Gündem: Çocuk! Derneği, birkaç gün önce Ankara, Kavaklıdere'de Çocuk Hakları Merkezi'nin açılışını yaptı. Derneğin yönetim kurulundan Emrah Kırımsoy, Mehmet Onur Yılmaz ve Tanju Gündüzalp ile Çocuk Hakları Merkezi'nin gerekliliğinden, Erciş'te çocuklarla birlikte hala yürütmekte oldukları medya projesine; 2011 yılında 815 çocuğun yaşam hakkının ihlal edildiğini tespit eden raporlarından, Başbakan'ın başlattığı "tinerci" polemiğine uzun bir söyleşi yaptık.
Gündem: Çocuk! Derneği 2005'te kuruldu. İsterseniz yedi yılda yaptığınız işlerden şöyle kısaca bahsedelim.
Emrah Kırımsoy: En önemsediğimiz, Türkiye'de bütüncül bir çocuk politikası talebinin altını çizen çalışmamızdı. Dört alanda, eğitim, sağlık, sosyal hizmet ve çocuk adalet sistemi başlıkları altında olması gereken durumla Türkiye'deki durumu karşılaştırmaya çalışıp önerileri oluşturmaya çalıştık. 2007'de, o zamanki Meclis Başkanı Köksal Toptan'ın da katılımıyla, özellikle alandaki uzmanları, akademisyenleri bir araya getirerek yaptığımız bir çalışmaydı.
Çocukla ilgili Türkiye'deki bütün sistemlerin birbiriyle ilişkisi olduğunu vurgulamayı amaçladık. Öyle ki kamu yönetiminde şöyle bir yapı söz konusu; Eğitim Bakanlığı sadece eğitimle ilgili çalışmalara bakıyor, Sosyal Hizmet sadece korunmaya ihtiyacı olan çocuklarla ilgileniyor, Adalet Bakanlığı suça sürüklenmiş çocuklarla ilgili çalışmalar yapıyor. Aslında bütün bunların birbiri içine girmiş bir sistem olduğunu vurgulamaya çalıştık. Çünkü uygulamada bir çok sıkıntı var ve bu bütüncül bir yaklaşım gerektiriyor.
Kurulmanızda etkili olan da bu bütüncül yaklaşımın eksikliği miydi ?
E.K.: Kurulma amacımız aslında biraz da zemin oluşturma çabasıydı. Gündem Çocuk'un etrafında birleşenler daha önce çocukla ilgili çok çeşitli alanlarda çalışmalar yapmış insanlardı. Aramızda yayıncılar, mimarlar, hukukçular, akademisyenler, sosyal hizmet uzmanları, eğitimciler vardı. Ve kendi çalıştıkları alanlarda hep bir eksikliği hissettiklerinden bu zemin üzerinde bir araya geldiler. Aslında bir mıknatıs etkisi yarattı Gündem Çocuk.
Öyle ki ben uzun süre çocuk adalet sistemiyle ilgili birebir hizmet veren bir örgütte çalışmıştım. Ama örgüt kendi içerisinde hizmet veren bir yapı olduğu için doğrudan Adalet Bakanlığı'yla ilgili politika önerileri ve savunuculuk çalışmaları konusunda yetersiz kalıyordu. Bu yüzden aslında bir şekilde ihlalleri görünür kılma, politika önerileri yapma, savunuculuk çalışmalarına yoğunlaşma gibi bir zemine ihtiyaç vardı. Gündem Çocuk'un kuruluşu böyle gelişti.
Mehmet Onur Yılmaz: 2005, sivil toplum ortamının gelişmeye başladığı bir dönemdi. Dernekler Yasası değişmişti. Bir nebze eskiye göre örgütlenmek kolaylaşmıştı ve o dönem şu ortaya çıktı; çocuklarla ilgili birçok örgüt var ancak bu örgütlerin birçoğu kendi alanlarında uzmanlaşmış hizmet üreten yapılardı. Olaya geneliyle, çocuk hakları perspektifinden bakan, tek tek ihlallerin üzerine giden sesini yeterince gür çıkaran bir yapı yoktu, olması da pek mümkün gözükmüyordu. Hizmet üreten bir yapı muhattap olduğu devlete belli bir yere kadar ses çıkarabiliyordu. Bunu yapabilmek için yine o örgütlerde çalışan insanlar Gündem Çocuk çatısı altında bir araya geldiler ve aslında farklı bir ortamda ses çıkarmak için platform yarattık kendimize.
E.K.: Gündem Çocuk'un bütün çalışmalarında altını çizmek istediği en önemli konu çocuk katılımı. Çocuk katılımı ile ilgili mevcut algı biraz sıkıntılı. Çocuk katılımı dediğimizde yetişkinlere yönelik herhangi bir toplantı düzenleyip üç beş çocuğu da içine katıp çocuk katılımı diyerek kenara koyuyoruz. Aslında 0-18 yaş dilimi gibi kocaman bir yaş diliminden bahsediyoruz. Ve hepsinin gelişimsel özellikleri çok farklı ve çok özel katılım modelleri kurgulanması gerekiyor. Bununla ilgili de bazı örnek modeller oluşturmaya çalıştık.
Bunlardan biri yerel seçimler sürecinde belediye başkanlarına yönelik çocukların taleplerini iletmek için kurguladığımız "Mesajım Var" projesiydi. Ankara özelinde yürütüldü. Beş belediyede o belediyenin sınırları içerisinde yaşayan çocuklara ulaşarak belediye başkanına mesajlarını kartpostallar aracılığıyla ulaştırmalarını sağladık.
Bu çalışmadan önce 2006'da, genel seçimler zamanında da bir araya geldiğimiz bir çocuk grubu genel seçimler hakkında mesajları olduğunu ifade ettikleri zaman bizim ilk medya çalışmamızın ürünleri de ortaya çıkmış oldu. Özellikle eğitim ve sağlık alanlarında taleplerini yazılı hale getirmeye çalıştılar. O da bize bir ilham verdi ve Eksionsekiz Medya Grubu diye bir medya çalışması yapılandırıldı. 2005 yılında bir haftalık medya kampıyla yola çıktı. Orada da bianet'ten Nilüfer Zengin, Coşkun Aral, İrfan Aktan, Kemal Özmen gibi isimler yer alıyordu. Hem çocuk haklarıyla hem de medya grubu oluşturmakla ilgili Göcek'te bir kamp yaptık. O süreçten sonra da bir belgesel ve Eksionsekiz Gazetesi'ni üretti çocuklar. Bu da aslında çocukların geniş kapsamlı bir şekilde görüşlerini paylaşabilecekleri platform olarak medya araçlarının ne kadar önemli olduğunu bize gösterdi.
M.O.Y.: Gündem Çocuk bu yedi yıllık dönem içerisinde hak ihlalleri takibi de yaptı. Son dönemde de bu konuda vaka takipleri devam ediyor. En son belki iki tane örnek verebiliriz. Birisi Damla; Samsun'da düğün sırasında muhtarın silahından çıkan kurşunla yaşamını kaybeden kız. Bir diğeri de Efe Boz, kamuoyunun yakından bildiği, lavabo düşmesi sonucu yaşamını yitiren çocuk. Onların her ikisinin ailesiyle de iletişime geçerek, dava süreçlerini takip edip, konunun kamuoyuna taşınması konusunda yardımcı olmaya çalıştık. Efe Boz'un ailesiyle de hem davaları takip etmek hem de onların da çok önemsediği bir şekilde okullarda çocukların fiziksel güvenlik sıkıntısı nedeniyle yaşamını kaybetmemeleri için bir sistem oluşturtmak için Milli Eğitim Bakanlığı'yla temasa geçerek çalışmalar yürütüyoruz şu anda. Yeni dönemde bu vaka takipleri daha sistematik hale gelecek diye düşünüyorum.
Haber Fareleri'ne hediye: 'tır'tıl
Van Erciş'te depremzede çocuklarla yürüttüğünüz medya çalışmalarına geçelim isterseniz. Depremin hemen ilk haftasında çalışmalar başladı, ilk etap sona erdi, ikinci etaba geçilecek şimdi değil mi ?
M.O.Y.: Bizim için çok iyi olduğunu düşündüğümüz bir gelişme oldu ve bir tır dorsesi bağışlandı Semiha Şakir Vakfı tarafından. Biz mayısa kadar devam edeceğimiz bu çalışmaları tırı oraya götürerek sürdürmek niyetindeyiz. Tır maalesef bürokrasi yüzünden gecikiyor. Geciktikçe de bizim çalışmalarımıza verdiğimiz ara biraz daha uzuyor. Ocak ayı içerisinde bir ara verdik ancak hala tekrar başlayamadık. Resmi işlemleri tamamladıktan sonra, kaymakamlıkla görüşülerek ayarlanmış yerimize tırı yerleştirmek istiyoruz. Orada çalışmaya devam edeceğiz.
E.K.: Van Erciş'le ilgili iki önemli çalışma odağı var. Bu, depremin ardından oradaki mevcut duruma baktığımızda özellikle diğer depremlerle karşılaştırıldığında, Erciş depreminde, krize müdahalenin, sıkıntılı olduğunu gördük. Yani o bölgeye has Kürt sorunundan vesaire yardımların dağıtımı, uluslararası yardımlara açık olup olmaması gibi sorunlarla karşılaştık. İlk gidişten itibaren paralel biçimde çocuklarla çalışmaların yanında izleme/raporlama gibi süreçleri de başlattık. Konuyla ilgili ilk raporu çalışmanın ikinci ayında oluşturduk. Böyle böyle devam edecek. Çünkü oradaki süreç bize afet yönetiminin nasıl olmaması gerektiği ile ilgili önemli noktaları gösterdi. Çocuklarla çalışmanın yanında işin bir de bu boyutu var.
M.O.Y.: Çalışmaların bir boyutu; çocuklarla düzenli bir medya çalışması var. Belli ürünler verdi, devam da edecek. Bir diğer boyut, orada çeşitli şekillerde çocukların durumunu izlemek ve raporlamak üzerine yaptığımız çalışmalar. Oradaki deprem bölgesinde çocukların durumuyla ilgili bir rapor yayınladık, ilk uyarımız kış daha bastırmadan önce, kış geliyor, çadırlarda yangın tehlikesi var çocukların yaşamını kaybetmesinden endişe ediyoruz oldu. 11 çocuk biz raporu yayınladıktan sonra yangınlarda hayatını kaybetti, rapora rağmen hiçbir önlem alınmadı. Biz böyle raporlar yayınlıyoruz ama ne işe yarıyor bilmiyorum... Bir de şimdi Eğitim Reformu Girişimi ile birlikte deprem bölgesinde eğitime ilişkin bir rapor hazırlığımız var. Yakın zamanda bir grup oraya gidecek. Şu anda okullar açıldı görünüyor, öğretmenler orada, sanki sorun çözülmüş gibi bir algı var ama öyle olmadığını biz çok iyi biliyoruz. Bunun böyle olmadığını ortaya koymak için bir raporlama çalışması daha yapacağız, eğitim ortamlarının yetersiz olduğunu göstereceğiz.
Tanju Gündüzalp: Devlet normalde tüm yaptığı müdahalelerde, belli bir hazırlıkla duruma yaklaşırken deprem gibi çocukların da içinde bulunduğu bir durumda sıfır hazırlıkla hareket ediyor. Bu yüzden şu anda eğitimde de travmatik kaoslar yaşanıyor. Hem öğretmenlere hem öğrencilere hem de ailelere yaşatıyorlar bu kaosu.
Sizin bu çalışmanız çocuklar üzerinde nasıl etkili oldu ? Onlardan nasıl dönüşler aldınız ? Bildiğim kadarıyla arada şiddet olayları, erkeklerin kızları dövmesi gibi problemler söz konusu oluyor. Bu travma durumunda bir değişim oldu mu ? Bir iyiye gidiş söz konusu mu ?
M.O.Y.: Çocuklar travmayı iki defa yaşıyorlar depremden sonra. Birincisi depremin kendi travması ve yarattığı korku. İkincisi de depremin ardından sürekli bir şeyler değişiyor, evlerinin yıkılması, akşam yemek alma sırasına girmek, sabah yardım kuyrukları şunlar bunlar... Çocuklar bunların hepsinin seyircisi. Seyirci olma hali ikinci travmayı beraberinde getiriyor. Bu travma hali şiddet olarak ortaya çıkabiliyor. Çalışmalarda bunun sıkıntısını çok fazla yaşadık. Sonra sonra çalışmanın içerisinde çalışmanın kendi getirdiği, başka bir şeyle meşgul olma ve kendilerini ifade edebilmeleri bunda bir hafifleme sağladı. Hem de deprem ortamının hafiflemesi ve okulun başlamasıyla bunun daha da azaldığını gördük. Ama bu etkinin 2 yıldan önce kalkması mümkün değil.
Erciş'in Genç Sesi çalışmasının, depremin onuncu ya da on birinci gününde orada çocuklardan bir tanesinin "İlk defa bugün depremi unuttum." demesini sağladığını söyleyebiliriz. Bizim için önemli bir veriydi ve çocuklarda genel olarak böyle bir etki yarattığını düşünüyoruz. Belki bu işin uzmanı değilim ama psiko-sosyal etki olarak en tehlikeli şeylerden birisi depremin sürekli çocuklara hatırlatılıyor olması. Bizim çalışmamız depremi hatırlatmaktan çok hem unutturmak hem de o konuyla ilgili kendileri ifade etmek istedikleri şeyleri ifade etmelerini sağlamak. Yazıyla, çiziyle, videoyla bunu yapabiliyorlar.
T.G.: Ne kadar travmatik olsa da ortam, kendi katılımlarıyla var oldukları anda farklı bir kimlikle farklı bir rahatlamayla yaklaşıyorlar yaşadıkları zamana.
E.K.: Benim gözlemlerimden biri de çadır içerisinde özellikle sesin giderek yükselmesiydi. Hepimiz aslında bir aradayız ve küçük harflerle anlaşabilecekken, çocuklar bağırarak konuşuyorlardı. Bu onların ne kadar çok kendilerini ifade etmeye çalıştıkları ile ilgili temel göstergelerden biriydi.
M.O.Y.: Buna çok pratik bir çözüm buldu bir arkadaşımız. O travmanın en yoğun olduğu dönemlerde ritim atölyesini keşfettik. Şu an elimizde en yakın zamanda kullanmaya başlayacağımız yüz darbuka var. O zaman materyal de yoktu, sağdan soldan bulduğumuz yağ tenekeleriyle ritim atölyesi oluşturduk. Çocukların kendilerini deşarj edebilmeleri için çok önemli bir araç oldu, belli dönemlerde tansiyon çok yükseldiğinde hemen yağ tenekelerini ortaya koyarak sorunu çözebiliyorduk.
E.K.: Bazı şeyler de depremden kaynaklı değil, çocukların zaten var olan artık doldurulmuşluklarından kaynaklanıyor. Kızlarla erkeklerin sürekli didişmesi veya ırksal konular açıldığında, öğrenilmiş bir ırkçılık ve tamamen ezberden konuşma hali, bir beslenmişlik vardı. Onun üzerine bir de deprem, onun üzerine zemin kayması derken sıkıntılar çıkıyordu.
"Devlet STK'ları Van'da istemedi"
Devletin sizin çalışmalarınıza veya oradaki diğer Sivil Toplum Kuruluşları (STK) nın çalışmalarına yaklaşımı nasıldı ?
E.K.: Özellikle Gündem Çocuk'un çalışması alanda bir şey yapmak isteyenler için çok büyük bir zemin oldu. Afet Yönetimi sivil toplum örgütlerine çok kapalı bir yapı.
M.O.Y: Açıkçası devlet STK'ları orada istemedi. Bürokraside engel koymanın çeşitli yönleri vardır. Adapazarı deneyimini yaşayanlar vardı grubumuzda, ben de onlardan biriyim. Van'daki deneyimin ne kadar farklı olduğunu görebiliyorum. Adapazarı deneyiminden sonra oluşturulan Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD)'nın yönetmeliğine yeni bir madde eklendi. O maddeyle bölgede çalışacak STK'lara AFAD'a akredite olma zorunluluğu getirildi. Aslında bu iyi niyetle konmuş hatta bir STK tarafından önerilmiş bir şey. Çünkü kimin nerede ne yaptığının koordine edilebilmesi gereken bir durum var, afet yönetimi dediğimiz şey bu. Yani bir kayıt sistemi olması gerekiyor. Ama bu akreditasyon mekanizması Van depreminde izin sistemine dönüştürüldü. Oradaki bir yetkili var, sürekli değiştiriliyor zaten, o yetkiliyle görüşüyorsunuz, o yetkili sizin gözünüzün üstünde kaşınız var bahaneleriyle akreditasyon vermeyebiliyor ya da hiç cevap bile vermeyebiliyor.
Gündem Çocuk'un akreditasyonu yok. Defalarca akreditasyonla ilgili çalışmalar yaptık ama elimize geçmiş bir akreditasyon yok hala. Ha bizim çalışmalarımız doğrudan engellenmedi ancak engellenen örgütler olduğunu biliyoruz. Örneğin, Van Kadın Derneği akreditasyon konusunda ret aldı. Van'da çalışan yerel bir STK'nın akreditasyonun ret almasının gerekçesi ne olabilir ? Bu sistem sadece bir kayıt sistemi. Böyle bir sistem içerisinde ret gibi bir usulun dahi olmaması gerekirken bölgedeki STK'ların ret aldığını biliyoruz. Belli bir süre sonra biz de bu sıkıntıları çok yaşadık. Ordan oraya sizi koşturarak asıl psiko-sosyal desteğe, kendi çalışmanıza, harcamanız gereken enerjiyi tüketmeye çalıştılar. STK çalışmaları bürokrasi içinde eritildi. Bizi Ankara'dan gelen Beyaz Türkler olarak gördükleri için fazla dokunmadılar, bizim ne olduğumuzu da tam olarak anlayamadılar, o yüzden çalışmamıza çok engel olmaya kalkışmadılar. Ankara'da olmanın getirdiği bir şansı kullandık.
T.G.: Sistem, deneyimlenmeyle ortam ele geçirmeye çalışıyor. Devlet olmadığı bir yeri, depremle ele geçirmeye çalıştı. Devlet orada yoktu, oraya giden bir kaymakam, ister korkusundan, ister tembelliğinden, hakim olmadığı bir ilçe bir mahalle bir semtte birden bire depremi yaşadı artık o da depremzedeydi. Birinci aşamada hemen, Van'ı bilen başkalarının görevlendirilmesi gerekiyordu. Devlet bir kere koordinasyonda böyle bir hata yaptı. Daha sonra yardımlarda da aynı hatayı tekrarladı. Gereksiz bir takım sebeplerle, yardımları kontrol altına almaya, askeri düzene geçmeye çalıştı. Yerelin bilgisini dahi koordinasyona sokmadı.
Birkaç gün önce Çocuk Hakları Merkezi'nin açılışını yaptınız. Böyle bir merkeze neden ihtiyaç var ve merkezle birlikte çalışmalar ne yönde etkilenecek ?
M.O.Y: Yedi yılda bir çok şey yaptık, çok parça pinçik şeyler, bunların daha organize şekilde, birbirini takip eden, düzenli program çerçevesinde yapılıyor olması lazım. Bu yüzden merkeze ihtiyaç duyduk. Rapor hazırlıyorsanız bunu her sene hazırlamanız gerekiyor, vaka takip ediyorsanız vakayı sonuna kadar takip etmeniz gerekiyor. Kurumsallaşma gereği var, çok ciddi sorunlar yaşıyor çocuklar, kurumsal olarak bunun karşısında mücadele eden sivil alanda bir güç yok. Niyetleri çok iyi olsa da güçleri yetmiyor. Biz bu gücü oluşturmak, bunun hem mali gücünü hem kurumsal gücünü yaratmak için merkezi şart olarak görüyoruz.
E.K.: Merkezin beş tane temel çalışma programı olacak. Bunlardan birincisi toplumdaki çocuk algısının değiştirmeye çalışan bir program, ikincisi çocukla ilgili ağları güçlendirmek, ama burada sadece çocuk hakları veya çocukla ilgili örgütler değil, insan hakları, kadın örgütleri, çocuğa temas eden her bileşeni ağ içerisinde güçlendirmek. Diğeri, katılımla ilgili model oluşturmak, çocuklarla çalışmaları sürdürmek ve her şekilde onu gündeme taşıyacak katılım programı. Bir diğeri, savunuculuk çalışmaları, bu özellikle meclisle lobi çalışmalarını da içeren daha güçlü bir şekilde yapılandırılacak bir program olacak. En sonuncusu da vaka takibiyle ilgili olacak.
M.O.Y: Son rapor savunuculuk çalışmalarına tekabül ediyor. "815: 2011 Çocuğun Yaşam Hakkı İhlali Raporu" Bir anlamda ortaya çıkan ihlaller ve onları izleme, izlediğimiz şeyi de kamuoyuyla paylaşma... Vaka takibi keza şu an elimizde takip ettiğimiz iki vaka var onlarla devam edecek, onu da daha kurumsal hale getirmeyi düşünüyoruz. Diğer programlar da bu yıl içerisinde kaynağını buldukça devam edecek.
"Başbakan'ın açıklaması, akıl tutulması"
Yaptığınız basın açıklamasıyla konuya temas ettiniz ama bir de sizden duymak istiyorum, Başbakan'ın "tinerci çocuk" tartışmasına nasıl yaklaşmalı ? Ne düşünüyorsunuz ?
E.K.: Çok üzücü bir durum çünkü başbakan yine çok sert kelimelerle etiketleyerek çocukların tinerci olduğunu ve bunun dinsizlikle ilişkili olduğunu ifade etti. Aslında bu, bir şekilde toplum gerçeğini görmediğini gösteriyor. Öyle ki en azından bir veya iki uçucu madde bağımlısı çocukla bir araya gelseydi, tineri üşümemek için, dilenirken utanmamak için, dışarılarda ayakta durabilmek için kullandığını hissedebilirdi, o zaman söylediğinden üzüntü duyma olasılığı olabilirdi. Öyle bir gerçek var ki Türkiye'deki çocukların bir çoğu sosyal hizmetlerden yararlanamıyor ve yararlanamadıkları için uçucu madde kullanıyor. Bunu dinle ilişkilendirmeyi, akıl tutulması olarak görüyorum.
T.G.: Londra'da tribünde iki seyirci kavga ediyor, kavga gelişmeden, şiddet sergileyen seyirciyi alıyorlar, bakın maçtan atmıyorlar, dört dakika sonra özür dileyip özrü kabul edilmek şartıyla tekrar maç izleme hakkını iade ediyorlar. Beşiktaş Fenerbahçe maçında ise biz olayın parçası olup olmadığını bilmediğimiz çocukların gözüne 15 cm den biber gazını sıkıyoruz. Bunu yapanın ya da emri veren en tepedeki kişinin sosyal devlet bilgisi aha bu örnekteki gibidir. Başbakan'ın sosyal devlet bilgisi de bu kadar. Başbakan ayrımcılık yapıyor. Tinerci-dindar ayrımını yapıp, onları tamamen toplumun dışına itiyor. Bugün sokakta tiner kullanan çocukların başına bir iş gelirse sorumlusu Başbakandır.(MAF)