TIKLAYIN- Gültan Kışanak Yarım Kalan Belediyeciliğini Anlattı
Oysa, tam 84 yıl önce, 1934’de Anayasa ve Seçim Kanunu’nda yapılan yasa değişikliği ile kadınların ilk kez oy kullanmasının ve aday olabilmesinin önü açıldı.
Kışanak da seçilmiş bir belediye başkanı ancak, 25 Ekim 2016 günü gözaltına alındığından beri iki yılı aşkındır özgürlüğünden mahrum.
Sadece Kışanak değil bugün Türkiye’de seçilme hakkını kullanan Halkların Demokratik Partisi (HDP) milletvekili Leyla Güven ve yine Demorkatik Bölgeler Partisi'nden en az 13 belediye başkanı tutuklu.
Eski Diyarbakır Büyükşehir Eş Belediye Başkanı Gültan Kışanak tutuklu olduğu Kandıra Cezaevi’nden cezaevi süreci, yerel seçimler ve kadın mücadelesi üzerine sorduğumuz soruları yanıtladı.
TIKLAYIN - Gültan Kışanak kimdir?
İki yılı aşkın bir zamandır cezaevinde tutuluyorsunuz. Tepkiniz nedir?
Hukuk, adalet, yargı bağımsızlığı, adil yargılanma, özgürlük, temel inşa hakları gibi kavramların geçerliliğini yitirdiği bir süreçte yaşıyoruz.
İki yılı aşkın bir süredir tutukluyum. Telaşla açılmış bir dava var ama, ortada adil bir yargılama yok. Sanki Diyarbakır’da yüzlerce siyasi dava görülmüyormuş gibi, güvenlik gerekçesiyle davayı Malatya’ya sürdüler, beni Kocaeli Cezaevi’ne koydular. Hiçbir duruşmaya götürülmedim. Aralık ayının 17’sinde bir duruşmam daha var, belki de karar verecekler ama hala mahkeme benim yüzümü görmüş değil.
Teknoloji ancak bu kadar kötüye kullanılabilir. Mahkeme salonlarına ve cezaevlerine görüntü ve ses aktaran kamera sistemleri kurmuşlar, cezaevindeki iki metre karelik SEGBİS hücrelerinde kamera karşısında savunma yapmaya zorluyorlar insanları. Bu adil yargılanma imkanın tamamen ortadan kaldıran bir uygulamadır. SEGBİS’i kabul etmedim, etmeyeceğim.
"Demokrasi güçleri barışa katkı sunacak pozisyon almalı"
Gültan Kışanak, Figen Yüksekdağ ve Ayla Ata Akad Kandıra F Tipi Cezaevi'nde. (30 Ekim 2016) |
Peki, tutuklandığınız dönemden bugüne kadar değişen politik konjoktürü nasıl değerlendiriyorsunuz?
İçinde bulunduğumuz süreç, hem iç hem de dış konjonktür açışından son derece kritik. Dünya genelinde kapitalist ekonomide yeni bir daralma ve hegamonik güçler arasındaki rekabet nedeniyle yeni bölüşüm stratejilerinin devreye girmesi ve küresel siyasette sağa kayma gibi son derece kritik bir dış konjonktür var.
1991 Körfez Savaşı’ndan bu yana sürekli savaş mekânı haline getirilen Ortadoğu’nun önemli ülkelerinden biri olan Türkiye de hegamonik güç merkezlerinin çekim alanı İçerisinde. AKP iktidarı da ülke dış politikasını, parti İdeolojisine ve Osmanlı nostaljisine göre belirliyor, iç politika malzemesi yapmaktan çekinmiyor. ABD'nin İran hamlesi, ekonomik yaptırımların ötesine geçer ve olası bir operasyona dönüşürse bu İktidarın, Suriye'de izlenen yanlış dış politikanın bir adım daha ötesine geçerek doğrudan müdahil olma ihtimali son derece yüksektir.
Bu durumun sonu, bir felaketle sonuçlanmadan, tüm demokrasi güçlerinin hem iç barışa hem de bölgesel barışa katkı sunacak bir pozisyon alması gerekiyor.
Muhalefete ne gibi görevler düşüyor?
Sürekli iç ve dış düşman söylemlerinin arkasına sığınarak yarattığı 'beka sorunu' AKP iktidarının can simidi gibidir. "Ben gidersem memleket elden gider” algısı yaratarak, toplumu kendi iktidarı etrafında saf tutmaya davet eden bu iktidarın karşısına onun argümanları ile çıkılamaz.
Ne yazık ki muhalefet partileri de yaratılan aşın milliyetçi tabandan oy alma kaygısı ile hareket ettikleri için, Türkiye'de siyaset her geçen gün biraz daha sağa kaymaktadır. Başta CHP olmak üzere muhalefet partileri, toplumun karşısına 'sorunlarımızı demokratik kriterlerle ve barışçıl yallarla da çözebiliriz' iddiasıyla çıkmadıkları sürece, siyaset sağa kaymaya devam edecektir. AKP'nin karşısında sosyal demokrat bir alternatif olarak çıkmayı başaramayan CHP, seçimlerde sağdan adaylar göstererek yüzde 22'lere düşmüş oy oranını korumaya çalışıyor.
Bu duruma düşmesinin nedeni, kendi tabanını da giderek milliyetçi bir zemine çeken siyasi söylemleridir. CHP Kürt sorununa, AKP penceresinden baktığı sürece, sağa kaymaktan kurtulamayacaktır. Sağa kaymış bir sosyal demokrat partinin de siyaset yelpazesindeki yeri giderek küçülür.
Seçim süreçleri partiler İçin toplumla buluşma, kendi siyasi programlarını halka anlatma ve kendi politikalarına taraftar kazanma yarışından çıkmış; yüzde elli de bloke olmuş milliyetçi, dinci tabandan oy kapma yarışına dönüşmüş durumda. Bu tam bir kısır döngüdür. MHP, İYİ Parti’yi, İYİ Parti de CHP'yi daha sağa çekiyor.
"Muhalaefet partileri AKP tuzağına düşmemeli"
Muhalefet şuanki yaklaşımı ile başarılı olabilir mi?
Referandumda yürütülen Hayır Kampanya’sının gücü ortaya çıkınca; iktidar hayır kampanyasını kendi içinde bir arada duramaz hale getirmeyi temel politika olarak belirledi. En kolay yol olarak da HDP'yi 'terörize' etmeyi seçti. Muhalefet partileri bu tuzağa düşmemeli. Önümüzdeki seçimler, muhalefetin bu girdaptan çıkması için iyi bir fırsat olabilir. Resmi ittifak yapılıp yapılmaması teknik bir konudur, bu konuda neler yapılabilir veya zorlukları nelerdir bilemiyorum. Ama muhalefet partilerinin, bu ülkenin yurttaşlarından altı milyon oy almış, mecliste temsil edilen muhalefet partileri arasında son derece özgün bir yeri olan HDP'yi dışlayan, ötekileştiren, hele hele terörize eden bir dil kullanarak, AKP'ye karşı başarılı olma ihtimalleri yoktur.
Nasıl başarılı olur?
Muhalefet HDP’yi de kapsayan bir strateji geliştirebilirse, halkın buna olumlu bir karşılık vereceğine inanıyorum. HDP'nin de kayyum siyasetine karşı güçlü bir kampanya yürütmesi ve halkın iradesini yeniden belediyelerde hakim kılacak bir sonuç alınası tarihi bir sorumluluktur. Diğer muhalefet partileri de 'kayyum' zihniyetin güçlü bir ders verilmezse, yarın tüm yerel yönetimlerin kayyum tehdidi altında olacağını bilmeleri gerekir.
Kayyum atanan belediyelerde Sayıştay yolsuzluk tespit etti buna yönelik tepkiniz nedir?
Hiç şaşırmadım. Zira kayyum atamalarının bir nedeni demokratik siyaseti ortadan kaldırmak, halkın iradesine kelepçe vurmaksa, bir nedeni de ranttı. Seçim yoluyla ele geçiremedikleri belediyelerdeki kamu kaynaklarına göz dikmişlerdi. Demokratik, katılımcı, şeffaf, halk belediyeciliğini temsil eden siyasi geleneğin, görev geldiği tüm belediyelerde geçmişin ağır borçları ödenmiş, yolsuzluk ve usulsüzlükler tamamen ortadan kaldırılmış; kararlarını halkla birlikte alan, hesabını da halka veren bir yerel yönetim anlayışı geliştirilmişti. Bizim şahsımızda hedef alınan bu anlayıştı. Bizleri tutuklayıp, olağanüstü yetkilerle donattıkları kayyumları göreve getirerek, eskiye dönmek istediler.
İki yıl içerisinde belediyelerde ağır tahribatlar yarattıklarını düşünüyorum.
Kayyum atanan belediyelerde, Sayıştay denetimleri sırasında ortaya çıkan yolsuzluk ve usulsüzlükler, gerçek durumun yüzde biri bile değildir.
Neden bu durum yansımıyor?
İki nedenle gerçek durumu tam olarak yansıtmıyor. Birincisi Sayıştay denetimi ilçe belediyelerin tüm iş ve işlemlerini denetlenmiyor. Sayıştay müfettişleri, rast gele ya da bir eksiklik olduğunu tahmin ettikleri bir kaç dosyayı denetleyip raporlarım yazıyorlar. Bunlar tam incelense daha fazla hak ihlali ortaya çıkacaktır.
İkincisi de bu iktidar döneminde Sayıştay'ın "yerindelik denetimi" yetkisi kaldırıldı. Yani yapılan harcamanın gerekli olup olmadığına, beklenen faydayı sağlayıp sağlamadığına bakamıyor Sayıştay. Örneğin belediyeye ait emlaklarda (arsa, bina vs) bir azalma söz konusu mu değil mi? Satılmışsa kime satılmış, niye satılmış, o arsaya belediyenin ihtiyacı var mı yok mu? Bunlara Sayıştay bakamıyor. Sadece şuna bakabiliyor, satılırken prosedüre uyulmuş mu'? Evrakları tamam mı? Kayıtlar tutulmuş mu? Yerindelik/uygunluk/fayda denetimi yapılmadığı için Sayıştay denetimlerinde ancak çok aleni yolsuzluk ve usulsüzlükler ortaya çıkıyor. Gerçek durum anlaşılamıyor.
"Kayyum belediyelerinde denetim yok"
Bilinmeme olasılığı yüksek mi sizce?
Kayyum belediyeleri tam bir kara kutu. Kimse, belediyenin ne yaptığından hiç bir şekilde haberdar olamıyor. Çünkü kayyumla birlikte, belediye meclislerinin de kapısına kilit vuruldu. Tüm kararlar, kayyum ve beraberinde getirdiği bir kaç memur tarafından alınıyor. Kararlar halka duyurulmuyor. Kayyum belediyelerinde, tüm denetim mekanizmaları ortadan kaldırıldı. Kayyum krallığı kuruldu.
Ne halk kamuoyuna denetimi, ne Belediye Meclisi denetimi, ne de dış denetim var. Oysa Belediye Kanunu’na göre, her yıl Ocak ayında, Belediye Meclisi’nde grubu bulunan tüm siyasi partilerin temsil edildiği bir Meclis Denetim Komisyonu kurulur, bu komisyon bir ay boyunca belediyenin tüm iş ve işlemlerini denetleyerek bir rapor hazırlar.
Bu denetimde tespit edilen usulsüzlükler ve yolsuzluklar için Savcılığa suç duyurusunda bulunulur. Ayrıca bu rapor, belediye meclisine sunulur. Belediye başkanı gelip meclise hesap verir, yıllık faaliyet raporunu sunar, Meclis, başkanın sunduğu faaliyet raporunu onaylamazsa, başkanın görevi düşer, belediye kanununda açıkça yazan bu denetim mekanizması, kayyum kararnamesi ile birlikte tamamen ortadan kaldırıldı.
Bu anlattığım nedenlerle, kayyum atanan belediyelerdeki gerçek durum seçimlerden sonra ortaya çıkacak. Halkın seçtiği eş başkanların ve meclis üyelerinin ilk görevi, kayyum dönemine ilişkin ayrıntılı bir denetim başlatmak olmalıdır. Belediyelere ait tüm taşınır-taşınmaz mal varlıkları tek tek kontrol edilmeli. İhaleler tek tek İncelenmeli. İmar değişikliklerinin tamamı gözden geçirilmeli.
"Kadın adaylara güvenim tam"
GeIecek dönem cezaevinden aday olacak mısınız?
İdeallerim, yaşam felsefem, ilkelerim, geleceğe dair umutlarım, hayallerim konusunda cezaevinde olmamın hiç bir olumsuz etkisi olmadığını özellikle vurgulamak istiyorum. Bu açıdan baktığımızda milletvekilliği, belediye eş başkanlığı, benim mücadele hayatımın belli bir döneminde halkın verdiği temsiliyet görevleriydi. O dönem, bu güvene layık olabilmek için elimden geleni yaptım. Kayyumla halkın iradesini gasp ederek beni cezaevine koydular. Şimdi benim önceliğim, halkın iradesine yönelik bu saldırıya karşı, onurlu bir duruş sergileyerek, cezaevinde de olsam halkın umutlarına umut katabilmektir. Aktif siyaseti dışarıda güçlü bir şekilde yürütecek, yerelde halkın vereceği temsiliyet görevlerini layıkıyla yerine getirebilecek kadın arkadaşlarımız var. Tüm siyasi mücadele deneyimlerimle, aday olacak arkadaşlarımın yanında olacağımı belirtiyor, kadınlara güvendiğimi özellikle vurgulamak istiyorum. Aday olmayacağımı net bir dille ifade ediyor, bu bayrağı devralacak arkadaşlarımıza şimdiden başarılar diliyorum.
Yerel seçimlere dair bir mesajınız var mı?
Yerel yönetimler halka en yakın yönetim birimidir ve demokrasinin beşiğidir. Hele ki bu kadar ağır siyasi ve ekonomik sorunların yaşandığı bir dönemde halkın, yerel yönetimlerde İnisiyatif alarak bu otoriter gidişatı sınırlayacağına, hatta durduracağına inanıyorum. Bu fırsat hiç bir gerekçeyle heba edilmemeli. Halk siyasi partilerin de önüne geçerek, demokratik yerel muhalefeti, ortak bir zeminde buluşturacak iradeyi göstermelidir.
Siyasi partiler kaygılı yaklaşarak, muhalefetin hareket alanlarım daraltıyorlar. Ama yerelde, mahallelerimizde yan yana yaşayan, farklı kimlik ve inançlara sahip insanların seçim sandığında da ortak bir tutum alması; AKP iktidarının köşeye sıkıştırmaya çalıştığı muhalefet partilerine de bir nefes aldıracaktır. Batıdaki birçok il ve ilçe beledisinde, HDP'yi dışlayarak, iktidara karşı güçlü bir sonuç elde etmenin mümkün olmadığı rakamsal olarak ortada bir realite olarak durmaktadır. Mahallemizi, sokağımızı, parklarımızı paylaştığımız komşularımızla yana yana gelerek siyasetin ayrıştıran, kutuplaştıran, karşıtlaştıran diline bir dur diyebilmeliyiz. Biliyorum bu söylemler, siyasetin hoyrat/eril karakteri yanında çok naif kalıyor.
Kadınlara ne söylemek istersiniz?
Ama halk olarak bu gidişata dur demezsek, mevcut siyasi söylemler, bizi daha çok yoksulluğa ve ölüme mahkum eder. Kürtler seçmenlerin de bu genel demokratik duruşun yanı sıra, kendilerine reva görülen 'kayyum' zihniyetine, tarihi bir ders vereceğine inanıyorum. Hukuken kendi iradesi olmayan, kendi kendini idare etmekten aciz kişi ya da kurumlara 'kayyum' atanır. Ya da 'sen kendi kendini yönetmeye layık değilsin, sen kölesin, ben de senin efendin olarak, seni yönetmek, kontroI etmek için bir memur başına dikiyorum' demektir. Bu zihniyet Kürt halkına bir hakarettir. Halkın bu hakareti kabul etmeyeceğine, her şeyi bir kenara bırakarak, onuruna sahip çıkacağına inanmıyorum.
Kadınlara da özel bir çağrım olacak. Bize ya evdeki hapishane ya da devletin hapishanesi dışında bir yaşam alternatifi bırakmayan bu otoriter, kadın düşmanı gidişata dur diyebilecek gücümüz var. Yeter ki bu potansiyeli harekete geçirebilecek bir program ve çalışma ile alanlara çıkalım. Tüm mahallelerimizi, sokaklarımızı kadın rengiyle donatacak, güçlü bir kampanya ile kadın iradesini açığa çıkartacak bir çalışma yürütmeliyiz. Eş başkanlık ve eşit temsil iddiamızı en güçlü şekilde sahiplenerek, kadın iradesini yerel demokrasinin temeli haline getirebiliriz. (EMK)
* Manşet fotoğrafı: Hayri Demir Arşivi