehdidi olarak konumlandırıldığı, bu açıdan hedef gösterildiği, itibarsızlaştırıldığı ve ötekileştirildiği görülüyor.
“Başta ifade, medya, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü olmak üzere, çoklu hak ihlallerine neden olan bu durumun giderek sivil alanı kapattığına tanık oluyoruz.”
Araştırmacılar, bu süreci daha iyi anlamak için Türkiye İnsan Hakları Vakfı bünyesinde, 2015 sonrası sivil alanın kapanışını örnekleyen ve sivil toplumun ana bileşenleri olan hak savunucularına, yerel yönetimlere, demokratik kitle örgütlerine, haber alma hakkını ifa eden gazetecilere yönelik hak ihlallerinin açık örneği olan dört kritik vakayı odağına alan bir çalışma yürüttü.
Dört vaka araştırıldı
Rapor kapsamında dört vaka incelendi:
- Osman Kavala’nın gözaltına alınıp tutuklanması sonrasında yeniden gündeme gelen Gezi davası,
- 31 Mart seçimleri sonrası HDP’li yerel yönetimlere atanan kayyumlar,
- “Savaş bir Halk Sağlığı Sorunudur” açıklaması sonrasında Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi üyelerinin yargılanması,
- Cumhuriyet Gazetesi’ndeki MİT tırları ile ilgili haber nedeniyle yargılanan gazeteciler davası.
“Güvenlikleştirme” kavramını tartışıyor
Bu vakalar üzerinde yürütülen çalışmanın “2015 sonrası Türkiye’sinde toplumsal alanda güvenlik sorunu teşkil etmeyen pek çok meselenin güvenlik meselesine dönüştürülerek demokratik siyasetin dışında bırakıldığı bir işleyişin kalıcı hale geldiğini ortaya konduğu” ifade edildi.
Rapor, 2015 sonrası sivil alanın kapanmasına neden olan gelişmeleri, “güvenlikleştirme” kavramını takiben ve onun üzerinden tartışmayı amaçlıyor:
“Türkiye’deki iktidar ağının yeni bir yönetim şekline dönüştürdüğü güvenlikleştirme söylem ve pratikleri, herhangi bir konunun güvenlik sorunu/tehdidi olarak tarif edilip güvenlik gündemine eklemlenmesiyle başlıyor. Bu noktada tehdidin gerçek ya da varoluşsal olup olmamasının da artık bir önemi yok; zira tehdidin aslen söylem içinde inşa edildiğine tanık oluyoruz.”
Rapor hakkında |
Rapor, üç ana bölümden oluşuyor. İlk bölüm “Güvenlikleştirme Tartışmalarına Genel Bir Bakış” başlığını taşıyor. Bu bölümde literatürdeki güvenlikleştirme tartışmalarına değinerek, kavramın sağladığı olanak ve sınırlılıklara ilişkin bir kavramsal çerçeve sağlamayı amaçlıyor. 2015 sonrasına neden güvenlikleştirme perspektifiyle yaklaştıkları sorusunun cevaplarını ilk bölümü takip eden bölümlerde tartışılıyor: “Bunu aynı zamanda güvenlikleştirme söylem ve pratiklerine ilişkin Türkiye’ye özgü bir örüntü oluşturmanın zemini olarak da görüyoruz. Zira raporun “Türkiye’de Güvenlikleştirme Söylem ve Pratikleri” başlıklı ikinci ana bölümü, bir yandan güvenlikleştirme teorisinin ana kavramlarına atıfla güvenlikleştirme söylem ve pratiklerinde rol oynayan aktörleri, onların işlevlerini ve söylemin tehdit yoluyla nasıl inşa edildiğini söylem analizinin bulguları üzerinden gösterirken; diğer yandan da güvenlikleştirmenin Türkiye’ye özgü işleyişini “siyasi iktidarın nasıl bir hegemonik ağ kurup hangi söylem stratejilerine ve olağanüstü tedbir uygulamalarına başvurarak” ördüğüne odaklanıyor.” Raporun “Güvenlikleştirme Söylem ve Pratiklerinin Sonuçları” başlıklı son kısmı, 2015 sonrası Türkiye’sinde güvenlikleştirme söylem ve pratiklerinin sonuçlarına dair genel bir resim sunuyor. “Demokratik siyasetin ve sivil toplum bileşenlerinin kamusal alana müdahilliklerinin engellenmesi ve/veya politika yapma koşullarının imkansız hale getirilmesi; bunun toplumsal kesimler üzerindeki suskunlaştırma ve tepkisizleştirmeye yönelik etkileri; ve son olarak güvenlikleştirmenin kendi “kurgusal” hafızasını yaratma imkanını bulması buradaki temel başlıklar olarak karşımıza çıkıyor.” |
Çözüm önerileri: Yeni aktivizm
Raporun sonuç bölümünde, tahlil edilen durum karşısında sivil toplum başta olmak üzere toplumun neler yapabileceği, çözüm önerileri yer alıyor:
- Hak savunucularının en geniş zeminde gündemi belirleyecek, deyim yerindeyse proaktif ve kolektif bir mücadelenin nasıl yürütülebileceğine ilişkin ortak çalışmalar yapmaları, hem hak savunucularını bir araya getirmek hem de hak alanlarının birbiriyle kesişimselliğini ortaya çıkarmak açısından önemli görünüyor. Bu, aynı zamanda parçalı bir görünüm sunan hak mücadelelerinin birbirine eklemlenmesi ve toplumsal desteğin artmasında da elzem bir adım olarak duruyor.
- Bir araya gelmek, ortak hedefler üzerinde uzlaşmak karşılıklı anlayış, eleştirel sesleri ve alternatif bakış açılarını dinlemeyi, anlamaya çalışmayı ve saygı duymayı gerektirir.
- Mücadele ortaklığı risklerin ve zorlukların paylaşılmasını gerektirir. Farklı hak savunucularının dayanışmasında, ortak bir zemin için hareket etmek, ama aynı zamanda bir diğerinin özerkliğine ve kurumsal kimliğine saygı göstermek müzakere konusudur.
- İnsanlar kendi geleceklerine ilişkin karar verip harekete geçebildiklerinde, seslerini duyurabildiklerinde güven duyarlar, bu onları güçlü kılar. Bu nedenle sadece kurumsallaşmış sivil toplum örgütlerinin değil, her yurttaşın kendisini ifade edebilme ve eyleme geçebilme hakkının savunulması gerekir. Bu bağlamda hak savunucularının kendi içlerindeki güç ilişkileri konusunda da duyarlı olmaları önemlidir.
- Meselelere olabildiğince farklı açılardan bakmaya çalışılması, apolitik, reaktif ya da mücadeleyi sadece hukuki yanıtlara indirgeyen bir yaklaşımın önüne geçilmesi önemlidir.
- Mücadelenin demokratik sistemdeki tahribatı görünür kılması, sivil alanın kapatılmasının bileşenlerinin geniş toplum kesimlerince fark edilmesinin sağlanması değerlidir.
- Sivil alan için mücadele temel hak ve özgürlüklerin savunulmasının yanı sıra, politik çoğulculuk ve hukuk devleti için gerekli olan demokratik değerlerin ve kurumların da güçlendirilmesi için çaba harcamayı, sivil toplumun meşruiyetini güçlendirmeyi, baskıcı yasal düzenlemelere karşı direnmeyi gerektirir.
- Bütünlüklü bir hak mücadelesi farklı alanlarda hak savunuculuğu yapanların birlikte mücadele etmesi için çaba harcayarak, bir başka deyişle farklılıkların dayanışmasını, yeni toplumsal ittifakların kurulmasını sağlayarak gerçekleştirilebilir.
- Değişen koşullara ve giderek artan ve çeşitlenen baskılara karşı yeni aktivizmlerin ve taktiklerin geliştirilmesi değerlidir. Bu mücadelenin yoksulların, emekçilerin, köylülerin, kadınların, LGBTİ+ bireylerin, Kürtlerin, Türklerin, toplumun tüm kesimlerinin meselesi olduğunu toplumun geneline hissettirecek, algılatacak bir iletişim ve ortaklık zemini oluşturmak önemlidir. Bu zemin mücadelenin meşruiyetini görünür kılacak ve geniş toplum kesimlerinin sahiplenmesini sağlayacaktır.
* Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.
(AS)