Gurup kampta yaşayan tüm kadınlara açıktı. Farklı kültürlerden gelen ve farklı diller konuşan bu kadınlarla takım oluşturma çalışmaları, rehberli hayal kurma, öykü anlatma, resim ve maket yapma çalışmaları ile tartışmalar gerçekleştirildi. Çalışmalar sürecinde gurubun ismi kadınlar tarafından 'travma gurubu'ndan, 'neşe' anlamına gelen 'faraha' ismine çevirildi. Sonuçta pratik ihtiyaçları tanımlamak ve 'oyun' oynama kapasitelerinin tedavi olma ve toparlanma kapasitesi ile eş olduğu sonucuna ulaştık.
Bir mülteci çocuğun kampın önünde gerçekleşen bir trafik kazasında hayatını yitirmesinin ardından Travma Klinik takımından, barınağın kadın sakinlerine, adına 'DEBRİEFİNG' denilen psikolijik kriz toplantıları gerçekleştirmeleri istendi.
Kadınlarının çoğunluğunu genç anneler oluşturuyordu. Bu makalenin yazarları bahsi edilen toplantıyı gerçekleştirdi ve son 10 ay içerisinde sığınma hakkını aramak için Güney Afrikaya gelen bu kadınların düşük moral düzeylerine tanık oldu. Kadınların düşük moralil göz önünde tutularak toplantıdan sonra mülteci barınağının yöneticileri ile görüşerek takip çalışmalarının gerekliliğinde anlaştık. Sonuçta çalıştığımız CSVR Travma Kliniğinin mülteci projesinin bir parçası olan haftalık psikolojik ve moral destek gurubunu başlattık.
Gurup mülteci kampının tüm mensuplarına açıktı, mensupların geldikleri ülkeler Angola, Congo, Burundi, Rwanda ve Ugandaydı. Çalışmayı yürüten bizler ise İsviçre ve Filipinlerden geliyorduk. Güney Afrika'da bulunan bir yabancı gurubunu oluşturuyorduk, kadınlar sığınma hakkı arayan ve zorunluluktan mülteci olmuş bizler ise profosyonel ve saygın bir bilimden gelen terapistler ve yöneticilerdik. Her hafta altı ile on arasında kadın toplantıya katıldı. Gurubun katılımı kadınların gerçekleştirmeleri gereken sorumluluklardan dolayı düzensizdi, bu zorunlu sorumlulukların arasında: çocuklara bakmak, gerekli belgeleri toparlamak, sığınakta yaşanılan 6-10 ay süresi boyunca geçinebilmek için yemek ve para bulmak vardı.
Zar zor devam eden bir proje idi, kadınlar kaçtıkları tehlike ile Johannesburdeki güvensizliğin arasında kalmışlar idi. Kadınlar bir yandan para ve gıda ihtiyaçlarından diğer yanda ise moral ve psikilojik desteğe olan gereksinimlerinden yakınıyordu. Bunun yanında zaten sürgünün belirsizliğine ve kayıpların (anavatanın, evlerinin, işlerinin ve ailelerinin kaybı) stresi altında olan kadınlar ayrıca gündelik yaşamlarında travmatik olaylara maruz kalıyordu. Bunların hepsi genel bir belirsizlik havası yaratıyordu.
Mevcut olan bir başka sorun ise dildi. Gurup içerisinde bir kaç farklı dil ile başetmek zorunda kaldık (İngilizce, Fransızca,Swahili, Portekizce, Kirundi, Kinyarwanda). Kadınlar kendi çevirilerini yapmak istmediler ve bir çevirmen rica ettiler. Sadece kadınların ve çocukların kaldığı sığına girip çıkan Burundalı erkek bir mülteciden söz ettiler. Kadınların bu kişiye güvendiklerini öğrendikten sonra onunla çalışmaya başladık. Hem Afrika dillerini çevirmekte hem de mülteci problemlerini iyi bilen birisi olarak yardımcı terapist görevinde bize yardımcı oldu(2). Gurup içerisinde bulunan tek erkek olmasına rağmen varlığının gurubu desteklediğini şaşırarak gözlemledik. O da adeta onlardan biriydi.
Sürgün kopukluk ve etkisizlik yaratır
Travmanın başlıca etkisi ve deneyimi etkisizlik ve başkalarından kopukluk yaratmasıdır (Herman, 2001). Gurup içerisinde bunun farklı yankılarını gözlemledik. İlk aylar boyunca tartışmaların hepsi bizim yönetici niteliğimiz altında şekilleniyordu ve kadınlar nadiren kendi aralarında etkileşiyordu. Apartman ve iş bulma gibi farklı konularda yardımcı olmamızı istediler. Sığınakta kalmalarına izin verilen ilk bir kaç aydan sonra barınak ve iş ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için gerekli olan prosedür ve belgeler hakkında fazla bilgileri yoktu.
Tavırları pasif, Güney Afrika'a kaybolmuş, yorgun, huzursuz ve depresif nitelikteydi. Travma terapistleri olarak bunların yaşadıkları deneyimlerin alışageldik reaksiyonları olduğunu anlatmak zorunda kaldık.
Kadınların çoğu her şeyin kusursuz ve rahat olması ile tanımladıkları geçmiş zamanın nostaljisi içerisinde kaybolmuş gibiydi. Tavırları tek çıkışı bir an önce anavatanlarına dönmek olan biçimsiz bir bugün içerisinde kayıp nitelikteydi. Gerçekte ise bu imkansız çünkü geldikleri ülkelerde savaş hala devam ediyor.
Kişilik bunalımı gurubun durmadan değişin kompozisyonu içerisinde de belirgindi. Kadınlar gurup toplantılarına hep geç geliyordu. Toplantılar süresince kapı çoğunlukla açık idi, bazıları gelip gidiyor bazıları çocuklarına göz kulak oluyor, çocukları içeri girip çıkıyordu. Her hafta farklı bir gurup ile çalışıyorduk çünkü kadınların meşgul oldukları başka sorumluluklar mevcuttu (çocuklara bakmak, çocukların okul ihtiyaçları, belgeler için Ev İdaresine para için de Jesuit Mülteci Hizmetlerine gitmek, iş aramak vs.) Programın işlediği 18 ay boyunca kadınların bazıları sığınaktan ve guruptan ayrıldı ve yerlerine yenileri katıldı. Bu bir buçuk senelik süre boyunca bazı sınırlamalar geliştirmeye çalıştık (Çalışmalara zamanında başlamak, 90 dakika boyunca çalışmaya katılmak, anne sütü ile beslenmeyen çocukları odanın dışında tutmak, sığınaktan ayrılınılacaksa haber vermek). Fakat gurubun durmadan değişen yapısı nedeniyle bu sınırlamaları başarıyla geçekleştiremedik. Gurubun ana amacının mülteci kadınların süregelen stres ve travmalarına (gündelik hayatın problemleri, sağlık problemleri, sığınağa giren hırsızlar vs.) moral destek olduğunu göz önünde tutarak olabildiğince esnek ve anlayışlı olmaya özen gösterdik.
Daha önce de bahsettiğimiz gibi gurup içerisinde konuşulan farklı dillerle başetmek zorunda kaldık. Mükemmel bir çevirmenimiz olmasına rağmen, düşüncelerimizi anlatabilmek için çok zamana ihtiyacımız vardı ve odanın haraketliliği nedeninden prosedür rahatsız bir biçimde devam etti. Tüm bu zorluklara rağmen devam etmek zorundaydık, daha önce mültecilerle yapılan gurup çalışmalarında benzer deneyimler yaşanmıştır (Calaghan, 1998 Van der Guus, 1993 Woodcock, 1997).
Destek grubu
Başlangıçtan itibaren moral destek sağlayacak ve anlayış, etkileşim, karşılıklı dayanışma ve paylaşma ve de etki ve dayanıklılık yaratacak sağaltıcı bir ortam yaratmaya özen gösterdik. Kadınlar kötü günlere rağmen kendilerini ve çocuklarını geçindirmeye hayret ediyordu. Ayrıca, sığınakta beraber yaşayıp yemek ve alan paylaşmak kolay değildi. Yaşanılan şiddetli deneyimlerden ötürü mültecilerle yapılan terapi çalışmaları araştırıcı yada zorlayıcı olmaktan çok destek olmaya yönelmelidir. (Woodcock, 1997).
Yukarıda bahsedilen zorluklar ışığında gurubunuz iki alana ağırlık verdi. İlki kadınlardan gelen eğitime erişim, sağlık hizmetleri, mülteci hakları, belgelere ulaşma, ilk 6-10 aydan sonra barınma ve iş ihtiyaçlarını karşılayabilmek için bilgi talebi doğrultusundaydı. Diğeri ise kadınlar arasında ifade, iletişim ve takım çalışmaları konularındaydı.
Travma etkisizlik ve kopukluğu yaratıyorsa, tedavisi yeni ilişkiler ve etkinlik yaratmaktır (Herman, 2001). Kadınlara gurubun bize değil onlara ait olduğunu belirttik ve ihtiyaçlarını belirtme sorumluluğunun kendilerinin olduğunu anlattık. Gurubun istikrarsızlığı yüzünden (katılım ve sığınak sürekli değişikliklere maruz kalıyordu) yöneticiler olarak bizler başlangıçta gurubu ayakta tutabilmek için yeterli olduğunu düşündüğümüzden fazla sorumluluk üstlenmek zorunda kaldık. Her toplantıda bir öncekinde yapılanı tekrarlamak ve dolayısıyla toplantının gidişatını önermek zorunda kalıyorduk. Her üç, dört ayda bir gerçekten de guruba katılmaya devam edip etmediklerini sorgulamak durumundaydık. Pasiflik ve uyuşukluluğa rağmen kadınlar her defasında devam etmemizi istediler. Bir bakıma destek gurubunun önemini hissediyor ve ifade ediyorlardı. Tanıdık kültürel çevrelerini kaybettikleri içim yeni deneyimlerini bütünleme yetilerinde azalmalar gözlemleniyordu (van der Veer, 1991). İşte bu yüzden guruba daha aktif katılımda bulunamıyorlardı
Bize ekmek verin...
Biz terapistler için kadınlar arasında söylediklerine göre sığınakta az miktarda bulunan yemek ve sığınak içerisinde bulundukları pozisyon ve verildikleri görevler konularında ortaya çıkan tartışmalar ve kavgaları idare etmek bitmeyen bir mücadeleydi. Karşılama imkanımız bulunmamasına rağmen onlarla maddi ihtiyaçlar (daha fazla gıda bulmak) konusunda destek olup aynı zamanda psikolojik ve moral destek çalışmalarının olasılıklarını anlatmak zorundaydık. Birçok defa toplantıdan sonra kadınlar bizden yemek, ulaşım ve çocuklarının ihtiyaçları için para talep etti. Her toplantıya bir torba bisküvi getiriyorduk. Kadınların getirdiğimiz bisküvileri yeme seçeneklerinde, hemen oracıkta mı yoksa odalarına götürüp akşam vakti mi (mesela Ramazan ayında) yiyeceklerinde, anlaşmazlıkların ortaya çıktığını gözlemledik.
Ancak bu hem gündelik beslenmelerini karşılamakta hem de daha önce bahsettiğimiz farklı seçenekler konusunda çıkan bu anlaşmasızlıklar toplantılar sırasında değil toplantı sonrasında meydana geliyordu. Kadınların bazılarının ve sığınak yöneticilerinin bu konuyu bize bildirmeleri üzerine, bir iki hafta ardından paylaşma konusunu tartıştık. Bu tür problemleri tartışmak istememize rağmen nadiren bunu gerçekleştirebildik. Kadınların çoğu problemleri ortaya çıktığı anda tartışmaktan çekiniyor ve toplantılardan sonra dedikodu yapmayı tercih ediyordu.
Biz terapistler kadınların beslenme sıkıntılarını çözmeye yönelik talepleri karşısında çoğunlukla çaresiz ve bitkin kaldık. Gurubumuzun moral destek karakterini vurgulamamıza rağmen çoğu zaman pratik meseleler ile ilgilendik ve hem psikolojik sorunlar hem de pratik sorunlar arasında bir denge, 'geçiş noktası'(Calagha, 1998) tutturmaya çalıştık. Toplantıların ilk bölümünde pratik meseleleri tartıştık, ikinci kısmında ise alışageldik gurup çalışmalarını gerçekleştirdik.
Gurup-oluşturma
Sığınaktaki kadınlar arasında yaşanan atışmaları bildiğimizden, takım-kurma çalışmalarını önerdik. Bu çalışmaların biri kadınlardan müsfette kağıtlardan dört tane kare oluşturmaları ve sonrasında da deneyimleri üzerine duygularını paylaşmaları idi. Ya da masanın üzerine büyük bir kağıt serip bir köyü sığınağı , bir bahçe yada ortak kullanılan başka bir mekanı çizmelerini isterdik. Bunu yaparken resmettikleri kısımlar, evler, çiçekler, ağaçlar, diğer objeler vs. hakkında konuşmalarını isterdik. Ortak bir bahçenin yada köyün inşaatı sırasında onlardan ortak mülkiyetleri, sulama sistemleri, yollar, ortak binalar vs. çizmelerini istedik. Bu ergzersizi her yaptığımızda kadınları birbirleri ile etkileşme ve paylaşma yönünde teşvik ettik. Gerekli olan çeviriler yüzünden bu etkileşimler genellikle ağır bir biçimde ilerledi. Kadınlar bu tür ortak çalışmalardan haz alıyordu ve bu toplantılarda gerçektende bir gurup havası oluşuyordu. Ancak sonraki hafta önümüze bambaşka bir gurup çıktığında gurubu yeniden oluşturmak gerekiyordu. Bu çalışmalar gurup içerisinde sürekli katılan 2,3 kadın olduğunda daha başarılı oluyordu. Bir şey yapabilmek, artık çaresiz olmamak, etkisizlik ve çaresizlik yaşamış bu kadınlar için çok önemli bir deneyimdi. Onlar için tatmin edici bir deneyimdi.
Onları uygulayabilecekleri başka seçenekler hakkında, mesela iç dünyalarında yaratacakları pozitif imgeler yardımıyla huzura kavuşmak, bilgilendirmeye çalıştık. Rahatlama egzersizlerinden sonra iç bahçe, güvenli dahili bir mekan, bir ağaç veya bir çiçek imgeleri (Reddemann,2001) hakkında hayaller kurmalarına yardımcı olduk. Aramızdan biri güvenli dahili bir mekan oluşturulup hissedilebilmesi için çeşitli konular üzerine yoğunlaşırdı. Her kadın kendi iç resmini yaratıyordu. Bu hayallerden sonra her kadından deneyimlerini anlatmalarını ve de isterlerse resimlerini guruptaki diğerleri ile paylaşmalarını istedik. Bazıları dahili güvenli bir mekanı, dahili bahçeyi gördüklerini ve burada bir nebze dinlenip huzura kavuştuklarını söylediler. Diğerleri ise yaşamak zorunda oldukları koşullar ve çözmeleri gereken problemler varken hayal görme imkanından hoşlanmadılar. Bazıları iç huzura kavuşmak ve güç toplayıp devam edebilmek için Hristiyan veya Müslüman duaları tercih ediyordu.
Gurup-oluşturma tekniklerinden birisi olan bildiğimiz öyku anlatmayı da denedik. Gurup içerisinde öykü anlatmak katılımcıların ortak deneyimlerinin ortaya çıkması ve paylaşılması yüzünden birbirleri ile olan bağlarının güçlenmesine yol açar. İçgüdüsel olarak bu kadınların hayatlarına yakın bulduğumuz öyküleri seçtik. Bazen öyküyü anlatmaya başlayıp kadınlardan sonun tamamlamalarını isterdik. Leopar ile kamplumbağanın hikayesi, aslan ile tavşanın hikayesi gibi fiziki olarak güçlü olan ile fiziksel olarak güçsüz fakat zeki olan iki hayvan arasında geçen Afrika masallarını mevcuttu.Çoğu kadın kendilerini hayatını kurtaran zeki hayvan ile özdeşleştirdi. Bu tür bir öyküden sonra kendi hayatlarını kurtarmada geçirdikleri deneyimleri birbirleri ile paylaşırlar.
Travma ile başa çıkmak
Tüm mülteci kadınlar, evlerini savaşa kapılmış ülkeler ile birlikte kaybetmiş, sürgüne maruz kalmış ve hayatlarını yabancı bir ülkeye sığınmaktan dolayı travmaya maruz kalmışlardı. Zaman zaman travmalarından, kaybettiklerinden ve yaslarından bahsetmelerini istedik. Sonuçta konuşmamalarının sebebinin gurubun büyüklüğü (6-10 kadın), açıklığı ve düzensizliğinden, karmaşıklığından veya çevirilerden mi yoksa genel olarak bu konulardan kaçınmaktan mı olduğunu bilemiyoruz. Kayıplarından bahsettiklerinde ise üzülmeye ve bu konuları konuşmamamızı istemeye başladılar. Ancak travmaları ile başa çıkabilmeleri gurubun başlangıç sebeplerinden bir tanesi idi. Sonuçta öğrendik ki bu tür devam eden sorunlar altında ezilen kadınlar daha çok destek olacak kaynaklara ( gündelik problemler hakkında konuşmaya, dinlemeye, yazıp çizmeye ve durumlarını örnekleyip rahatlamaya) ihtiyaç duyuyorlar. Yinede kendilerine Travma Kliniğimizin hazırladığı ve içerisinde travma hakkında bilgi bulunan broşürler dağıttık. Aynı zamanda Travma Kliniğini kişilere açık tutmaya özen gösterdik. Günlerin birinde kadınlar bizden grubun ismini 'Travma Gurubu'ndan, Swahilide 'neşe' anlamına gelen 'Furaha' gurubuna değiştirmek istediler (bu olaya daha sonra da değineceğiz).
Terapistler olarak karşı güçlerle (belirsizlik, kayıp, bunalım, düşük enerji düzeyleri, toplantılar sırasındaki girip çıkmalar) başa çıkmak zorunda kaldık. Travma bulaşıcıdır ve tanıklık görevimizde bazen kendimizi çaresiz bulduk (Herman, 2001). Toplantılar sonrasında aramızda düzenlediğimiz oturumlar son derece faydalıydı.
Mülteci hayatının gündelik gerçekleri ve belirsizlik gurup içerisinde devamsızlık, ortadan kaybolma ve belirsiz sonlar ile kendini gösterdi. Sadece bir defa sığınaktan ayrılan bir kadına güle güle deme fırsatını yaşadık. Kadınların iş bulma ve çocuk bakmak gibi pratik gereklerinin programa olan katılımlarını ne kadar etkilediğini hala kesin olarak bilmiyoruz. Gurubun bazı üyeleri katılımlarını pratik destek sağlamak yönünde bir adım olarak görmüş olabilir ve bu desteği görüp görememelerin bağlı olarak gurupta kalıp kalmamayı tercih etmiş olabilir (Calaghan, 1998). Bu tür durumlarda guruba devamlılık ve nicelik değerlerini kazandırmak güç oluyordu.
Bize göre gurubun geçiş sürecini temsil etmeye ve moral, psikodinamik ve pratik sorunları ele almaya devam etmesi gerekliydi. Calaghan (1998:39) mültecilerle bu tür sürekli psikoterapi çalışmalarını değerlendiriyor:
"Mültecilerin içinde bulunduğu ve en derin noktalara işleyen belirsizlik hareketin iki temel noktasına dönüşebiliyor, sadece varolmaya ulaşan bir düzenek değil ama aynı zamanda ulaşılan bir mevki.
Gözlemlediğimiz kadarıyla çalışmalarımızın tedavi edici etkisi şu
alanlarda gerçekleşti:
1. Gurup çalışmalarında tüm zorlukları tespit edip karşılık verebilmek, etkileşimlerimizi dikkatli olarak gözlemlemek ve yeni adımları hazırlamak
2. Gurup çalışmalarında gerçekleştirilenleri belirtmenin yanında kadınların hayatlarındaki değişiklikleri de vurgulamak. Gurubun değişen ismi bir bakıma bu konunda bizim için umut verici bir sembol oldu.
Çalışmalarımızı değerlendirirken birey olarak kadınlardan bahsetmediğimizin farkındayız. Kadınları birey olarak algılamamıza rağmen daha çok bir topluluk niteliğinde çalışmayı uygun bulduk, yani kadınların birlikten doğan güçleri konusunda destekleyip belirsizlik içerisindeki hayatlarına yön vermeleri için teşvik ettik. Gurup içerisinde gözlemlediğimiz 'yoldaş' etkisi de mevcuttu. Her toplantı bir tanışma faslı ile başlıyordu. Her kadın o gün kendini nasıl hissettiğinden ve haftasının nasıl geçtiğinden söz ediyordu. Genellikle ilk ifade diğerlerini etkiliyordu, eğer kadın kendini iyi hissediyorsa sonrasında takip edenler de öyle idi. Yani ifadeler daha çok gurubun duygularını yansıtıyordu. Kendimize bunun gurubun dışına çıkmama isteğinden kaynaklanıp kaynaklanmadığını yada geçmişteki hayatlarınının bir yankısı olup olamadığını yahut dışarıdan gelmiş birisi ile kişisel meseleleri konuşmama isteğinden kaynaklanıp kaynaklanmadığını sorduk (van der Veer, 1991).
Yoldaş konusunda bir gözlemde daha bulunduk. Sığınak içerisinde bazı kadınlar çeşitli görevlerden (mutfak, dikiş, çocuk bakımı vs.) sorumlu görülmeye başlandı ve daha da tartışabileceğimiz büyü söylentileri ortaya çıkmaya başladı. Sığınak içerisinde kıyasla güçlü durumda olan kadınlar gurubun dinamiklerini etkilemeye diğer kadınlarda (özel staüde olmadıklarından) durumu büyü söylentileri ile idare etmeye (kıskançlıklarını yenmek için) çalıştı. Bu konu hakkında tartışmak kısa süreli bir çözüm yaratmasına rağmen problem sonradan tekrar ortaya çıktı.
Güller
Gurup içerisindeki katılımın belirsizliğine ve de rahat çalışma atmosferine paralel olarak gurup içerisinde mutlu ve kusursuz zamanlarda mevcuttu. Buna güller, yani çiçekler adını verdik. Genellikle evdeki yaşamları ve evde kültürlerini nasıl ifade ettikleri konusundaydı. Bir başka sefer yapılan bir Noel kutlamasında bir kadının anlattığı bir hikaye ve bir başkasının okuduğu şiir olarak kendini gösterdi (bknz. ek). Bir defasında duaların öneminden bahsederken kadınlardan bir tanesi kendiliğinden tüm gurup için bir dua okudu. Bir bakıma seçmedikleri fakat kısa bir süreliğine de olsa mülteci belirsizliğinin içerisinde ait oldukları bu yeni kadın gurubuna geçmişlerini paylaşıp kutladılar. Ulaşmaya çalıştığımız nadir başarılardan biriydi.
Başa çıkabilme ve cesaret bulma konusundaki bir tartışmadan sonra her kadın sorunların üstesinden gelebilmeyi temsil eden şu cisimleri oluşturdu (çamurdan): kalp (iki defa), güveç, tavşan, ağaç, at nalı, bir yıldız ve güneş. Sembolleri aşk, hayat ve umut konulu bir gurup resmi altında birleştirmek istediler. Bu tür deneyimler gurubu herkese verilmiş bir armağan olarak algıladığımız ve yokluk sorunlarının ve kişisel ile kültürel kaybın sorunlarını cevaplayabildiğimiz anlardan bazılarıydı.
Bu guruplarda iyileşmek ne demek?
Çokkültürlü ve farklı dilleri konuşan bir gurup ile çalışıyorduk. Gurup içerisindekilerin bazılarının bizim kültürümüzün (İsviçre ve Filipin) yaşam tarzı, eğitim, gelenekler, ziyafetler hatta büyücüler gibi farklı öğelerini öğrenmek istediklerini gözlemledik. Bir bakıma onlar için birer örnek teşkil ediyorduk. Kendi aralarında da farklı kökenleri, kültürleri ve dillerinin farklılığı hakkındaki bilinçleri durumlarının farklılıkları hakkındaki bilinçleri ile etkileşimliydi.
Kadınlardan bazıları bir, iki hatta üç dilden fazlasını konuşabiliyor, bazıları evli bazıları tek başlarına bazılarının işi vardı bazıları ise işsiz idi, kadınlar birbirlerinden kültürel, sosyal ve bireysel olarak farklıydı.
Bu karışık kümenin içerisine gurup çalışmaları, travma tedavisi, takım yaratma, rehberli hayal kurma, öykü terapisi ve sanat terapisi konusundaki profesyonel bilgilerimizi uygulamaya çalıştık. Tekniklerimizi kadınların hem kültürel hem de bireysel çeşitliliklerini göz önünde tutarak uygulamaya özen gösterdik. Kadınların farklı ifadelerini göz önüne alarak birbirleri ile bağlantı kurabilecekleri yaratıcı bir terapi yöntemi geliştirdik. Bazen gurup içerisinde homojenlik, ortak bir nokta, sezinledik, bazen ise bir araya getiremediğimiz farklı deneyimlerden bahsettiler. Her ikisi de önemliydi.
Kadınların ihtiyaçlarına kayıtsız kalamazdık. Bir defa sığınakta önceki gece gerçekleşen bir hırsızlık konusunda bir toplantı düzenleme zorunda kaldık. Kadınlar sonra bu toplantının endişelerini ve korkularını dile getirebildikleri için faydalı olduğunu belirtti. Bu toplantının gerçekleşebilmesi için dışarıdan insanlar gerekti. Bu açıdan kadınların hayat sorunları kadınların ihtiyaçlarının karşılayabilmemiz ve daha önce de bahsettiğimiz hem psikodinamik hem de pratik sorunları işleyebileceğimiz geçiş fonksiyonun uygulayabilmemiz için her toplantıyı özel olarak düzenlememizi gerektirdi.
Afrika'da iyileşme ve tedavi kıtada hakim olan çeşitli kültürlerin dokusunda işlenmiş vaziyette, yani bizimki gibi guruplarda çeşitli anlatım türlerinin bulunması gerekiyor: beraber konuşabilmek, oyunlarla hayatlarımıza anlam verebilmek, sanat ve semboller ve dahili ve harici dünyalar arasında bağlantılar kurarak ve hayalgücümüz ile dahili hareketliliği oluşturabilmek. Kadınların kültürlerini, duygularını ve travmalarını söz-dışı metotlarla, hayal kurarak, çizerek ve çamur heykellerle anlatabilmekte çok etkili olduklarını gördük. Beraber yürüttüğümüz çalışmalar hayatlarını etkiledi.
Gurup mensuplarının yetersiz eğitimlerinden dolayı söz-dışı ifade türlerinde daha başarılıydılar. Resimleri yada heykelleri masanın ortasında düzenlemek gurubun yaratıcılığı ve çeşitliliği açısından heyecan vericiydi. Bu açıdan iyileşme dahili bilginin keşfidir. Resim veya heykel yapmak gibi bilinmeyen bir yaratıcılığa adım attığımızda ortaya çıkan hayalgücümüzün keşfedilmemiş noktalarında ortaya çıkıyor.
Gurup ismini 'travma'dan 'neşe'ye değiştirmeye karar verdiğinde kadınların bize sembolik bir biçimde hem bireysel olarak ifadelerinin hem de gurup içerisinde beraber yaşanılan neşeli vakitlerin mümkün olduğunu anlattılar. Sonuç olarak pratik ihtiyaçlarımızı ve hayallerimizi ifade edebilmeyi ve en genel anlamda 'oyun' oynayabilmeyi dayanıklılık ve iyileşme kapasitesini (bütün olabilme-iyileşmenin tanımı nedir ki?) arttırmak ile eş görüyoruz.
Kadınların görüşleri
Gurup süregelen bir gurup. Bu makaleyi kaleme almak ne yaptığımızı daha iyi anlayabilmek için gerekliydi. Makaleyi kadınlara sunup görüşlerini almayı ve yayınlamak için izin istemeyi boynumuzun borcu olarak gördük.
Başlangıçta kadınlar projemize olan memnuniyetlerini belirttiler. Sonra ise üzerinde durduğumuz ve onlara göre negatif olan beslenme üzerine yaşanılan tartışmalar üzerine yoğunlaştılar. Bizim yorumumuz bunun utanma duygusundan yola çıktığı ve bu tür durumlarda yemek konusunda tartışmaların ortaya çıkmasının doğal olduğu, gıdanın olan ile olmayan, çalan ile kaybeden arasındaki ayırıma tekabül ettiği yolundaki açıklamalarımızı kabul etmek istemediler. Bunlar bizlerin çalıştığı CSVR ofislerinde alışageldik konular. Sonunda gurup çalışmasını tüm çıplaklığı ile anlatmak ta anlaştık. Dahası gurup çalışmalarından yaratıcı nitelikte olanları tercih ettiklerini ve gerçekleşen 'faruha'ları vurguladılar. Biz yöneticiler bu sonuçta hemfikirdik. Bizim için belirsiz olan bu çalışmanın doğrulanması ve devamı için bir izin niteliğindeydi.(KL
* Katharina Ley, Psikoanalist ve Marivic Garcia, kamu hizmetlisi
* Bu yazı AGENDA'da Mart 2003'te yayınlandı. Türkçe'ye Ali Tonak çevirdi.
EK:
Shiver of a refugee
Running away from the war...
Nobody can understand in what situation I was.
The truth is that you cannot believe it.
I was like a flower withered in the mud and
The mud covered me. I was waiting in the mud for the wheel of a car to
come and stop it. Pity, pity!
Who can imagine the life of a refugee?
Misfortune, disaster, distress. Help me, help me.
Oh, FURAHA, my beautiful meeting!
Why did I not resist in the meeting session? Why did I accept you in my heart?
To leave you will make me sad. But I realise
That you were my nation, you satisfied my moral needs.
* Şiir, Dodo Mely tarafından Kongo'da yazıldı.
Kaynakça:
Callaghan K (1998) In limbo. Movement psychotherapy with refugees and asylum seekers, in D Dokter (ed) Arts Therapists, Refugees and Migrants. Reaching Across Borders, London and Philadelphia: Jessica Kingsley Publishers.
Herman JL (2001) Trauma and Recovery. From Domestic Abuse to Political Terror, London: Pandora.
Reddemann L (2001), Imagination als heilsame Kraft, (Psychodynamic Imaginative Psychotherapy of Trauma), Stuttgart: Pfeiffer bei Clett-Cotta 2001),
Van der Veer G (1991) Psychotherapy With Refugees. An Exploration, Amsterdam: Stichting voor Culturele Studies.
Woodcock Jeremy, ?Groupwork with Refugees and Asylum Seekers? in T Mistry & A Brown (eds), Race and Groupwork, London, Whiting & Birch Ltd, 1997), 254-278