O yere göğe koyamadıkları ihracat artışının sanayiyi büyütmediğini yeni keşfetmiş televoleciler. Büyümenin refah getirmediğine yeni uyanmışlar. İthalata dayalı ihracatın birçok işletmeye havlu attırdığını, küçük üreticinin mülksüzleşip işsizler ordusuna katıldığına yeni uyanıyorlar.Günaydın televole! Günaydın!!
Oysa, bu ülkenin bağımsız iktisatçıları yıllardır izlenmekte olan IMF destekli sakat politikaların bu ülkeyi yoksullaştırdığını, büyümenin yoksullaştıran bir büyüme, ihracatın yoksullaştıran bir ihracat olduğunu, ülkenin üretim eşiğinin hızla aşındırıldığını söyleye geldiler. Ama televolecilerin borazanlığını yapan televoleci medya bu sesleri duymazdan gelirken, şimdi televolecilerin tornistanını gündeme taşımayı marifet sanıyor...
Düşük büyüme
Geçelim... Televolecilerin yeni fark ettikleri resesyon daha fazla hissedilmeye ve rakamlara yansımaya başlıyor. Pazartesi (12 Aralık) ilk 9 ayın milli gelir rakamları açıklanacak. Ama ondan önce açıklanan sanayi üretim verileri, sinyali çakıyor. Geçen yılın büyüme temposunun çok altında bir büyüme yaşanıyor.
Ne gösteriyor sanayinin nabzı?
Geçen yılın ilk dokuz ayında yüzde 11.7 olan üretim artış hızı bu yıl yüzde 4.5'te kalmış.
Yılın üçüncü üç aylık döneminde sanayi üretim artışının yüzde 4.5'te kalması, DİE'nin 12 Aralık'ta açıklayacağı bu yılın aynı dönemine ilişkin GSMH büyüme oranının da yüzde 5'in az da olsa altında kalabileceğinin sinyalini veriyor aslında.
Sanayinin omurgası sayılan imalat sanayiinde kamu kesimi üretiminin yüzde 4.2 arttığı bu yılın üçüncü üç aylık döneminde, özel sektörün üretimi yüzde 4.2 büyümüş... Toplam imalat sanayi üretim artışı ise yüzde 4.1 olarak gerçekleşmiş.
Sanayinin sürünen hali, haliyle büyümenin sürünmesi demek. Peki ne oldu o geçen yıl yüzde 10'a varan büyümesine? Ne olduğu belli. İç pazarda , ertelenmiş talep, tüketici kredileri, kredi kartı harcamaları ve tasarrufa bağlanmış birikimlerle eridi. Otomobilde, beyaz eşyada geçen yılın satışları yok.
Peki ihracat? Orada da buğday var ama dane yok!..Ne demek? İhracat artış hızı yüzde 30 larda ama imalat sanayi hızı yüzde 4!..Yani ihracat treni bizim sanayimizi çekmiyor. Türkiye ürettiğini satmıyor. Peki ne satıyor? İthal ettiğini satıyor. Sanayici örtülü tüccar oldu, haberimiz yok.
Bu nokta önemli, açalım...
İhracatın ithalat bağımlılığı
Türkiye imalat sanayiinin ihracata dönük sektörlerinin giderek artan oranlarda ithalata, ithal girdilere bağımlı hale geldiği gözleniyor. Son dört yılda Türkiye'de ithalatın yüzde 72'si, ara-mallardan ve yüzde 81'i sanayi ürünlerinden oluşuyor ve ihraç ürünleri, giderek artan oranlarda ithal girdiler yoluyla dış dünyaya katma değer aktarıyor. Başta KİT'ler olmak üzere, geçmişte Türkiye imalat sanayiine girdi üreten ve sunan üretim kolları adım adım tasfiyeye uğratıldı; ihracat artışı, kullandığı dış girdilerle aslında dış dünyanın büyümesine katkı yaparak Türkiye imalat sanayiinin büyüme hızını aşağıya çekmeye devam ediyor.
2000-2004 döneminde ihracat yılda ortalama yüzde 19 artarken, imalat sanayideki büyüme yüzde 4'ten ibaret. İhracat artışı imalat sanayiini harekete geçirememiş. Neden? İthalata dayandığı için. İthalatı tetiklemiş..
İhracat giderek artan boyutlarda ithal girdilere bağımlı hale geliyor. Böylece ihracat artışları, ulusal ekonomiye değil, Türkiye'ye girdi satan dış dünyaya bir büyüme ivmesi taşıyor.
Bu işin bedelini ise çoğunluğu KOBİ'lerden oluşan ara-mal üreticileri ve yan sanayii çekiyor.
İhracatın ithalata artan bağımlılığına katkı yapan bir politika öğesi olarak ''dahilde işleme rejimi'' adını taşıyan teşvik sistemi, ihracatın ana eksenini oluşturuyor. Bu sistem, yurtiçinde işleyerek belli bir süre içinde ihraç etmek şartıyla, sanayicilerin gümrüksüz ithalat yapmalarına imkân veriyor. Sistemin ana özelliklerinin satırbaşları şöyle: (*)
Toplam ihracatın yüzde 55'i, ''dahilde işleme rejimi'' ne girmektedir ve daha da önemlisi, bu amaçla yapılan gümrüksüz ithalatın, teşvikli ihracata oranı, zaman içinde artarak ortalamada üçte ikiyi , bazı sektörlerde yüzde 75'i geçmiştir. .
2004 yılında 63 milyar doları bulan ihracatın yüzde 53'üne yakını dahilde işlem rejimi çerçevesinde yapıldı. Bu yolla yapılan ihracat, 22 milyar dolarlık bir ithal girdi kullandı.
İhracatta katma değeri düşük sektörlerin payındaki artış dikkat çekiyor. Her 100 dolarlık sanayi ürünü ihracatı için yapılması gereken ithalat tutarı, 1996 yılında 56 dolar iken 2004 yılında 66.5 doları aştı...
TL değer kazandıkça dövizle ihraç edilen malların da, ithal malların da TL cinsinden fiyatı düşüyor. Aşırı değerli TL'nin baskısı ile ihracata dönük sanayii, kârını korumak ve ihracatı sürdürmek için yerli girdiyi düşürüp ithal girdi kullanma yolunu seçiyor. Özellikle kayıtlı istihdama sahip büyük işyerleri üretimde, yerli işgücünün yerine ithal makine, yerli ara malı yerine ithal ara malı kullanarak, maliyetlerini rekabetçi bir seviyeye çıkarmayı deniyor. Ancak bu sayede ihracat artmaya devam ediyor.
Bedel ağır
Sanayi rekabet gücünü bu şekilde korumaya zorlayan ortamın ekonomiye önemli maliyetleri var: Hızla artan ithalat, yerinde sayan reel ücretler ve artmayan istihdam...
Nitekim, ihracat için yapılan üretimde ithal girdinin payının yüzde 66.5'e kadar çıktığını ve ithalat faturasının hızla kabardığını gözlemliyoruz.
Öte yandan, birim üretim daha az istihdam ile artırılırken reel ücretlerin gerilediği gözlemleniyor. 1997 yılı baz(100) alındığında verimlilik endeksinin 2001'de 113.2 olan seviyesinden 2004'te 144.8'e kadar yükseldiğini görüyoruz.
İmalat sanayiinde üretim 2000-2004 döneminde yüzde 20 arttı ancak aynı üretim yüzde 5 daha az istihdamla gerçekleştirildi. Üretim endeksi 2000'den 2004'e yüzde 20 artış gösterirken çalışan endeksinde artış bir yana, yüzde 4.7 azalma görünüyor.
Verimlilikte sağlanan bu artışa karşılık kişi başına katma değeri yükselten ücretlilerin reel gelirlerinin gerilemiş olması da, Türkiye'nin ihracatının rekabet gücünü nereden bulduğu sorusunun yanıtını oluşturuyor: Daha az istihdam ve daha az reel ücret ile pazar bulmak... Bu arada daralan istihdamın yerini çoğu Çin, Hindistan kökenli ithal girdiler dolduruyor. Bu ''ikame'' olgusu, imalat sanayiinin tümünde emek verimliliğini artırmış görünüyor. Ancak bu, teknik ilerleme, teknolojik atılım yoluyla sağlanan dinamik, kalıcı bir verim artışı değildir. Türk ihracatçılara ucuz girdi sağlayan Asyalıların emeği, Türkiye'deki emekçilerin emeğinin yerine geçiyor. Yani istihdamı baskı altında tutarak, belli konjonktürlerde işsizlik yaratarak sağlanan çarpık, fırsatçı bir verim artışından söz ediyoruz.
Payı toplam ihracatın yüzde 55'ine ulaşan dahili işlem rejimi ile yapılan ihracatın, ihracatçı birliklerine göre dağılımı, ilk sırada metal sanayicilerinin yer aldığını, ikinci sırayı otomotivcilerin üçüncü sırayı da konfeksiyoncuların aldığını ortaya koyuyor. Kısa adı İMMİB olan İstanbul Maden ve Metal İhracatçıları Birliği. Dahili işlem rejimi ile yapılan ihracatta yüzde 34 pay sahibi. Bu kategori, tv seti ihracatçılarını da kapsıyor. Otomotiv sanayii ihracatının gerçekleştirildiği Uludağ İhracatçı Birliği ise bu tarz ihracatta yüzde 23 pay sahibi görünüyor. İstanbul Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği İTKİB'in payı ise yüzde 15. Ege İhracatçılar Birliği, dahili işlem rejimi çerçevesinde yapılan ihracatta yüzde 8 pay ile dördüncü sırada.
Dahili işlem rejimi çerçevesinde yapılan ihracatı gerçekleştiren firma türlerine bakıldığında "imalatçı"ların yüzde 50 ile ilk sırayı aldıklarını, "imalatçı-ihracatçı" tarifine girenlerin de yüzde 42.2'lik pay sahibi oldukları görülüyor. Dış ticaret sermaye şirketlerinin payının yüzde 6 dolayında kaldığı dikkat çekiyor.
100 birimlik mal ihracatı için yapılması gereken ithalat tutarı taşıt araçlarında yüzde 64.8, demir-çelikte yüzde 75.3, dokuma ve giyimde yüzde 58.3, elektronikte yüzde 77, elektrikli makinelerde yüzde 66, madeni eşyada yüzde 61.1, demir dışı metallerde yüzde 73.3 olarak gerçekleşti.
Rekabet gücü baskısı altında bunalan sanayiciler ise, bir yandan "ucuz dövize son verin'' diye ağlaşırken, emek maliyetlerini daha da aşağıya çekmeye çabalamaktalar. İmalat sanayiinde 2004'te işçi başına reel ücretler, 2000'in hâlâ yüzde 16 altındadır. 2002-2004 yıllarında çalışma saatleri arttığı için saatlik ücretler daha da fazla aşınmıştır.
Bu çarpık, ithalata bağımlı büyümeye , istihdama katkısı olmayan politikanın yerine konacak bir iktisat politikası bir kopuşu yaşamalıdır ve öncelikle, Türkiye'de ücret maliyetlerini, Asya ihracatçıları düzeyine indirme saplantısına yönelen taklitçi bir zihniyetten uzaklaşmalıdır. Türkiye, Çin'i, Hindistan'ı taklit etmemelidir.
Türkiye 70 milyon nüfusu ve azımsanmayacak bir harcama gücünün, dolayısıyla iç pazarının farkında olarak yeni bir sanayileşme, büyüme yönelimine girmeli, kur, faiz, gelir, dış ticaret, sermaye hareketleri politikalarını da bu eksen üzerinden inşa etmeli, dolayısıyla, dışa dönük ekonomik bağlantılarını da tümüyle yeni baştan oluşturmalı, yeni bir paradigma yaratmalıdır.
Fiyatları düşen sektörlerde uzmanlaşarak ihracata yönelen ekonomiler, bir ''yoksullaştırıcı büyüme'' tuzağına mahkûm olmuşlardır. Türkiye, girdilerde artan dış bağımlılık nedeniyle, daha fazla ihracatın yoksullaşmaya yol açtığı farklı bir batağa daha fazla saplanmadan yolunu değiştirmelidir. (MS/TK)
(*) EBSO'nun maddi desteği ile gerçekleştirdiğim bu araştırmamın tamamını, www.bagimsizsosyalbilimciler.org 'dan görebilirsiniz.