Geçen yıl, 1 Mayıs 2007'de, fiili sıkıyönetim ve sokağa çıkma yasağına rağmen, katılımcıları kutlamayı Taksim'de yapmayı şu ya da bu şekilde başardılar. Üstelik kutlamalar, fiili sıkıyönetim ve polis devleti uygulamaları nedeniyle normal bitiş süresini epeyce aşarak öğleden sonra saat beşe kadar sarkmıştı.
Üstelik attırdıkları yüzlerce (belki de bindir!) gaz bombası ile polis şefleri, dumanlı bir fon yaratmayı başararak kutlamalara ayrı bir hava da katmışlardı. Bu yıl, emekçilerin ve ezilenlerin sendikal ve siyasal örgütleri yüksek bir kararlılıkla 1 Mayıs'ta Taksim'de olacaklarını açıkça bildiklerine, kutlamalara katılacak herkesi Taksim'e davet ettiklerine göre, polis katılımcılara kurşun sıkmadığı müddetçe sahnenin geçen yıldan farklı olacağını düşünmek için bir neden yok gibi görünüyor.
Fazladan, başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, tarihçilerin politik eğilimine göre, "talihsiz bir beyandı" diye kaydedeceği "ayakların başları yönettiği yerde kıyamet kopar" sözlerinin, benim gibi kendini "ayaklar" arasında sayanları epeyce kışkırtmış olduğu; bunun da katılımı biraz arttıracağı söylenebilir belki...
Şahsen ben, elimdeki o 1 Mayıs bildirisinin çağrısına uymaz, polis devleti fiilen ve cebren bunu imkansız kılmadıkça Taksim'e çıkmazsam, çıkıp da "ayaklar baş olacak!" diye bağırmazsam, kendimi "kötü" hissederim.
Bu yazının konusu, benim merak ettiğim ise bu değil, "kendine demokrat" oldukları bence ta başından belli olsa da, özellikle kapatma davasından sonra Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) neden demokratik muhalefeti hiçbir şekilde yedekleme ihtiyacı duymadığı... Bir cevabım var gibi.
Normativist, desizyonist ve kurumsal
Carl Schmitt, hani Weimar Cumhuriyeti -gerçi kendine Deutsches Reich (Alman İmparatorluğu) diyordu ama- Hitler tarafından Reichstag Yangını bahane edilerek yıkılırken Nazizme akıl hocalığı eden büyük "Alman" kamu hukukçusu -bu Bismarck torunlarının büyük olmayanı da yoktur ya!-; Siyasi İlahiyat adlı meşhur eserinin ikinci baskısına Önsöz'de şöyle yazar:
"Saf normativist, gayrişahsi kurallar çerçevesinde düşünür ve desizyonist, doğru teşhis edilen siyasi durumun gerektirdiği hukuku kişisel bir karar aracılığıyla uygularken, kurumsal hukuk düşüncesi kişiler üstü kurumlar ve örgütlerle kendini gösterir."
Çok hacimli bir eser değildir, 1933'ten önce yazılmıştır, yöntemsel bir "kamu hukuku" metnidir, öyle Nazizmle falan da doğrudan ilgili değildir. Meraklısı okursa; düşünür Martin Heidegger'in kendi felsefi açmazını çözemediği yerde, Nazizmin tekniğin olanakları içinde araştırdığı üstün insana hayranlıkla bakması gibi, kamu hukuku disiplinine şevkle bağlı Schmitt'in de, Marksizmle hiç karşılaşmamayı umduğu için "kamu hukuku burada sona erer" sav sözüyle özetlenen meşhur açmazı, bu meşhur eserden çok sonra, Hitler'in "kurumsal" cumhuriyetine akıl vererek aşmaya çalıştığını rahatlıkla görebilir.
Konumuz dışına henüz çıkmadık, endişe etmeyin; Schmitt'e göre, bu kelimelerle ifade etmese de, egemenliğin tek icra edilme tarzı yoktur. Normativist, desizyonist ve kurumsal hukuk pratikleri içinde (devlet, hareket, halk) icra edilir. Elbette, bunların, Aristo'daki gibi yozlaşmış biçimlerinden de söz eder yazar; Weimar Cumhuriyeti, anladınız, yozlaşmıştır.
Saf normativistler
Taraf Gazetesi mesela, siyasi demokrasiyi saf normativist temelde kavrayan ilginç bir örnek, saf olmasa "devlet"in normativist temelde de esas olduğunu unutmayacak:
Bu gazete, 1 Mayıs vesilesiyle yaptığı yayınlardan birinde, 17.04.2008 günlü üst manşetinde "1 Mayıs'ta Taksim'e" diyor ve alenen işçi hareketine sesleniyor, aynı teklifi veren ÖDP'yi ve DTP'yi görmeden "AKP milletvekili 1 Mayıs'ın tatil olması için yasa teklifi verdi" diye muştuluyor.
Fakat hemen altında, kırmızı bant içinde verdiği alt manşette "Bunlar Olmadan Asla!" diyerek işçi hareketine vazgeçilmez iktisadi programı hatırlatıyor:
"2-B kapsamındaki orman arazileri derhal satılmalı; TEKEL sigara, Petkim, İzmir Limanı, Atv-Sabah satışı gelirleri tahsil edilmeli; Otoyol, THY, şans oyunları, Telekom'un kalan bölümü, elektrik, Halkbank, Ziraat Bankası özelleştirmeleri yapılmalı; hazine bonosu ve tahvil gelirlerinden alınan stopaj bir an önce kaldırılmalı; kurumlar vergisi oranı yabancı sermaye için yüzde 25'ten yüzde 10'a düşürülmeli; IMF ile derhal üç-yıllık stand-by anlaşması yapılmalı."
Değinmeden geçilemeyecek bir komiklik: Yazısı manşete çekilen bu "olmazsa olmazların" yazarı, IMF'yle anlaşmayı hemen yenilemeli diyor demesine de, bir önceki yazısında da IMF'yi bile fazla sosyalist buluyor! Komik komik olmasına ama yine de sormalı, sahi "program" buysa, neden 1 Mayıs'ta Taksim'e diyorsun ki? Oraya geleceğiz, ama esas sorumuz duruyor: AKP, neden saf normativistleri dinlemiyor ki?
Gelmeden, fikri takip olsun: AKP'ye kapatma davası açan Savcı da, Siyasi İlahiyat'a göre Taraf Gazetesi kadar, hattan ondan fazla "saf normativist"tir.
Desizyonistler
İşte bu en kolayı, yoldan geçen birini çevirip, bu ülkede "kendince doğru teşhis ettiği siyasi durumun gerektirdiği hukuku kişisel bir karar aracılığıyla uygula"yan kimdir diye sorun, size tek bir isim söyleyecektir. Bu ismin, mevcut başbakanınki olduğunu yazmama gerek yok sanırım.
Ama sadece başbakanın adını duymayabilirsiniz, bu mevcut bakanlardan ya da belediye başkanlarından biri, hatta bir genel müdür, hatta parti ilçe başkanı bile olabilir. Cevap veren vatandaşın kim olduğuna bağlı...
Bu "hareket"tir. Türkiye'de giyindiği kaftan da siyasi İslam'dır. Siyasi İlahiyat'ın kategorisi ile konuşursak, hareket, doğru şekilde desizyonisttir; öyle olduğu için saf normativistlerin "hayal kırıklıklarıyla" ilgilenecek vakti yoktur; anlamaz da bunu. Garibim Heidegger, ölmeden az evvel Der Spiegel'e halen daha nerede yanıldıklarını, aslında başarabileceklerini söyleme şansını bulabilmişti.
O kadar vahim değil, bizim saf normativistlerin, "ama AB cesaret veriyordu, ama AKP çok inandırıcıydı" demek için çok ama çok şansları olacaktır; işçi hareketi, Taksim'den başlayarak bu kez kendi bağımsız siyasi bayrağını açabilirse elbette...
Kurumsal garantiler
Adres vermeyeceğim. Mesela, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda yazan "özel mülkiyet hakkı" kurumsal bir garantidir. Ama sadece o değil elbette, Anayasa Mahkemesi de, sair Mahkemeler de, Hükümet de, İdare de, Ordu da o Anayasa'da yazar. Schmitt de aynı yerde şöyle yazıyor:
"Normativist, yozlaşmışlığıyla, hukuku salt devlet bürokrasisinin işlev tarzı haline getirirken ve desizyonist, zamanlamaya odaklanması yüzünden her büyük siyasi harekette bulunan daimi varoluşu [Sein] ıskalamak tehlikesiyle karşı karşıyayken, yalıtık bir kurumsal düşünce, egemenlikten yoksun olan ve feodal zümreye dayanan bir gelişimin çoğulculuğuna yönelir."
Feodal zümreyi saf normativistler "asker-sivil bürokrasi, geleneksel iktidar çevreleri" falan diye okuyabilir. Nasıl işlerine geliyorsa, artık... Yazar, yozlaşınca nasıl olduğunu böyle özetliyor.
Cevap
Schmitt'in kamu hukuku tasarımı, "egemen"i varsayar ve onu kendi sınırlarında göstermeye çalışır. Egemen, devlet, hareket, halk bütünlüğü içinde çalışır; bu yüzden, Schmitt'e göre mesela "liberal", saf normativist olarak yozlaşmıştır. Halbuki egemenlik, kendi sınır kavramı içinde görünür:
"Egemen, olağanüstü hale karar verendir."
Açalım, Türkiye'de sermaye iktidarı, Marksistlerin tarihsel blok olarak adlandırdığı, devlet-hareket-halk bütünlüğünü, metropol sermaye eksenli ABD-TSK-AKP işbirliğiyle -bütün kırılganlığına ve iç çatışmalarına rağmen- tesis etmeye çalışmaktadır.
O yüzden, en azından bu yıl, üstelik Newroz görüntüleri dururken, üstelik Taksim'in eli Diyarbakır'a uzanırsa ne olacağını Başbakan "ayaklar baş olursa kıyamet kopar" diye özetlemişken, "Taksim", egemen için "olağanüstü hal"dir. Öyle karar vermiştir. Desizyonistin başka türlü karar vermesi mümkün değildir.
Hem yazı uzamasın, hem de yoruldum. Marksistler, özellikle akademidekiler bu tür disiplin inceliklerini pek sever; ben ise sıkılıyorum. Gerçek cevabı düşünür Karl Marx, Komünist Manifesto'da açıkça yazıyor:
Modern endüstri ve dünya piyasası kurumlaştı kurumlaşalı, burjuvazi modern temsili devlet içinde kendi ayrıcalıklı politik hükümranlığını kazandı. Modern devletin hükümeti ve idaresi, bütün burjuvazinin genel işlerini görmeye ve ortak sorunlarını çözmeye adanmış bir komite değilse hiçbir şey değildir.
Hâlâ anlamayana...
Ben, bilumum saf normativistleri eğer yeterince Schmitt'in tiplojisine göre "yozlaşmış" iseler (Fehmi Koru tipolojisine göre eski Marksist eylemci!), yozlaşmamış desizyonist AKP'den -memleketi emekçiler ve ezilenler için IMF güdümlü neo-liberal politikalarla cehenneme çeviren siyasal gericilikten- "demokrasi" dilenmek yerine; benim gibi, 1 Mayıs meydanına, Taksim'e "kurumsal garantiler"den dayak yemek pahasına, "gerçek demokrasi ve özgürlük" için bekliyorum.
Boşuna düş görmeyin diyorum, faşizm bir "tehdit"se, onun kaynağı çeri çöpü süpürülen Ergenekon değil, harekete, yani AKP'ye tek parti iktidarının yolunu Dolmabahçe'den sonra kırmızı halılarla açan gerçek Ergenekon'dur.
Çok korktuğunuz faşizme karşı çıkmanın başka yolu da yok maalesef. Vaktiyle Alman Komünist Partisi Reichstag Yangını'nı karşı cepheden değerlendirip, yangını çıkartmakla suçlanan Bulgaristan'daki sosyalist yönetimin kurucusu ve ilk başbakanı Georgi Dimitrov'un efsanevi savunması ışığında bir "genel grev" gerekçesi yapabilseydi, korkmayın, sosyalizm falan gelmezdi -o kesin de- eksik gedik ama belki Weimar Cumhuriyeti kurtulur, az biraz da demokratikleşirdi.
Hani samimi olarak Cumhuriyetçi değerler korunsun, Kürtler de ayrılmasın ama özgürleşsin, memlekete demokrasi gelsin, arada az biraz toprağına kalbini veren emekçilerini, köylülerini, gençlerini de bu memleket aç açık, sersefil bırakmasın diyen bir tane saf normativist varsa ne dediğimi anlamıştır elbet! Yoktur ya, varsa...
Nihayet: Ayaklar baş olmadıkça...
Ama maalesef "yoktur", AKP hükümetinin kapitalist devletin kurumsal garantilerine uygun davranarak "Taksim olmaz, tatil ise hiç olmaz" dediğini gören saf normativist gazete, vaaz ettiği programa bağlılık esas olduğundan herhalde, "1 Mayıs'ta Taksim'e" çağrılarını bırakalı çok olmuştur.
Akla, ister istemez, fırsat bu fırsat diye işçi hareketini de AKP'ye yedekleme görevi üstlendiği geliyor. Saf normativist savcının -temsilen söylüyoruz yani cumhuriyetçi değerler yaşasın isteyenlerin- ise yolu Taksim'den zaten geçmeyecek görünüyor.
Olur böyle bazen, izler karışır; sosyalistler ve işçi hareketi, "tarihsel demokrasi" savunuculuğunu bunların herhangi birinden öğrenmeyeceği gibi, özellikle "liberal ipi"ne sarılmanın pespaye bir sermaye kuyrukçuluğu olduğunu asla ve asla unutmamalıdır. Eğer tarihsel bir olanaksa, demokrasi de, işçi hareketinin kendi eseri olacaktır!
Gerek yoktu ama işgüzarlık ettim, en azından o gazetede "okuma notları" tutana hatırlatayım dedim. Yoksa ben, elimde o 1 Mayıs bildirisi, Taksim'e gideceğim. O bildiride açıkça yazıyor:
"Böyle gelmiş, ama böyle gidemez, ayaklar baş olmadıkça bugünkü toplum ve bugünkü devlet, ne marşlar ne dualarla ayakta durabilir. Türkiye emeği ve emeğin haklarını dışlayan, etnik ve dinsel ayrımcılığı besleyen ve pekiştiren bir toplumsal-politik düzen içinde sadece kendi felaketine ilerleyebilir. Türkiye ya bir sosyal cumhuriyet olacak, ya da olmayacaktır. Türkiye’nin geleceği toplumun kurtuluşunu kendi kurtuluşu olarak yüklenecek bir emek kutbunun doğuşuna bağlıdır." (SE/GG)