Eğitim sisteminde son yıllarda, 4+4+4 düzenlemesinden müfredata, seçmeli derslerden üniversite giriş sınavlarına kadar, eğitimin çeşitli aşamalarını etkileyen, kimi radikal çok sayıda değişiklik oldu.
En son Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 16 Eylül’de bir televizyon programında “ben TEOG olayını istemiyorum ve bunu da artık yanlış buluyorum. TEOG'un kaldırılması lazım” dedi. Bu Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş Sınavı’nın (TEOG) da kaldırılacağının, yani sistemin yeniden değişeceğinin sinyali.
Bu değişikliklerin sonuçlarının bir yandan da üniversiteye başlayan öğrencilerde görülebileceğinden hareketle akademisyenlere bu konudaki gözlem ve deneyimlerini sorduk. Üniversite öncesi eğitim alanındaki yapılanmayı nasıl değerlendiriyorlar? Üniversite sıralarına oturan öğrencilerin aldıkları temel eğitim yeterli mi? Yıllar içinde değişim yaşandı mı?
Yrd. Doç. Dr. Nurşen Gürboğa, Osmanlı ve Türkiye toplumsal tarihi, iktisat tarihi, siyasi tarih, toplumsal hareketler gibi alanlarda çalışıyor. |
Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Nurşen Gürboğa, ekonomik koşulların üniversite tercihinde yakınlık kriterini öne çıkarıyor olması nedeniyle “benzer coğrafyalardan, benzer ekonomik sınıflardan” öğrencilerin aynı üniversitelerde yığıldığının altını çizdi.
Gürboğa’ya göre, üniversiteye gelen öğrencilerin toplumsal ve eğitim altyapısı son yıllarda benzer bir profil gösteriyor; bu da ekonomik yetersizlikle belirlenen “cemaat ağlarına ve vakıflara” hareket alanı genişliği sağlıyor. Bu yapıdan gelen gençlerin düşünce biçimleri ve yaklaşımları üniversite gençliğinin genel yapısını etkiliyor.
Gürboğa, eğitim sisteminin eksikliklerinin ve yaşanan değişimlerin etkilerini anlattı:
Son yıllardaki öğrenci profilinde geçmiş yıllara göre değişim var mı; varsa nasıl bir değişim?
YÖK'ün Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler İngilizce bölümü için 2015 ve 2016 yılı girişleri istatistiklerine baktığımızda bir profil ortaya çıkıyor. Daha önceki yıllara göre bir değişim var mı karşılaştıramıyorum ama belirgin bir değişim yok gibi. YÖK verilerine göre bölümü kazanan kadın ve erkek öğrenci dağılımında yüzde 50'ler civarında eşit bir dağılım var. Bölgesel köken olarak öğrencilerin yarıdan fazlası İstanbul'dan, kalanı ağırlıklı Marmara bölgesinden olmak üzere, İç Anadolu, Karadeniz, Eğe ve Akdeniz bölgelerinden geliyorlar. Öğrencilerin yaşadıkları şehirlerde bulunan üniversitelere gitme eğilimi belirgin. Üniversite eğitiminin, barınma, beslenme, sağlık ve günlük yaşam giderlerini karşılama noktasında ortalama gelir seviyesinde bir aileyi bile zorlayacak düzeyde olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle barınma ve yurt imkanları en büyük sıkıntı.
Bu nedenle öğrencilerin ve ailelerin aynı şehirde bulunan üniversiteleri seçmeleri eğitim maliyetlerini düşüren bir yol olmalı. Aslında aynı şehirde yaşasa bile bazen yol, yemek ve kitap tedariki bile büyük sıkıntı yaratıyor.
"Parasız eğitim temel bir hak"
Birkaç yıl önce Marmara'da başka bir bölümü kazanan bir tanıdığımın kızı yol parasını karşılayamayacağı için kaydolmamıştı. Kendisine burs imkanlarından söz ettiğimde, burs başvuruları, bürokratik işlemler, bunun için gerekli bilgileri edinmek bile onun için çok karmaşık gelmişti. Yani burslara erişim için bile bir donanım, bilgiye erişim ve güven gerekiyor. Öğrencilerimiz bazen yemekhaneden yararlanacak kadar bile harçlığa sahip olamıyor. Sosyalleşmek için gereken parayı ise bir kenara bırakıyorum. Kısaca öğrencilerin eğitim maliyetlerini karşılamaları büyük ölçüde ailelere ya da cemaat ağlarına ve vakıflara bırakılmış görünmekte. Yani kamunun sağladığı imkanlar çok sınırlı ve üstlendiği sorumluluk az.
Parasız eğitimin ve üniversite eğitimine her sınıftan yurttaşın erişiminin temel bir yurttaşlık hakkı ve devlet sorumluluğu olduğunun tekrar tekrar dile getirilmesi gerekiyor. Bölgesel dağılımda Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesi açık ara en dezavantajlı bölge bölümümüzde. Oysa farklı bölgeler, kültürler, kimliklerden gelen öğrencilerin aynı sınıfta, kampüste, üniversitedeki karşılaşmaları, buluşmaları ve ortaklaşmaları Türkiye'de etnik, mezhepsel ve kır/kent ayrımına dayalı gerilimleri ve bir dizi kutuplaştırıcı yargıyı yumuşatabilir.
"OHAL büyük ölçüde etkiliyor"
Bu öğrencilerin düşünce yapılarında bir fark var mı?
Öğrencilerimiz farklı sosyal sınıflar ve politik gruplardan geliyor. Doğal olarak düşünce yapıları da çeşitlilik gösteriyor. Daha önceki yıllara göre gözlemlediğim farklılık, milliyetçi ve dindar muhafazakar öğrencilerin kendilerini ifade etmede ve öğrencilerin düzenlediği etkinliklerde çok daha özgüvenli olmaları. Bu kuşkusuz Türkiye'deki siyasal gelişmeler ve iktidarın ideolojik terkibiyle çok ilgili.
OHAL koşullarının öğrencilerin kendilerini ifade etmelerini büyük ölçüde etkilediğini gözlemliyorum. Siyaset bilimi bölümü olmasına rağmen, siyaset konuşmak, özellikle iktidara eleştirel bakmak ya da güncel siyasette gerilimli alanlarda, örneğin Kürt meselesi üzerine konuşmak tehlikeli bir mecra olarak görülüyor ve düşüncelerini özgürce açıklamakta son derece temkinliler. Öğrenciler arasında her zaman dersimden geçeyim, işe güce atılayım diyen gruplar olduğu gibi, ufkunu genişletmek isteyen, araştırmaya, öğrenmeye, okumaya, tartışmaya meraklı gruplar vardır. Bu yine böyle. Fakat sanki önceki dönemlerde iç siyaset çok daha ilgi görürken, son yıllarda merakları, ilgileri daha çok dış siyasete kaymış görünüyor.
İktidarı ve gücü maksimize etmeye dönük realist perspektif öğrenciler arasında da egemen görünüyor. Eleştirel düşünme becerileri birinci sınıftan dördüncü sınıfa ilerlerken kesinlikle gelişiyor. Bu aldıkları dersler ve birikimin kümilatif etkisiyle ilgili olmalı. Fakat ilginç olan, bazı öğrencilerimizi mezun olduktan sonra da takip ettiğimde, bir süre sonra dahil oldukları ya da geldikleri sosyal çevrenin değerlerine, düşünme biçimlerine geri döndüklerini görüyorum. Yani bazen üniversite deneyimi düşünce ve değerlerde yapısal bir dönüşüm gerçekleştirmiyor.
Üniversiteye geldiklerinde bilgi donanımları ne düzeyde oluyor? Yıllar içinde öğrencilerin kendilerini ifade edişlerinde bir değişiklik gözlemlediniz mi?
Bölümümüz yüksek puanlı ve başarılı öğrencilerin tercih ettiği bölümlerden biri olmasına karşın öğrencilerimiz geldiklerinde bilgi donanımları ne yazık ki yeterli değil.
Sosyal bilimler alanında, özellikle tarih alanında birikimleri son derece kısıtlı ve ideolojik bagajları yüklü.
Yazma becerileri gelişkin değil.
Bölümümüze çok sayıda Ersamus öğrencisi de geliyor. Özellikle kuzey Avrupa ülkelerinden gelen öğrencilerin yazma, düşüncelerini organize etme ve ifade etme, argüman geliştirme becerileri son derece yüksek. Kendi öğrencilerimiz de çok kıymetli olmalarına, güçlü kavrama becerileri olmalarına rağmen çok yetersiz bir orta öğrenim arka planından geliyorlar. Bu çok üzücü.
Öte yandan haklarını aramada, özellikle notları söz konusu olduğunda, atılganlar. Bu biraz rekabetin, bireyselleşmenin etkisiyle oluyorsa, biraz da orta sınıf ailelerde özene bezene yetiştirilmiş olmanın etkisiyle olmalı. Belki ağır baskı koşullarında suskun kalabilirler ama bu koşullar hafiflediğinde hakları konusunda son derece duyarlı ve girişken oluyorlar. Bunu sevindirici buluyorum.
"Üniversiteyi meslek kazandırma alanı olarak görüyorlar"
Üniversiteye yaklaşımları nasıl? Derslere ve üniversite hayatına katılımda farklılaşma var mı?
Üniversite sanırım hala büyük ölçüde meslek edinme alanları olarak görülüyor toplumumuzda. Meslek yüksel okulları gibi. Üniversitede ne yapıyorsun, neye dönüşüyorsun, kendini, insanı, toplumu, dünyayı, doğayı algılama, düşünme ve dönüştürme becerilerin gelişiyor mu, nasıl bir ortamda sosyalleşiyorsun, inançlarında, değerlerinde, hayallerinde neler değişiyor, fikir üretiyor musun, vs.den çok hala ne olacaksın sorusunun baskın olduğu bir yaklaşım var toplumumuzda. Özellikle orta sınıf aileler çocuklarına ilkokuldan itibaren büyük yatırım yapıyorlar, onların ya mevcut sınıf konumlarını korumaları ya da bir üst sınıfa meslek yoluyla yükselmeleri için büyük çabalar sarfediyorlar. Bu nedenle öğrencilerde de büyüyünce ne olacakları meselesi, iş bulup bulamayacakları kaygısı öne geçiyor. Fakat derslerde sorgulamak, birlikte düşünmek, öyle değil de şöyle bakmak, yeni bir kavramla bir meseleye yaklaşmak konusunda çok heyecanlı olabilen gruplar her zaman var.
Tüm bunlar eğitim sisteminde nereye oturuyor?
Dünyada en başarılı 500 üniversite arasına çok az sayıda Türkiye üniversitesi giriyor. Bilimsel yayın faaliyetlerinde puan, unvan edinme vs. kaygılarıyla sayısal bir yükseliş olmasına karşın niteliksel olarak son derece yetersiz çalışmalar. OHAL döneminde yüzlerce nitelikli öğretim elemanının, asistanın, orta öğretimde de öğretmenlerin meslekten ihraç edilmesi üniversitelere, özgür tartışma ortamının gelişmesine vurulan çok büyük bir darbe. Hep birlikte kaybediyoruz üniversiteler, öğrenciler, aileler, tüm toplum olarak. Bu kayıplar öyle bir kaç yılda telafi edilecek kayıplar değil. Üniversitelerin çoraklaşması tüm toplumun çoraklaşmasıdır. (NG/HK/YY)
* Fotoğraf: Mehmet Çetin - Karaman/AA
AKADEMİSYENLER TEMEL EĞİTİMİ DEĞERLENDİRİYOR
* Doç. Dr. İnci Özkan-Kerestecioğlu: Gençlerin Hayalleri, Ütopyaları Yok
* Yrd. Doç. Görkem Doğan: Düşük Vasıflı İşgücü Yetiştiren Bir Eğitim Dayatılıyor
* Yrd. Dç. Dr. Nurşen Gürboğa: Öğrenciler Üniversiteye İdeolojik Bagajları Yüklü Geliyor