Gazeteci ve Friedrich Ebert Stiftung (FES) Güney Afrika Medya Barometresi danışmanı Hendrik Bussiek ile “Geçmişle Yüzleşmek, İleriye Bakmak” programı kapsamında Apartheid sonrası Güney Afrika’nın geçmişiyle yüzleşmesi sürecinde medyanın rolü üzerine konuştuk.
"Hakikatin parçalarını arıyorduk"
FES’in Berlin ofisinde bir araya geldiğimiz Bussiek aynı zamanda Apartheid rejimi sonrası kurulan Hakikat Komisyonlarında medya üzerinde tanıklığı dinleyen bir gazeteci.
Apartheid’ın yıkılmasının ardından iki yıl boyunca komisyonda görev yapan Bussiek “Hakikat komisyonu hakikati değil hakikatin parçacıklarını arıyordu” diyor.
Yüzleşme üzerine çıkarılan yasayla hedeflenenin geçmişin sorunlarını ve bölünmelerini ortaya çıkarmak, çözmek olduğunu ifade eden Bussiek bu amaçla mağdurların dinlendiğini, “mağdurlara seslerinin yeniden verildiğini” söylüyor.
11 dilde yapılan görüşmelerin televizyon ve radyolarda da canlı yayınlandığı bu sürecin sonucu olarak “adil savaş” kavramı çerçevesinde bir af çıkarıldı. Bussiek bu aftan ancak faillerin talep ederek yararlandığını, bunun için halk komitelerinin önünde hiçbir giz kalmamacasına suçlarını itiraf ettiklerini, .bu itirafların da televizyonlar tarafından halka ulaştırıldığını anlatıyor.
Apartheid'ın teminatı olarak propagandist medya
Hakikat komisyonu çalışmaları çerçevesinde medyanın Apartheid suçlarına dahiline ilişkin tanıklıkları dinleyen 10 yabancı komisyon üyesinden biri olan Bussiek deneyimlerini şöyle aktarıyor:
“Özellikle dışarıdan bir göz olarak basının nasıl bir propaganda aracına dönüştüğünü görebiliyorduk. Benim için en iç burkucu olan şey, bazı gazetecilerin yaptıklarını gurur duyarak anlatması oldu.”
İki yıllık çalışmanın sonucunda raporlaştırılan raporlara göre Bussiek en önemli sonuç olarak şunu vurguluyor:
"Basın özgürlüğünün olmaması devletin ırksal baskılar üzerine kurulan sistemini mümkün kıldı.
“Yayınlar devletle barışıktı ve bu politika çerçevesinde otosansür uyguluyordu. Yayıncılar birliği ile devlet arasında bir anlaşma neticesinde de devletin işlediği suçlar yayınlanmıyordu.
“Yani Devlet Radyo ve Televizyonu SABC Apartheid’ın ağır suçlarının kamuoyuna duyurulmasında başarısız oldu ve bu şekilde rejimin ve suçlarının ortağı haline geldi.”
Apartheid sonrası medya
Rejim yanlısı gazetecilerin çoğunun işini kaybettiğini söyleyen Bussiek, Apartheid’ın eğitim ve istihdam politikaları nedeniyle gazetecilik yapabilecek çok az sayıda siyah bulunduğunu ifade ediyor. Bunun için Johannesburg’da iki yıllık bir enstitünün kurulduğunu aktaran Bussiek yine de yazı işlerindeki nüfus dengesi için beyaz gazetecilere ihtiyacın sürdüğünü ekliyor.
Bugün bakıldığında üst üste seçimleri kazanan ANC’nin demokratik yapısını yitirdiğini vurgulayan Bussiek “Hükümete rağmen Güney Afrika’da özgür bir basın var” diye konuşuyor. Apartheid’ın ardından gerçekleşen üç seçim boyunca üst üste üç seçimi yüzde 60 oy oranıyla kazanan ANC’nin böylesi bir baskıya ihtiyacı olmadığını söyleyen Bussiek, Güney Afrika ile Türkiye arasında şu benzerliği kuruyor:
“ANC, Türkiye ile benzerlik gösteriyor. Uzun süre yüksek oy oranıyla iktidar olan bir siyasi parti bir süre sonra otoriterleşiyor, basını kontrol altına almak istiyor.”
Yüzleşmek için...
Bussiek, söz konusu yüzleşme olduğunda Türkiye’nin Ermeni Soykırımı ile yüzleşmesinde Güney Afrika modeli uygulayamayacağını, tanıkların çoktan hayatını kaybettiğini ifade ediyor.
Ancak bu modelin Kürt sorunu ile yüzleşmede mümkün olduğunu söyleyen Bussiek “Ortak çözüm iradesiyle ve bir kaybeden ya da kazanan aranmadığında bu süreç işleyebilir” diyor.
Program hakkında
Punto24 Bağımsız Gazetecilik Platformu (P24) ve FES ortaklaşa geliştirdiği toplumsal hafızanın kurulmasında ve korunmasında medyanın rolüne bakmayı, hatırlama ve barışma süreçlerinde gazetecileri nasıl bir sorumluluğun beklediği üzerine düşünmeyi hedefliyor. Programa katılan altı meslektaşımla birlikte toplumsal hafızanın doğru bir biçimde kurulması için gazeteci olarak üzerimize neler düştüğünün peşindeyiz. (EA)