Dünyanın en önemli galerilerinden Monaco’daki Marlborough Gallery’de şu anda eserleri sergilenen sanatçı Ahmet Güneştekin, eserlerden biri olan Güneş Küresi’ni Ezidi halkına adamasını, “Çalışmalarımın dayandığı felsefeyi üreten bir halkın benim için önemi çok büyük. Ezidilerin yaşadıkları bir yaşam hakkı ihlalidir” dedi.
Geçen yıl Haziran ayında nefret söylemine karşı aralarına Yaşar Kemal, Ara Güler ve Halit Kıvanç’ın da olduğu sanatçıların yayınladığı “Kaygılıyız” metninde de imzası olan Güneştekin, bianet’e verdiği röportajda sanatçı duyarlılığına vurgu yapıyor:
“Güçlünün kendi varlığını diğerlerini ezerek ortaya koymaya çalıştığı hiçbir eylemin ve politikanın destekçisi olmam mümkün değil. Ezilen hangi halk olursa olsun ben bir sanatçı olarak yanlarında olmak durumundayım”.
İlk defa sergilenen 30 eseriyle yer aldığı ve 14 Kasım’a kadar gezilebilecek Monaco’daki “Güneş Çemberinin Varisi” (L’héritier du disque solaire) adlı kişisel sergisinin başyapıtı olarak “Grimaldi’nin Dört Mevsimi” eserini seçen Güneştekin, yapıtında bir Batı hikâyesi olarak Monaco’nun kuruluş efsanesini yorumladığı eserini dört büyük panel üzerine inşa ettiğini ifade ediyor.
Serginiz hangi ortamda sergilendi?
Şu anda Marlborough Monaco’da son dönemde yaptığım eserlerim sergileniyor. Sergimin başyapıtı ise “Grimaldi’nin Dört Mevsimi” bir Batı hikâyesi ve Monako’nun kuruluş efsanesini yorumladığım dört büyük panel üzerine inşa ettiğim bir eser.
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Paris Büyükelçisi Hakkı Akil serginin açılışına geldi ve beğenilerini ifade ettiler.
Ayrıca serginin destekçisi Çalık Holding adına Ahmet Çalık, Murat Ülker, Demet Sabancı Çetindoğan, Zafer Yıldırım, Metin Güneş, Ali Gürsoy, Vedat Özçelik, Aziz Karadeniz, Yakup Süt, Kenan Tekdağ, Ali Selçuk, Sedef İybar ve Erol Özmandıracı gibi sanat ve iş dünyasının önde gelen isimleri de açılışa katıldı.
Uluslararası sanat dünyasının gündemini belirleyen sanat dünyasının önde gelen isimleriyle, iş dünyasının kültür ve sanata destek veren isimleri ve Türkiye’den yaklaşık 20 gazeteci Monako’ya gelerek sergi açılışını izledi.
Bu yoğun ilginin Mezopotamyalı bir sanatçı olarak batıya ait hikâyeleri çağdaş sanat yoluyla yorumlamam olduğunu düşünüyorum.
Serginizi, katliamla karşılaşan Êzidilere adamanız nasıl karşılandı?
Eserlerden biri olan Güneş Küresi’ni Ezidilere adadım. Çalışmalarımın dayandığı felsefeyi üreten bir halkın benim için önemi çok büyük. Ezidilerin yaşadıklarının yaşam hakkı ihlali olduğunu düşünüyorum, bu düşüncem milliyet ve kökenden bağımsız bir düşünce.
Güçlünün kendi varlığını diğerlerini ezerek ortaya koymaya çalıştığı hiçbir eylemin ve politikanın destekçisi olmam mümkün değil. Ezilen hangi halk olursa olsun ben bir sanatçı olarak yanlarında olmak durumundayım,
İlk defa sergilediğiniz 30 kadar eserinizle ilgili biraz bilgi verir misiniz? Sanat yolculuğunuz ve duygu dönüşümünüzde bu eserlerin yeri nedir?
Eserlerimde serbest bir teknik kullanıyor, farklı disiplinlere ait yöntemleri benimsiyorum. Optik degrade serisi, boyutlu eserler ve yerleştirmeler gibi yöntemlere başvuruyorum. Kendimi tuvalle sınırlamıyorum.
Anadolu, Mezopotamya ve Yunan uygarlıklarına ait sözlü anlatıların, efsane ve mitlerin izini sürmüş ve yorumlamış bir sanatçı olarak sanat pratiğinin genel kabul görmüş uygulama biçimlerinin dışına düştüğümü söyleyebilirim.
“Avrupa toplumlarına baktığınızda sanat öğretileri tarih eğitimleriyle içi içe yürütülüyor. Milli, dar bakış açılarından değil, evrensel pencerelerden bakmayı öğretir” diyorsunuz. Türkiye’de sanatçılar, tarihten nasıl besleniyorlar? İnsani duyarlılıklarını eserlerine nasıl ve hangi kanaldan katıyorlardır?
Bütün o tarihin sonu tezlerinden sonra bugün tarih sadece ulusların değil sıradan bireylerin yaşamlarıyla ilintili ve farklı şekillerde geri döndü: yok sayılmış ya da bastırılmış kimliklerin hem akademik çalışmalarda hem de görsel sanatlarda yoğunluklu olarak sorunsallaştırılması ve bellek üzerine çalışmalarda artış yaşanması bunu gösteriyor.
Tarihin bu süreçte sadece geleneksel tanımını değişmedi, tarihten beslenmenin yöntemleri de değişti; tarih kitaplarında yazılanlar değil bireylerin belleklerinde birikenler önemsenmeye başlandı. Bu eğilimler sadece dünyada değil Türkiye’de de yankısını buldu ve bulmaya devam ediyor.
“Karanlıktan Sonraki Renkler” sergisini biraz anlatır mısınız? Bu sergiden bu yana nasıl dönüştünüz?
Anadolu ve Mezopotamya’nın mitolojisini ve tarihini araştırmaya 1997 yılında başlamıştım. 2003 yılına kadar bu araştırmalarımı Anadolu ve Mezopotamya’yı gezerek derinleştirdim. Sonrasında da derlediğim mitolojik öykü, masal, hikâye, destan, söylence gibi sözlü anlatıları tuvale taşımaya başladım.
2003 yılında “Karanlıktan Sonraki Renkler” adıyla ilk büyük sergimi Atatürk Kültür Merkezi’nde açmıştım. Bu serginin benim için önemi, resim tekniğim ve kullandığım temaların belirginleşmeye başlamasıydı. O dönemden sonra soyut ve kavramsal yaklaşımlarda kendimi daha çok ifade etmeyi tercih ettim.
Coşkun Aral’la “Bilgi Otobüsü” projesi kapsamında Türkiye’nin birçok bölgesini gezdiniz. 81 ili kapsayan “Güneşin İzinde” projesini başlattınız. Şişhane’de kurduğu Güneştekin Sanat Merkezi’nde çalışmalarınızı sürdürüyorsunuz. Bütün bu çalışmalarda sanatçı enerjinizin kaynağı nedir?
Tüm işlerimde somutlaşan estetik yaklaşımımı çocukken dinlediğim masallar ve efsaneler belirlemiştir. Anadolu’da ve Mezopotamya’da dolaştığım on yedi yıl boyunca topladığım geleneksel hikâyeler ve sözlü anlatıları kendi belleğimde biriktirdim ve bu hikâyelerle kendi dilimi ürettim. Kişisel tarihim sadece tuval üzerinde yarattıklarıma değil kamera ile ürettiğim çalışmalara da kaynaklık etmiştir.
Türkiye sanatçı olmanın zorluğu ne olabilir? Bu zorlukları siz nasıl aştınız? Avantaj veya dezavantajlarınız neler oldu?
Türkiye’de ürettiğim eserlere mesafeli yaklaşan ya da görmezden gelmeye çalışan kişiler var ne yazık ki. Diğer taraftan uluslararası bilinirliğe sahip sanat tarihçileri ve akademisyenler eserlerim ve yaklaşımlarım üzerine makaleler yayınlıyorlar.
Sürekli üreten bir sanatçı olarak yaşamımın merkezine bu eleştirileri değil, çalışmayı ve düşünmeyi yerleştiriyorum. Böylelikle tasarlamak ve tasarladıklarımı uygulamanın yöntemlerini bulmak benim için daha önemli oluyor.
Güneştekin Sanat Merkezi’nin şu anki ve yakın gelecekteki programı nedir?
Güneştekin Sanat Merkezi, altı yıldır eserlerimi ürettiğim, yenileme süreci devam eden ve tamamlanınca müze haline getirmeyi planladığım 3000 m2 lik alanda kurulu sergi salonlarından oluşuyor.
Sanat merkezini 2015 başlarında açmayı planlıyoruz. Şu anki haliyle ziyarete açtığımız salonlardaysa çeşitli dönemlere ait eserlerim sergileniyor. Ayrıca, Türkiye’den ve yurt dışından sanat ve iş dünyasının önemli isimleri de ağırlıyoruz.
9-12 Ekim tarihlerinde Art Market Budapest’te karma sergi kapsamında eserlerim sergilenecek. 13-16 Kasım günlerinde Marlborough Gallery ile Contemporary Istanbul’a katılıyorum. 4-7 Aralık döneminde de Art Basel Mimai’de karma sergide son dönem eserlerim sergilenecek (EÖ).