Beş gündür Ayvalık'taydık. Türkiye ile Yunanistan arasında Kurtuluş Savaşı sonrası gerçekleşen nüfus mübadelesini konu alan bir belgesel çekiyorduk. Mübadeleyle 1 milyon 350 bin kişi yerinden yurdundan olmuştu.
Anadolu'da yaşayan 1 milyon Rum Yunanistan'a; Ege Adaları'nda ve Selanik çevresinde yaşayan 350 bin Türk de Türkiye'ye göç etmek zorunda kalmıştı.
Midilli ve Ayvalık, mübadeleden en çok etkilenen yerleşimler arasındaydı. Ayvalık'ın nerdeyse tamamı Rum olan nüfusu Midilli'ye göçmüş; Ferhat Amca ve onun gibi birçok Midilli Türkü de Ayvalık ve çevresine yerleşmişti. Belgesel, onların hikayesini anlatacaktı: "Midilli'den Ayvalık'a Bir Mübadele Öyküsü."
"Babamın 252 zeytin ağacı, 57 tane de portakal ağacı vardı. Annemin Rum komşusu her gün bizi ziyaret ederdi. Savaş haberlerini konuşurlardı aralarında" diye devam etti Ferhat Amca. Yaşı 90'ların üzerinde olmalıydı. Eski dille yazılı "kafa kağıdının" üzerinde 1300'lü bir doğum tarihi yazılıydı; bir hafta boyunca röportaj yaptığımız birçok diğeri gibi... O günleri bizzat yaşamış bir avuç insan kalmıştı. Onların da çoğu hatıralarını çok derinlere gömmüşlerdi; sessizlik içinde yaşıyorlardı son günlerini.
Nuri Ereres ve sessizlik
İşte böyle bir sessizliğin ortasında karşılaştık, Dikili'nin Bademli köyünde yaşayan Nuri Ereres'le. En fazla kırk metrekarelik fakir bir köy evinin tam ortasında yere uzanmış, bir deri bir kemik kalmış bedenini dinlendiriyordu. Köye vardığımızda muhtarı sormuştuk önce. Nuri Amca'nın evini bilmiyorduk. Muhtar evin yerini söylemiş lakin "Nuri çok hasta, ölüm döşeğinde, sanmam ki konuşabilsin" diye eklemişti. Karşılaştığımız manzara muhtarı doğrular gibiydi.
"Her tarafım ağrıyor, ateşler içindeyim" diyordu kısık sesiyle Nuri Amca. Belli ki karısıyla paylaştığı sessizliğini uzun zamandır bozan olmamıştı. Konuştukça canlandı, önce ağrılarını, sonra Midilli'yi anlattı. Röportajın sonunda, biraz da bizim desteğimizle, ayağa kalkıp yürümeye başlayan Nuri Amca "bakın bunu da çekin" diyerek Rumca aşk türküleri söylüyordu.
Her şeye rağmen mutluluk
Ayvalık'ın, karşılıklı Rum evlerinin bulunduğu, dar sokaklarından birinde ufak bir evde yaşayan Ayşe Teyze'ye giderken aklımızda Nuri Ereres vardı. Ayşe Teyze'yi de karanlık bir sessizlik içinde bulacağımızı düşünüyorduk. Ahşap kapı açıldığındaysa bizi bir sürpriz bekliyordu. Şimdiye kadar gördüğüm en pozitif, en güleç insandı Ayşe Teyze. Minik mavi gözlerinden mutluluk yayılıyordu.
O yaşadığı her şeye iyi yönünden bakmıştı: "Sekiz yaşında Midilli'deyken hem annem hem babam öldü. Öksüz kaldım. Ama teyzemle eniştem hep el üstünde tuttular beni" dedi önce.
"Rahmetli beyim iyi adamdı. İlk doğumumda yanımda yoktu; çok hastalanıp ölümden dönmüştüm. Ama ikinciyi doğururken yedi gün yedi gece hiç uyumadan başımda bekledi. Hangi adam yapar bunu" diye devam etti. "Çocuklarım çok iyidir. Almanya'dalar şimdi. Benimle ilgilenirler hep" diyordu; yaşadığı evin mütevaziliği dediğiyle pek örtüşmese de...
Ayrılık ve acı hatıralar
Zor olmuştu tabii ki ayrılmak, göçe zorlanmak. "Biz Midilli Rumlarıyla iyi geçinirdik. Ama sonradan Girit'ten Rum çeteciler geldi.Onlar dağıttı düzeni. Allah Mustafa Kemal Paşa'dan razı olsun bizi buralara getirtti. Gelmeseymişiz keseceklermiş bizi. Bir Rum arkadaşı babama, Midilli Kalesi'nde, Rum çetecilerin bizi kesmek için sakladıkları silahları göstermiş" diyordu Ferhat Amca.
Tüm mallarını bırakıp gelmişlerdi. Gemiler binerken Rum çeteciler üslerini arar, para bulurlarsa el koyarlarmış. Ferhat Amca'nın babası parasını, altınlarını sevdiği bir Rum balıkçıya emanet etmiş. Daha sonraları bir gün, bu Rum balıkçı gizlice Ayvalık'a gelip, Ferhat Amca'nın babasına geri vermiş parasını.
Zeytinli'de karşılaştığımız 90'larındaki Ekrem Amca, Rumların da çok acı çektiğini ifade ediyordu. Yanımızda bulunan hanımlardan çekinerek kulağımıza doğru eğilip "Rumlar kaçmak için aileleriyle sahilde beklerlermiş. Bizim çeteciler bir akşam kafayı çekip basmışlar sahili, tecavüz etmişler kadına kıza" diyordu, yaşananlardan utanan bir yüz ifadesiyle.
Çekimler biterken
40'ı aşkın kişiyle konuştuk, 600 dakikadan fazla kayıt yaptık bir hafta boyunca. Birinci kuşak mübadillerle olduğu kadar, o günleri annelerinden, dedelerinden dinleyenlerle de konuştuk.
"Dedemler Midilli'nin önde gelenlerindenmiş; çok zenginlermiş" diye söze başladı, neredeyse konuşanların tümü. Belli ki öyle hatırlamak istiyorlardı geçmişi. Gün batarken, dağlarını dolduran zeytin ağaçlarından yansıyan ışığıyla "gümüş adadaydı" Midilli onlar için.
Son günüydü çekimlerin. Babası Midilli'den gelmiş olan Turan Ağabey'le konuşuyorduk deniz kenarında... "Limana inen evlere koşmuş. İsteyen istediği Rum evini almış. Cama perdeyi astın mı, odaya bohçayı koydun mu tamam o ev senin olmuş" diyordu 60'ına yaklaşan Turan Ağabey.
Sohbet sonlandı ve kamera durdu; yüzümüzü gümüş adaya çevirdik. Geçmişte yaşananları düşünmeye, başlamıştık. Kulağımızda Nuri Amca'nın Rumca aşk türküleri çınlanıyordu ki megafonlardan yükselen İstiklal Marşı bize Türkiye'de olduğumuzu hatırlattı.
Tam "n'oluyor" şaşkınlığı içindeyken herkesin ayağa kalktığını fark edince doğal olarak biz de saygı duruşuna geçtik. Daha sonra açıkladılar: "Efendim Ayvalık Belediye Başkanı böyle ister. Her Cuma ve Pazartesi tüm Ayvalık'ta bayrak töreni yapılır." Ayvalık Belediye Başkanı Ahmet Tüfekçi... Eski MHP'li, Türkeş öldükten sonra MHP'den ayrılıp bağımsız olan Ahmet Tüfekçi... Kendisi de mübadil bir ailenin çocuğu olan, "Midilli'ye elbet bir gün Türk bayrağını dikeceğiz" diyen Belediye Başkanı...
Burası Türkiye, geçmişiyle, bugünüyle, insanıyla, yazılacak çok şeyi olan bir ülke... (NU)