Çünkü onlar da yüreklerini şarkılarının, şarkılarını ise hayatlarının orta yerine koyan iki kadın. Tıpkı Ümmü Gülsüm, Edith Piaf ve Amalia Rodrigues gibi...
1986 yılı. Serin bir ekim gecesi. Antalya Havalimanı'nda saatler geceyarısını çoktan geçmişti. Portekiz'den beklenen konuk nihayet geldi. İlerlemiş yaşına rağmen gazetecilerin basın toplantısı yapılması konusundaki isteğini geri çevirmedi.
Ard arda sorulan sorular ve yanıtlar... Derken bir soru: 'Sesinizi bunca yıl nasıl korudunuz?' Yanıt kısa ama çarpıcıydı: 'Sesim beni korudu.'
Amalia Rodrigues, ertesi gece Aspendos'ta Leman Sam ve Sezen Aksu'dan sonra soğuktan neredeyse boşalmış tiyatroda fadolarını söylemeye başladı.
Ne giderek sayıları azalan seyirciler, ne serin hava, onun gözlerindeki parıltıyı azaltmamıştı. Sahnede bir anıt gibi duruyordu, gözleri parlayan bir anıt.. O sanki dünyaya şarkı söylemek için gelmişti. Şarkı söylüyordu...
79 yaşındayken 1999'da yitirdiğimiz Amalia, Akdeniz'de yaşayan üç büyük sesin sonuncusuydu. Bütün hayatlarını şarkılarının arkasına koyan üç kadındı onlar: Ümmü Gülsüm, Edith Piaf ve Amalia Rodrigues.
Hüzün, deniz, aşklar, tutkular ve acılar ortak paydalarıydı. Brezilya veya Cabo Verde doğumlu olan Fado, belki bir denizcinin dilinde taşınmıştı Lizbon'a.. Fadoları en güzel söyleyen Amalia da denizin, hüznün ve diktatörlüğün ezdiği bir dönemin acılarını yaşamıştı, acılarla beslemişti şarkılarını bir başka deyişle.
Onun kocaman ve tutkulu yüreği ola ola bir krala aşık oldu. İtalya Kralı Umberto da ona âşıktı doğal olarak. Sahneye çıkarken taktığı o üç sıra üzüm büyüklüğündeki elmaslar aşklarının simgesiydi. Devrimden sonra onu faşistlerle gönül birliği yapmakla suçladılar ama o devrimin şarkısını söyleyerek verdi cevabını... Fado'nun simgesiydi.
Arap dünyasının sesi
Aynı dönemde bütün Arap dünyası perşembe gecelerini beklerdi. Fas'tan Filipinler'e kadar bütün zamanların en büyük Müslüman sesiydi, 1910 doğumlu Ümmü Gülsüm.
Kuran eğitiminde babası sesinin güzelliğini fark etmişti. Kadınların sahneye asla çıkamadığı o yılların Mısır'ında kimse onu şarkı söylemekten alıkoyamadı.
Yıllarca erkek kılığında çıktı sahneye. Ama bir süre sonra kadın olduğunu gözlerden saklamak olanaksız hale geldi.
Sesi onu, tutucu Araplara bile kabul ettirmişti. Ümmü Gülsüm, sahneye elinde bir mendille çıkıyordu.
Mendili onun bayrağı, simgesi ve sığınağı oldu. Perşembe geceleri radyoda programı başladığında hayat duruyordu.
Tıpkı 1975 yılında öldüğünde Mısır Radyosu'nun arkasından Kuran okuttuğunda olduğu gibi. Bu yalnızca devlet başkanlarına yapılırdı.
Kaldırım serçesi
Fransızların Kaldırım Serçesi Edith Piaf da bir başka hüzünlü öyküyle, 1915 yılında Paris'te bir kaldırımın üstünde dünyaya gözlerini açtı.
Ama bu gözler üç yıl sonra kör oldu. Yedi yaşında yeniden ışığa kavuşan Piaf, bunu Azize Teresa'nın mucizesine bağladı.
Yıllarca sokak sanatçısı olarak Paris sokaklarında kelimenin tam anlamı ile sürttü. Felaketler yakasını hiç bırakmadı.
Onun da sığınağı yalnızca müzikti. Bir süre sonra kazandığı paraları babasıyla paylaşmak istemediği için üvey kardeşi ile çalışmaya başladı. Bu sırada Gerny's gece kulübünün sahibi Louis Lepleée keşfetti.
Ancak Lepleee öldürülünce şüpheler Kaldırım Serçesi'nin üzerinde toplandı. Paris onu reddetti ve kasabalarda şarkı söylemek zorunda kaldı. Uzun ve acılı günler yine başlamıştı.Yeni sevgilisi 1937'de onu yeniden ünlü kulüplere kabul ettirdi. Artık şöhreti perçinlenmişti.
İkinci dünya savaşından sonra genç bir yetenek olan Yves Montand'ı keşfetti. Ama şöhret aralarını bozmuştu.
1946'da ünlü şarkısı La vie en Rose'un plağını çıkardı. Sezen Aksu ile inanılmaz bir paralellik çizen bir uçak kazasında sevgilisi Marcel Cerdan'ı yitiren Piaf için bu olay bir dönüm noktasıydı. Piaf bu kez kendisi bir trafik kazası geçirdi. Tedavi sırasında morfinman oldu.
Morfinden kurtulmak için geçirdiği tedavi sonuç verdi ama bu kez de alkolün pençesine düştü. Karaciğeri giderek kötülüyordu. 1952'de şarkıcı ve besteci Jacpues Pilss ile evlendi. Acılar ve fırtınalı günler yaratıcılığını etkilemiyor aksine besliyordu. Bütün gerçek sanatçılar gibi...
Amerika turnesinde kanser olduğu ortaya çıktı. Ama bu onun 1962'de son kez evlenmesine engel olamadı.
Yine bir başka aşkta, ölümsüz aşkı arıyordu. Tıpkı bütün hayatını bir aşk aramakla geçirmiş onu bulamadığı için birçok aşklar bulmuş diğerleri gibi. 1963'te hayata gözlerini yumdu.
Ege'nin şarkıları
Depremden sonra Türk-Yunan ilişkileri sanki sihirli değnek (!) değmiş gibi düzelince müzikseverler için de gün doğdu. Sezen Aksu ile onun Yunanistan'daki karşılığı Haris Alexiou, Lütfi Kırdar'da ilk kez birlikte sahne aldılar.
Her ne kadar Yunanistan'da Maria Farandouri, Türkiye'de Nilüfer, Sertab Erener ve Zerrin Özer gibi olağanüstü sesler varsa da Sezen ile Haris'i, Akdeniz'in değilse bile Ege'nin simge sesleri haline getiren, bu iki kadının tutkuları, acıları ve şarkılarıdır.
Bizim Minik Serçe'den farklı bir ses rengine sahip Haris Alexiou, Ayvalıklı bir ailenin çocuğudur. Aynanın karşısından hiç ayrılmadığı için annesinin Türkçe 'ayna güzeli' diye seslendiği Harula, Lozan anlaşmasıyla 1923'te göç eden ailesi ve binlerce Rum gibi yüreğinde ve kulağında Anadolu ezgilerini taşıyordu.
Yunan Halk müziği (dimotika) ile İzmirli Rumların müziği (smirnika) karışımından çıkan rembetikoları Harula da söylemeye başladı.
1972'de Mikra Asia (Küçük Asya) isimli ilk albümünü çıkardı. Bu yumuşak ve ılık ses daha ilk albümünden efsane olacağının işaretlerini vermişti.1974'te Kalimera Helie geldi. Bu albümlerde koyu bir Rembetiko ağırlığı vardı.
Rembetika nasıl Anadolu-Yunan senteziyse, Haris Alexiou da aynı sentezin ürünüydü. Yani o bu şarkılarda, kendisini oluşturan sentezin şarkılarını söylüyordu, kendisini söylüyordu.
Rembetikonun en iyi yorumcusuydu artık. Poios Xerei albümü ve bu albümde yer alan Dimitroula 1970'lerin en popüler şarkısı oluverdi.
Aynı sıralarda Ege'nin karşı yakasında Türk Müziği eğitimi gören İzmirli Sezen Aksu'nun şöhret yılları, Yaşanmamış Yıllar isimli ikinci 45'liği ile başlıyordu. Olmaz Olsun 45'liği ile şöhret yolu ortaya çıktı Sezen Aksu için.
İçinde, Olmaz İlaç, Silemezler Gönlümden, Karam gibi şarkılar olan albümünde ise asıl çıkışını Kaybolan Yıllar ile yapıyordu. Bu Türk Pop Müziği'nde artık silinmeyecek bir tarzın da habercisiydi. Sezen tarzını belirlemeye başlamıştı.
Hüzün hiç bu kadar yakışmamıştı kimseye... 80'ler bu iki sanatçı için de değişim yıllarıydı. Haris stüdyolarda genç müzisyenlerle tanışıyor ve Rembetiko geleneğini, modern müzikle yoğurup seslendiriyordu.
Bu arada Hacıdakis gibi bir devle birlikte çalışma olanağı da onu beslemişti. Orkestranın önemini kavramış ve en iyilerle çalışmaya başlamıştı. Artık o da Sezen gibi kendi şarkılarını yazmaya başlıyor ve yüreğinin şarkılarını söylüyordu.
Sezen TRT'de denetime takılıyor
1979'da Ağlamak Güzeldir albümünü yapan Sezen Aksu, Firuze albümüyle oldukça eleştiriliyordu. Bu arada Sezen Aksu, müzikallerle uğraşmaya başladı. Ama onun yüzünü güldüren,1984'teki Sen Ağlama albümü oldu. Bu şarkılar TRT'nin denetiminden geçememişti ama yüreklerde yerini bulmuştu.
Aşklarını ve acılarını şarkılarına dönüştürmek onu olgunlaştırmaya, olgunluk ise aşklarını ve acılarını daha derin yaşamaya koşturuyordu. Hep Deli Kız'dı o ve akıllanmayacaktı. Zaten, hayat da onun akıllanmasına hiç izin vermedi. Git albümündeki (1986) 'Değer mi' parçasıyla yine pop müzik dünyasını sarstı.
Sezen Aksu'nun 1988 albümü ise biten bir on yılın aşk dökümü gibiydi. Ülke 12 Eylül'ün acısını unutmaya başlamıştı, Sezen de aşklarını. 1991 yılında Gülümse diyen Sezen'in sesi 'Hadi Bakalım' ile Avrupa'da da ilk kez duyuldu.
Aynı yıllarda Haris Alexiou İtalyan şarkıcı ve besteci Paolo Conti ile çalışmaya başladı. Anni (Yıllar) şarkısı hemen zirvedeki yerini aldı.
1992 yılında Polygram ile çalışmaya başlayan Haris artık sesini çok daha iyi kullanmaya başlamış ve performansının doruklarına çıkmıştı. Amerika'dan Japonya'ya kadar yüz konser verdi ve Polygram'ın da desteği ile bir dünya starı oldu.
1994'teki 'Ei' albümü ile olağanüstü tırmanışını sürdürdü. Tutkular, acılar, aşklar vardı müziğinde. 1995'teki 'Odos Nefelis'88' albümünün bütün şarkılarını ve sözlerini kendisini yazdı.
Bu sözler 'kendi yaşamını, yani çok kişi tarafından sevilmiş bir kadının yaşamını' anlatıyordu. Her insan değişik ölçülerde duygusal olabilirdi ama bu duygularını eserlerine yansıtabilenler büyük sanatçılardı. Haris bu albümüne bütün duygularını koymuştu.
Albüm, Charles Cros Akademi tarafından her yıl büyük sanatçılara verilen Prix Adami ödülüyle taçlandırıldı. Bembeyaz bir albüm kapağıydı "Odos Nefelis'88'inki. Huzur arayışının sanki simgesiydi bu kapak, ama hayatını coşkuları üzerine kurmuş bir sanatçı için bu ne kadar sürebilirdi?
Deli kızın türküsü
Sezen de Haris gibi çalkantılı hayatını zaman zaman düzene sokmak istiyor, ama düzen kurulduktan sonra rahat batıyordu. Yeni aşklar, aşktan ve evliliklerden boşanmalar..
Deli Kızın Türküsü'yle 1993'te popüler olmayan, ama Küçüğüm, Masum Değiliz, Dua ve Kalbim Ege'de Kaldı gibi olağanüstü şarkıların bulunduğu bir albüme imza atan Sezen Aksu da Harula gibi genç yeteneklerle müziğine yeni kapılar açıyordu. Uzay Heparı bu genç yeteneklerin en iyisiydi.
Bütün ölümler erkendi ama Uzay'ınki çok erkendi. Tutkuları onu Sezen'le buluşturdu, tutkuları onu ölüme götürdü. Onun ölümü Sezen'in ruhunda hiç onarılmayacak bir yara açmıştı. Edith Piaf gibi, Ümmü Gülsüm gibi, Amalia Rodrigues gibi artık onun da hep kanayan bir fotoğraf albümü olacaktı...
Onno Tunç ve Atilla Özdemiroğlu'nun olağanüstü çalışması Işık Doğudan Yükselir albümü böyle bir ortamda geldi. Bu belki de Sezen'in müzikalitesi en yüksek ve en başarılı albümüydü.
Harula'nın yerelden evrensele giden başarılı çizgisini Sezen bu kez tam anlamıyla yakalamıştı. Acılarını, sanatına, şarkılarına aktarmayı başarmıştı. Ama albüm piyasada ilgi göremedi. Sonra bir başka acıyla daha sarsıldı Minik Serçe. Onno Tunç uçağıyla uçup gitti ve bir daha hiç dönmedi. Tıpkı Piaf'ın sevgilisi Marcel Cerdan gibi.
Sezen de bütün hayatını şarkılarının arkasına koyan üç kadına katılmıştı artık. Ümmü Gülsüm, Edith Piaf ve Amalia Rodrigues. Hüzün, deniz, aşklar, tutkular ve acılar ortak paydalarıydı. Belki de onları İzmirli şair Erdoğan Çokduru'nun şu dizeleri anlatıyordu.
Sen belki bir şarkısın rüzgarların getirdiği
Belki de bir rüzgarsın şarkı söyleyen
Türkiye Haris'le tanışıyor
Haris Alexiou, 1996 yılında Loreena McKennitt'in ünlü şarkısını Rumca söylediği "To Tango tis Nefelis" ile bir anda yine liste başına oturdu. Dünya etrafında tur anlamına gelen Gyrizonta ton Kosmo 92-96 albümü ilk kez Türkiye de satılmaya başlandı. Bu albüm bütün dünyada popüler oldu.
Aslında Türkiye onun şarkılarını Sezen Aksu, Yeni Türkü gibi gruplardan Beni Yak, Telli Telli, Olmasa Mektubun gibi şarkılarından biliyordu. Ama bu kez ünlü şarkıları ile kendi sesinden Türk dinleyicisiyle buluşmuştu.
Harula, 1997'de Ena Fili tou Kosmou ile ortalığı sarsarken, 1998'de aralarında Manu Katche, Yiannis Spathas ve Arto Tunç Boyacıyan (Onno Tunç'un kardeşi) gibi dünya çapında isimlerle müzik kariyerinde olağanüstü olarak nitelendirilebilecek albümlerinden birini daha çıkardı.
Yunanistan'da çok iyi sanatçılar olduğu bir gerçektir. Bunlardan yalnızca birinin Olimpos'ta tanrılarla birlikte oturduğu söylenir: Haris Alexiou.
Sezen Aksu ise, 1996'da Onno'ya (Tunç) ithafen yaptığı Düş Bahçeleri'nde vokalistlerine verdiği şarkıları bir araya toplayarak kendi yorumunun ne kadar farklı olduğunu ve şarkılarına yüreğini koyduğunu, bir tutku kadını olduğunu ispatladı. Yalnızlığım şarkısı Sezen'in sesinden bambaşkadır..
1997 yılındaki Düğün ve Cenaze albümünde Goran Bregoviç'le çalıştı. Besteleri olağanüstü olan bu albümde Sezen'in sesindeki sıkıntı, onun fanatiklerini üzüyordu. Pek çoklarına göre albüm başarısızdı.
Röportajlarında 'artık sevmediğim, piyasa şarkıları söylememek lüksüne sahibim' diyen Sezen Aksu, Adı Bende Saklı albümünde eski şarkılarına dönüş yaptı. İstanbul'da dün gece aynı sahnede birlikte yer aldı Sezen ve Haris.
Ege'nin her iki yakasının şarkılarıyla dinleyicileri coşturan bu iki kadın bize ne denli çok ortak yanlarımız olduğunu bir kez daha anımsattılar. Şarkılarındaki aşkı, sevinci, acıyı, mutsuzluğu ve mutlulukları birlikte yaşadık.
Müzik Ege'yi, her iki toplumu birleştiren bir denize dönüştürdü dün akşam. Sezen Aksu ve Haris Alexiou... Yüreklerini şarkılarının, şarkılarını ise hayatlarının orta yerine koyan iki kadın. Tıpkı Ümmü Gülsüm, Edith Piaf ve Amalia Rodrigues gibi... (EG/BA)
* Ergun Gümrah'ın yazısı 1999'da Cumhuriyet Dergi'de yayımlanmıştı.