“Süreç, toplumsal hafızanın cesurca yüzleşmesini gerektirir”
*“Bir yüzyılı daha heba etmeyelim”
* “Kalıcı ve onurlu barış mümkündür”
*“Barış ve demokrasi halkın geleceğidir”
*“Toplumsal rıza üretmek için onarıcı adalet şart"
*"Batılı ülkeler bize gösterdikleri “şefkat ve üzüntülerini” şimdilerde CHP’ye gösteriyorlar."
Demokratik Toplum Kongresi (DTK) eski Eş Başkanı, mahpus Kürt siyasetçi Leyla Güven, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü öncesinde Sincan Cezaevi’nden sorularımızı yanıtladı.
Güven, cezaevinden gönderdiği kapsamlı değerlendirmelerde 1990’lardan bugüne Kürt meselesinin seyrini, kadın hareketinin dönüştürücü gücünü, cezaevlerindeki kadın emeğini, toplumsal barış arayışını ve devlet politikalarının yarattığı tarihsel tahribatı anlattı.
Sözlerinin daha en başında, hem kişisel hem siyasal bir kırılma anı olan açlık grevi dönemine dönüyor ve o günlerde taşıdığı sorumluluk duygusunu şöyle ifade ediyor:
“Eylem boyunca kendime hep şunu sordum. Neden ben değil de onlar diye sordum.
Oysa ben demiştim, mücadelemizin en ağır yükünü hep gençler taşıdı, bu kez de ben anne, kadın siyasetçi olarak bu yükü ben taşıyayım, önde olayım, onların yerine bedeli ben sırtlanayım ama olmadı.
Hepsini saygıyla, minnetle anıyorum.”
Güven’in bu sözleri, yalnızca bir siyasetçinin kişisel deneyiminin değil, aynı zamanda bir halkın ve özellikle kadınların kuşaklar boyu sürmüş direniş çizgisinin de özeti niteliğinde.
Onun anlatısında hem 1990’ların karanlığı hem bugünün çoklu krizleri hem de geleceğe dönük kararlı bir barış çağrısı yan yana duruyor.
"Kendisi ile barışık, halkı ile barışık ülke mümkün"
1990’lı yılların Kürt halkı üzerindeki etkilerini nasıl tarif edersiniz?
1990’lı yıllar Kürt sorununun çözümsüzlüğünde ısrar eden kesimlerin devleti rutin dışına çıkardığı, hak, hukuk ve yasaların askıya alındığı, vatan millet naralarıyla her türlü baskının, zulmün halka uygulandığı yıllardı.
Bugün hangi eve gitseniz ak saçlı bilge nene ve dedelerimiz o karanlık günleri tek tek anlatırlar, zira kendileri o günlerin canlı tanığıdırlar.
O dönem tüm bu karanlığa rağmen halkın tutumu nasıldı, korku mu yoksa direniş mi öne çıktı?
Buna rağmen halkımız korkup geri çekilmek yerine meydanlara ve partimize akın etti, inanılmaz serhildanlar (direniş) yaşandı.
Yıkılan köylerdeki insanlar metropollere göç etmek zorunda kaldı, geldikleri kentlerde ilk sordukları adres siyasi partimiz oldu. 90’lar vahşetini yaşayanlar elbet geriye çekilmezdi. Dünyanın neresine gitmiş olursa olsun mutlaka örgütlü yapıya dahil oldu. Tarihe 1990 karanlığı olarak geçen bu dönemin yarattığı travmalar hâlâ sağaltılmayı bekliyor.
Bugüne geldiğimizde, o dönemden miras kalan tablo ile bugünkü krizleri nasıl ilişkilendiriyorsunuz?
Bugün barış ve çözüm için çabalayanların öncülüğünü Cumartesi Anneleri ve Barış Anneleri yapıyor, çünkü onlar o sürecin en yananlarıdır. Ancak Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümüne dair mücadelesinde maalesef değişen fazla bir şey olmadı. Gelinen noktada ülkede neredeyse yolunda giden bir şey yok. Çoklu krizler yaşanıyor, ekonomik sorunlar var.
Adaleti önceden mumla arardık, ancak şimdi karanlıkta adaleti aramak için mum da arıyoruz.
Gelişmişlik farkı ve gelir dağılımındaki eşitsizlik her geçen gün artıyor, kentlerde uyuşturucu kullanma yaşı 10’lara düşmüş durumda.
Bu krizlerin temelinde Kürt sorununun çözülmemiş olmasının payını nasıl görüyorsunuz?
Elbette bunların tek nedeni çözülmeyen Kürt sorunu değil, başka sorunlar da var.
Ancak biz Kürt sorununu çözen bir ülkede kalkınmanın, refahın, huzurun, eşitliğin ve hukuksuzluğun daha hızlı giderilebileceğini biliyoruz. Kendisi ile barışık, halkı ile barışık ülke mümkündür. Bunu da hep birlikte inşa edeceğiz.
“Kürtlerin tarihsel yargılanması, baskı politikaları ve toplumda süren derin izler”
Sizce devletin Kürtlere yönelik tarihsel yaklaşımının temel çizgisi nedir?
Yıllardır yaşananların başında gelen uygulamalar şunlardı: Kürt aydını, yazar, sanatçı, siyasetçi, doktor, hemşire, öğretmen ve daha niceleri ya gözaltına alınarak ya da faili meçhullerde katledildi.
1960’lardan itibaren başlayan süreçte halkın iradesi yok sayılıp baskı politikaları dayatıldı.
Bu süreçlerde faili meçhuller, köy boşaltmaları, yakmalar, gözaltılar, işkenceler ve Kürtçe konuşulan her alanın yasaklanması gibi ağır baskılar yapıldı. Devletin güçlü propagandası altında halk sindirilmek istendi, bugün bile pek çok insanın aklında bu yaşananların travması var.
Annelerin barıştaki rolü
Bu baskı tarihinin Kürtlerin dünya ölçeğinde dağılma ve bedel ödeme biçimine nasıl yansıdığını düşünüyorsunuz?
Kürtler dünyanın dört bir yanına dağılmış bir halk olmakla birlikte, en fazla bedel ödeyen halk olmaktan kurtulamadı.
Cezasızlık politikasının bir sistem haline gelmesi annelerin acılarını daha da artırdı. En çok cezalandırılan ve baskı gören yine anneler oldu, ölümlerden sorumlu tutularak suçlandılar.
Fakat bu politikaların hepsi halkı susturmaya yönelikti.
Annelerden söz ederken duygusal ve politik olarak çok güçlü bir vurgu yapıyorsunuz. Bunun nedeni nedir?
Anne yüreğinin acısını ölçmeye kimsenin gücü yetmez. Onların tek gereksinimi adalet ve barıştır.
Anneler buna rağmen yılmadı, ne olursa olsun barıştan yana oldular. Büyük şehirlerde sessiz çığlıklarını sadece haykırmak için bir araya geldiler.
"Barış ve demokrasi bu halkın geleceğidir"
Bugünkü mücadelede annelerin sesi nerelerde en görünür, en güçlü hissediliyor sizce?
Bugün hâlâ dağların, zindanların ve cezaevlerinin soğuk yüzünde ölümleri durdurabilecek tek güç annelerin haykırışıdır.
Anneler “Biz ölümü değil, yaşamı savunuyoruz” dediler. Buna rağmen düşman politikaları, kirli operasyonlar ve provokasyonlar hiç bitmedi. Bu acı bugün bütün insanların kalbinde derin bir yara olarak duruyor.
Geçmişin acısını unutmadan, geleceğe dönük barış mücadelesi nasıl ilerlemeli?
Geçmişi unutmadan ileriye doğru yürümek için yüzleşmek gerekiyor. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Anneler, yarım kalan evlatlarının mücadelesini barışla taçlandırmak istiyor. Bu yüzden barış ve çözüm süreci için cesur adımlar gerekiyor.
Biz bu mücadelede asla pes etmeyeceğiz. Kitlelerin zaman zaman sokaklarda attığı sloganlar sadece “katliam” değil, aynı zamanda barış çığlığıdır. Sonuç olarak, hiçbir şey halkı geri döndüremez. Barış ve demokrasi bu halkın geleceğidir.
“Cezaevindeki kadın emeği ve görünmeyen sömürü”
Sincan Cezaevi'nde kadın mahpuslarla ilgili tanıklık ettiğiniz koşullardan söz eder misiniz?
Buralardaki adli kadın mahpuslara değinmemek olmaz. Adli tutsaklar tüm cezaevlerinde ucuz iş gücü olarak çalıştırılıyor, bu zindanlarda yüzlerce kadın çok düşük ücretlerde sabahtan akşama kadar hiç durmadan çalıştırılıyor.
En ufak bir itiraz, şartlı tahliye hakkının engellenmesi veya infaz yakmaları ile cezalandırılıyor. Her türlü şiddete kalmış bu kadınlar avukatsız oldukları için haklarını da savunamıyorlar. Birçoğu dışarı çıktığında sosyal güvencesi olmadığı için tekrar tekrar zindana giriyor. Adalet Bakanının övüne övüne bitiremediği cezaevlerinde iş imkânı konusu tam bir sömürü alanıdır.
Her yerde teşhir etmek gerekir diye düşünüyoruz. Yani bu kadınların hem hukuki hem de psikolojik desteğe ihtiyacı var.
Kısacası kadın dayanışmasına ihtiyaç var.
“Siyaset, kriminalizasyon ve direniş çizgisi”
Siyasi faaliyetlerinizin suç gibi gösterilmesini nasıl yorumluyorsunuz?
Her halkın temsilcisi kendi halkının ihtiyacı ne ise onun için mücadele eder. Bizim halk olarak yoksayılan dilimiz, kültürümüz, kimliğimiz için bir kavgamız var. Bu nedenle Kürt sorunun demokratik ve barışçıl yollardan çözümü için siyaset yapıyoruz. Fakat tüm siyasi faaliyetlerimizin suçmuş gibi gösteriliyor.
Devlet baskısının yoğunlaştığı dönemlerde nasıl bir yol izlemek zorunda kaldınız?
Devlet bir dönem her türlü aracı ile bize saldırdı, biz de dolayısı ile siyaset ve direnişi harmanlayan bir siyaset yolu belirledik. Yer, zaman, mekân fark etmez, bir gün parlamentoda, bir gün sokaklarda direnen halkın yanında, bir başka gün sınırda evlatlarının cenazesini bekleyen annelerin yanında oluyoruz, olduk.
Bu çizgi sizce toplumsal alanla nasıl bir ilişkiyi zorunlu kılıyor?
Eğer benimsediğimiz ideolojinin hayat bulmasını istiyorsak toplumsal alanın her noktasına direnişle iç içe olmak zorundasınız. Kötülüklerin sıradanlaştığı coğrafyalarda kadın, çocuk, genç, yaşlı her birey kendi öz savunmasını geliştirmeli.
Cezaevi ve özgürlük arasındaki ilişkiyi nasıl tanımlıyorsunuz?
Bizim gibi yüreği özgür atan insanlar için zindan duvarları hiçbir şey ifade etmeyeceğini Öcalan’ın 27 yıldır İmralı’daki mücadelesinden biliyoruz. Ada hapishanesi koşullarında geliştirdiği yol haritaları tüm Ortadoğu’yu aydınlatacak düzeydedir.
“Kürt kadınlarının zindan mirası”
Cezaevi direnişinin tarihsel kadın hafızasında nasıl bir yeri var?
Kürt kadınların zindan tarihi Dersim’in kızıl saçlı kadını Sara ile başlar. Cesareti ile bizlere bir zindan direniş tarihi yaşatan tüm kadınlara selam olsun. Egemenlerin zindanları ıslah etme alanı olarak kurmasına rağmen Kürt kadınları bunu boşa düşürüyor.
Bugün uzun yıllardır cezaevinde tutulan kadın arkadaşlarınızın durumu nedir?
Birçok cezaevinde olduğu gibi bizim bulunduğumuz cezaevinde de 33 – 34 yıldır cezaevinde olan 12 – 12 arkadaşımızın tahliyesi erteleniyor. Biz nedenlerinin hukuki olmadığını biliyoruz. Yine de çok moralliler.
Zindanda bu koşullarda zamanı ve mücadeleyi nasıl anlamlandırıyorsunuz?
Biz burada mücadelemizin muhasebesini yapıyoruz, dersler çıkarıyoruz, mücadeleye daha çok faydamız nasıl dokunur diye düşünüyoruz.
“Kadın özgürlük ideolojisi, dönüşüm ve Öcalan’ın etkisi”
Kürt kadın hareketinin güçlenmesinde hangi dinamikler belirleyici oldu?
Bizler Kürt kadınları olarak yıllardır, hem ulusal hem de kendi dinamiklerimizle aynı mücadele ruhuyla bugünlere geldik. Aynı bedenin birer parçaları misali hangi kimlik baskılanırsa, yoksayılırsa o yöne doğru evrilmek zorunda kaldık. Elimizden geldiğince, gücümüz yettiğince dengeyi doğru kurmaya çalıştık.
Bu süreçte Öcalan’ın rolünü nasıl tanımlıyorsunuz?
Bu konuda halkların önderliği Sayın Öcalan en büyük desteğimiz ve şansımızdı. Hem feodal erkeğin değişip dönüşmesi hem de biz kadınlardaki geleneksel, feodal, klasik, dogmatik kodların aşılması için muazzam bir emek sarf etti. Bizler onun sayesinde xwebun olma yolunda ilerliyoruz.
Bugün dünya meydanlarında yükselen kadın sesleri ve jineoloji tartışmaları ile bu çizgi arasındaki bağlantıyı nasıl görüyorsunuz?
Eğer bugün dünyanın tüm meydanlarında “jin jiyan azadî” sesleri yükseliyorsa, jineoloji bilimi tartışılıyorsa bu, önderliğimizin getirdiği kadın özgürlükçü paradigmanın sonucudur. Kadın hareketimiz TJA, tüm dünyada saygınlık gören bir kadın kurumudur. Öcalan’ın demokratik toplum çağrısına yanıt vereceğiz, umut hakkı için mücadele edeceğiz, kadın özgür olmadan toplum özgür olmaz şiarına sahip çıkacağız. Öcalan’ın çağrısına en çok da biz kadınlar sahip çıkacağız.
“Açlık grevi kararınız nasıl şekillendi?”
2018’deki açlık grevine başlama anınızda neler düşündünüz?
Kürt halkının direniş tarihinde açlık grevlerinin çok özel bir yeri vardır. 14 Temmuz Büyük Ölüm Direnişi ile dışarılardaki mücadele muazzam bir ivme kazandı. Bu eylem bir direniş kültürü yaşattı. 2018 yılında önderliğimiz üzerindeki tecrit ağırlaştırılmış, ailesi ve avukatları ile görüştürülmüyordu.
Tutuklu olduğum dönemde Hakkari’den milletvekili seçildim. Bu kimliğimin bana yardımcı olacağını düşünerek mahkemede hakimin yüzüne kararımı açıkladım. O anda kendimi dünyanın en mutlu insanı olarak hissediyordum. Nihayetinde Kürt sorununun çözümünü başmüzakereci olan milyonlarca insanın özgürlüğü için bunu yaptığımı bilmek benim için çok anlamlıydı. Zindanlardaki Kürt mahpuslar uzun yıllardır en ağır bedelleri ödüyordu.
"Çok fazla arkadaşımızı kaybettik"
Bizlerin talebi çok netti. Halkların önderliğinin üzerindeki tecridin kaldırılmasını istiyorduk. En acısı da zaten Türkiye yasalarında olan kuralların uygulanmasını istiyorduk. Her yerde uygulanan yasalar neden İmralı’daki hapishanede farklı uygulanıyordu. Eğer bu anlamda bazı özel kanunlar çıkarıldıysa bu da anlatılmalıydı, ancak öyle de olmadı.
Çok fazla arkadaşımızı kaybettik bu süreçte. Eylem boyunca kendime hep şunu sordum. Neden ben değil de onlar diye sordum. Oysa ben demiştim, mücadelemizin en ağır yükünü hep gençler taşıdı, bu kez de ben anne, kadın siyasetçi olarak bu yükü ben taşıyayım, önde olayım, onların yerine bedeli ben sırtlanayım ama olmadı. Hepsini saygıyla, minnetle anıyorum.
“Kürt sorununun çözümü için aranan yeni yol”
Bugün devletin Kürt sorununa yaklaşımını nasıl görüyorsunuz?
Türkiye Cumhuriyeti devletinin Kürt ve Kürdistan meselesini tanımayan, kabul etmeyen tavrı uzun yıllardır devam ediyor.
Ancak aradan geçen zaman herkese gösterdi ki bu yöntemle ne Kürt sorunu çözülür ne de sorunlar çözülür. Denenmeyen yöntem işbirliği. Bu yöntem denenmedi. Yıllar boyunca gencecik insanlar yaşamını yitirdi.
"Sayın Öcalan bir kez daha Kürt Türk kardeşliğine bir şans verdi"
Bu tabloda MHP lideri Devlet Bahçeli’nin rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ömrünü milliyetçilik davasına feda eden MHP lideri Devlet Bahçeli, ülkenin sürüklendiği girdabı fark eden bir lider oldu. Ülkesini bu durumdan kurtarmak için tek yolunun Kürtlerle ittifak olduğunu biliyordu.
Realiteyi anlamak için tarihe küçük bir yolculuk yapmak yeterli.
Malazgirt, Çaldıran, Çanakkale ve daha birçok direniş hattı olduğunu herkes biliyor.
Bölgesel politikalar ve Kürtlerin konumu açısından nasıl bir tablo görüyorsunuz?
Bugün egemen güçlerin Ortadoğu üzerinden yeni dizayn politikaları olduğu herkesin malumu.
Kürtlerin hakları bu anlamda bir gerçektir. Sayın Öcalan bir kez daha Kürt Türk kardeşliğine bir şans verdi. Demokrasi ve eşitlik temelinde tarihi çağrıyı yaptı.
Bu çağrıya tek gerçekçi yaklaşan Devlet Bahçeli, Sayın Bahçeli oldu.
Ancak yıllardır kullandıkları siyaset dili ile öyle bir atmosfer yarattılar ki bugün hakikati kabul ettirmekte zorlanıyorlar.
27 Şubat çağrısı ve bugün için ne ifade ediyor sizce?
Bugün bu ülkeyi yönetenlerin gelinen noktanın derinliğinin farkında olduğunu umuyor, düşünüyor ve diliyoruz. 27 Şubat çağrısının gereği yapılır ve umut ederim ki tarihi bir fırsat heba edilmez. Yoksa bir yüzyılı daha heba ederiz, çoklu krizler devam eder.
Bu süreçte topluma düşen sorumluluk nedir?
Her kişi yeniden düşünmeli, sürecin anlamını yapıcı bir şekilde ilerlemesi elzemdir.
Bu kez başarmak zorundayız. Sürecin en anlamlı mesajlarının en ağır bedeller ödeyenlerden gelmesi çok kıymetlidir. Çok büyük provokasyonlar olmazsa bu kez başaracağız diyebilmeliyiz.
Barış dilini, ortak yaşam idealini nasıl anlatırsınız?
"Kalp denizdir, dil de kıyı. Denizde ne varsa kıyıya da o vurur." O vakit kalpleri negatif olan her bir olgudan arındıralım, tamamen pozitif, herkes için barış, sevgi, hoşgörü, tevazu, eşitlik, özgürlük ve adalet ile dolduralım. Başarının anahtarı sen ben değil biz olabilmek, onlar, şunlar, bunlar, ötekiler değil, hepimiz diyebilmektir. Bunu başarabildiğimizde kıyılara ortak, eşit, özgür, birlikte yaşam vuracaktır.
Barışın yolunda, bilimin ışığında kadınlar öncülüğünde demokratik bir Ortadoğu, yaşanılır bir dünya yaratmak mümkündür. Bunun için de kederlenmeyecek, öfkelenmeyecek, örgütleneceğiz, birbirimize tahammül etmeyi öğreneceğiz. Bunları nasıl başaracağımız konusunda da kadınlara referans alacağız.
Zira kadınlar Türkiye’de, dünyada da bunu başarabildiler. Kürt kadınları ile her daim ortak platformlarla buluşabildiler. Dünya halklarının kadınlardan öğrenecek çok şeyi var.
“DTK nasıl hedef haline geldi?”
DTK’nin kuruluşu, çalışmaları ve kriminalize edilme süreci hakkında neler söylersiniz?
Demokratik Toplum Kongresi 2007’de kendisini deklare ettiğinde sadece Kürtlerin değil, Mezopotamya coğrafyasında yaşayan tüm halkların inançlarının kongresi olduğunu beyan etti. Divandaki komisyonlarda yer alan Ermeni, Süryani temsilcileri, Asuri, Telden, Êzidî, Aleviler, inançlarının sesini, sözünü özgürce dile getirebileceği bir mecra olduğunu da ilan etti. Temsil edilen bölgelerin tüm sorunlarına dönük çözümler üretmek için panel, seminer, çalıştay, kongre gibi birçok çalışma yürütüldü, STK’larla bir araya gelindi.
Sağlık, su, tarım, ekoloji, anadil, ekonomi, daha birçok konuda çalıştaylar aracılığı ile raporlar hazırlandı.
Hem bölgede hem de Türkiye’nin birçok ilinden akademisyen, iş insanı, sağlıkçı, eğitimci, ekonomist, ekolojist, gazeteci, siyasetçi, işçi, emekçi bu çalışmalara bizzat katılıp katkı sağladılar. Kadın ve gençlik komisyonları çok önemli çalışmalar yürüttüler.
Bu çalışmaların devlet ve iktidar tarafından nasıl karşılandığını gözlemlediniz?
DTK’nin etkili çalışmaları iktidar tarafından fark edildi ve yeni anayasa çalışmalarına dahil, görüşlerini almak için TBMM’ye davet ettiler.
Peki bu kadar meşru ve görünür bir yapının kriminalize edilme süreci nasıl başladı?
Bu kadar önemli çalışmaları olan kongremiz de tüm diğer kurumlarımız gibi 2015’te kriminalize edildi ve adeta kapısından geçenler dahi gözaltına alınıp tutuklandı ve yargılandılar.
Tamamen demokratik, meşru temelde çalışan kongremizin kapıları mühürlendi ve tüm emekçileri, delegeleri hedef gösterildi.
Birçok arkadaşımız hâlen daha DTK faaliyetleri nedeniyle cezaevlerindeler.
Öylesine büyük bir hukuksuzlukla yüz yüze kaldık ki alt alta yazsak yüzlerce sayfalık kitap olur.
Bu süreçte en ağır bedellerden birini kimin ödediğini düşünüyorsunuz?
En büyük bedeli de kongremizin ilk eş başkanlarından biri olan sevgili Aysel Tuğluk ödedi.
Hukuksuzca yargılanan, tutuklanan ve yıllarca cezaevinde tutulan, yaşadığı sağlık sorunlarına rağmen tahliye edilmeyen arkadaşımız şimdi telafisi imkânsız bir hastalıkla mücadele ediyor.
Tahliye edildiğinde çoktan çoktan iş işten geçmişti. Ben ve çoğu arkadaşımız sürgünde yaşamak zorunda bırakıldı. Anne babalar, mesleklerini yapanlar, iş insanları, aile bütünlükleri tarumar edildi.
Tüm bu ağır tabloya rağmen geleceğe nasıl bakmak istiyorsunuz?
Bunlara rağmen biz geriye değil, ileriye bakmak istiyoruz.
Öcalan’ın çağrısıyla kalıcı, onurlu barış gelişirse DTK’nin çalışmaları ve ödediği bedeller boşa gitmemiş olacaktır.
“Demokrasi, çözüm ve gelecek için umut”
Sizce Kürt sorununun kalıcı çözümü neye bağlıdır?
Sonuç olarak bu sürecin başarıya ulaşması için devlet adına konuşanların özeleştirisel bir dil geliştirmesi son derece önemlidir.
Eğer bir halkın topluluğa yıllarca en ağır sözleri, hakaretleri sarf etmişseniz bugün yeni bir şeyler söylemek zorundasınız.
Halklar doğal olarak sorar, dün söyledikleriniz mi doğruydu, bugün söyledikleriniz mi doğru diye.
Toplumsal rıza ve onarıcı adalet arasındaki ilişkiyi nasıl kuruyorsunuz?
Toplumsal bir rıza üretmek için tam özeleştirisel yaklaşım ile onarıcı bir adaletle bunu başarabiliriz diye bekliyoruz.
Demokrasinin olmadığı bir yerde haktan, hukuktan söz etmek hiçbir anlam ifade etmeyecektir.
Dünya ölçeğinde demokrasi, kapitalist modernite ve birey ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dünyada demokrasisini tam olarak uygulayan ülkelerde sosyal haklar boyutu ile nispeten daha insani koşullar olduğu doğrudur. Ancak kapitalist modernitenin yarattığı doyumsuzluk, mutsuzluk, paylaşımsızlık, hoşgörüsüzlük, genel toplamda “ucube kişilikler” bireysellikle gelişen teknoloji aracılığı ile küresel boyutta yayılmaya devam ediyor. Öcalan da demokrasi konusunda çok önemli belirlemelerde bulunmuştur. “Demokratik siyaset doğru temelde ele alınırsa barış hâkim olacaktır” der.
“Demokratik siyaset demokratik cumhuriyet oluyor” diyor. Dolayısı ile demokrasi ile barış birbirini tamamlayan iki olgudur.
Kürt sorunu da ancak tam demokratik bir sistemle çözüme kavuşur.
Umudu siyasal ve tarihsel olarak nereye yerleştiriyorsunuz?
Öcalan yıllar önce “umut zaferden daha değerlidir” demişti. Eğer bir hak olarak umut etmeseydik kaçınılmaz olarak asimile politikaları ile yok olurduk. Halkımız umutla, moralle mücadele ederek bugünlere geldi. Bugünden en büyük umudumuz önderliğimizdir. Dünya beşten büyükse (ki öyledir) “Dünya demokratik uluslar birliği olmalıdır” diyor. Öcalan'ın dünya sistemlerine dair demokratik, katılımcı, komünal modelleri tüm dünya halklarına nefes aldıracak niteliktedir.
Türkiye’nin demokratik geleceğini hangi dinamikler belirleyecek sizce?
Türkiye’nin de demokratik geleceği kendi iç toplumsal dinamiklerindedir. Kürt Türk tarihsel ittifakı doğrultusunda yol alınırken özgür iç dinamik, yerel akıl, toplumsal değerler, ortak miras anlayışı ile hareket etmek herkese kazandıracaktır. Batılı ülkeler bize gösterdikleri “şefkat ve üzüntülerini” şimdilerde CHP’ye gösteriyorlar. Tabii ki gerçek demokrat ve Kürt dostu aktörlerin olduğunu ve her zaman bizimle dayanışma içinde olduklarını, bundan dolayı da bedel ödediklerini biliyoruz.
25 Kasım'a giderken: Kadınlar Birlikte Açıyor
Nur Betül Aras: Gürsel Tekin’i eleştirdiğim tweetlerim cumhurbaşkanına hakaret sayıldı
İrlanda Büyükelçisi Brosnan: Barış süreçlerinde kadınların varlığı her şeyi değiştirir

Leyla Güven: Tüm muhalif kesimler hakiki bir çözüme odaklanmalı
(EMK)














