Uzun yıllar eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün başdanışmanlığını yapan Ahmet Sever’in “Abdullah Gül İle 12 Yıl” başlıklı kitabın raflardaki yerini alması tartışmaları da beraberinde getirdi.
“Acaba Gül siyasete mi girecek?”, “Tayyip Erdoğan’ı yalnızlaştırma projesi mi var?”, “Gül neden kitaba yansıyan itirazlarını 12 yıl boyunca dile getirmedi?”, “Tayyip Erdoğan ile Gül arasında sorun mu var?”, “Kitap neden seçim sonrasına bırakıldı?”…
Bu ve benzeri pek çok soru köşe yazılarında, tartışma programlarında, sosyal medyada günlerdir soruluyor.
Özellikle AKP’ye yakın medya, kitabı ve yazarı Ahmet Sever'i oldukça sert şekilde eleştiriyor. "Gül ile Erdoğan'ın arasına girmek istiyor" diyen de çıkıyor; kitap için "bomba" benzetmesini uygun gören de...
Muhalif kesimden de Gül’ün Cumhurbaşkanlığı süresince AKP’nin attığı her adımı onayladığı, kitaba yansıyan eleştirileri dile getirmediği, şimdi siyasal konjonktürün uygun hale gelmesiyle “Aslında ben özgürlükleri daha fazla savunuyorum” imajı sergilemeye çalıştığı yönünde tepkiler geldi.
Biz de kitabın zamanlamasından Gül-Erdoğan ilişkilerine, Gül’ün cumhurbaşkanlığı dönemindeki sessizliğinden bugün kitapla ortaya çıkan rahatsızlıklarına kadar pek çok soruyu
Birikim Yayınları’ndan çıkan "Vesayetçi Demokrasiden ‘Milli’ Demokrasiye" başlıklı kitabın yazarı Başkent Üniversitesi Siyaset Bilimi’nden Prof. Menderes Çınar’a sorduk.
“Sever'in kitabını farklı kılan husus...”
Ahmet Sever’in Abdullah Gül’le geçirdiği 12 yıla ilişkin çıkan kitabını genel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Gerek zamanlama olarak, gerekse içerik olarak nasıl yorumluyorsunuz?
Böyle bir kitabın yazılmasına Gül’ün onay verdiği anlaşılıyor. Sever, Gül’ün kitabı okuduğunu ve bazı küçük düzeltmeler yaptığını ifade etti. Bu da Gül’ün kitabın sadece yazılmasına değil içinde yer alan hususlara da onay verdiği anlamına geliyor.
Kenan Evren ile yakın çalışmış Ali Baransel’in Cumhurbaşkanlığındaki yıllarını da anlatan benzeri bir kitabı var.
Cüneyt Arcayürek de Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in basın danışmanı iken biriktirdiği anıları, üstelik yanlış hatırlamıyorsam Demirel’e sormadan yayınlamıştı.
Sever’in kitabını farklı kılan husus kanımca sadece Gül’ün içeriğine de onay vermesi değil. Bu kitabı benzerlerinden farklı kılan bir birikimi topluca ortaya dökmesi ve etkide bulunma potansiyeli. Bu birikimin nedenlerinden biri Cumhurbaşkanı Gül’ün bazı siyasal hesaplarla veya bulunduğu makamın gerektirdiği tarafsızlığını korumak gerekçesiyle sessiz kalması olabilir. Fakat bir nedeni de özellikle kendi mahallesinin medyasının Erdoğan’ın disiplini altına girmesi ve Gül’e, Gül’ün Erdoğan’ı zayıflatacak bazı yorumlarına kapalı olmasıdır.
Gül’ün Star gazetesine verdiği bir röportajın e-muhtıra ile ilgili önemli bilgiler içeren kısmının “Erdoğan kızar” diyerek sansürlendiğini biliyoruz. Son zamanlarda verdiği röportajların tümünün yabancı basına verilmiş röportajlar olmasını da moda deyimiyle “manidar” buluyorum.
Hal böyleyken, kitap yazmak bir çıkış noktası haline gelmiş olabilir. Sever’in kitabı Gül’e bir çıkış yapma imkanı veriyor.
Yayınının Gül’ün isteği üzerine seçim sonrasına ertelenmesi bakımından kitabın zamanlaması tesadüf değil. Kitabın, seçimlerin tek mağlubunun Erdoğan olmasını fırsat bilinerek bugün yayınlandığı, dolayısıyla zamanlamasının manidar olduğu iddia edilebilir, edilecektir.
Fakat o zaman sorulması gereken soru şudur: Seçim sonuçları farklı olsaydı, Erdoğan istediğini almış olsaydı, bu kitap yayınlanmayacak mıydı?
“Gül farkını kritik dönemlerde gösterebilirdi”
Kitaba baktığımızda Gül ile Erdoğan arasındaki farklılıklar geniş yer tutuyor. (1 Mart tezkeresi, AB ile müzakere sürecinde “zina” tartışması, Ermeni sorununa yaklaşım, basın özgürlüğü, tutuklu vekiller…) Siz Gül ve Erdoğan arasında siyaseten ciddi farklılıklar olduğunu düşünüyor musunuz?
Kitaptan öyle olduğu anlaşılıyor, fakat kitap bu farklılıkları göstermek için yeterli mi? Gül Cumhurbaşkanı idi ve farkını özellikle kritik dönemlerdeki eylemleriyle de gösterebilirdi.
Soru ve sorun, Gül’ün neden daha önce Twitter yasağını tweet atarak delmek gibi bazı jestlerle farklı yapılması gerektiğini göstermekten öteye gitmediği.
Bunun üç nedeni olabilir.
Birincisi, Cumhurbaşkanı olduktan sonra parti içindeki etkisini yavaş yavaş yitirdi ve nihayetinde bir sıklet merkezi olmaktan çıktı.
İkincisi, bulunduğu makam yetkileri kısıtlı bir makam; bir çıkış yaptığında etkide bulunamadan mahcup olma ihtimali var. Nitekim Şike Yasasında yapılan değişikliği geri gönderdiğinde, biraz da hoş olmayan ifadelerle Erdoğan değişiklikte ısrar etti ve Meclis yasayı aynen tekrar kabul etti. Gül de imzalamak zorunda kaldı. Benzeri bir durum Gül Ankara’da bir milli bayram sırasında polisin göstericileri müdahale biçimine müdahale edince, Erdoğan’ın yönetimde çift başlılık olmaz çıkışında da yaşandı.
Üçüncüsü, Gül AKP’ye dönmek istiyordu, Erdoğan ile bir anlaşmazlık içinde olduğu hem AKP’ye hem de kendisinin AKP içindeki geleceğine zarar verebilirdi.
“Karşı mahalledeki danışman olunca karşı mahallede kalır mı?”
“Karşı mahalleden” olduğu söylenen Ahmet Sever gibi bir ismin Gül’ün 12 yıl boyunca başdanışmanlığını yapmasını nasıl okumalıyız?
Normal şartlarda liyakate önem vermenin, kendisi gibi olmayanlarla çalışabilme medeniliğinin göstergesi olarak okumalıydık.
İçinde bulunduğumuz şartlar, bir kutuplaşma ve cemaatleşme dinamiği içinde asgari terbiyenin ve en basit mantık kurallarının bilinçli bir şekilde törpülendiği şartlar olduğu için sorunuzun cevabı yine bir sorudur.
Sadece karşı değil, en karşı mahalleden olan gazetecimsi kişilerin Erdoğan’ın başdanışmanı olmasını, AKP’ye rakip bir partinin eski genel başkanının AKP’ye katıldıktan sonra teşkilattan sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olarak atanmasını nasıl yorumlamalıyız?
Karşı mahalleden olan kişi başdanışman olunca karşı mahallede kalır mı?
“Güç anlayışları demokratik değil”
Bugün AKP’ye yakın yayın organlarının kitaptan son derece rahatsız olduğunu görüyoruz. Sizce neden AKP’liler ve AKP’ye yakın yayın organları bu kitaptan bu kadar rahatsız oldu?
Birincisi, hakkında yazılanlardan ve yazarının verdiği röportajlardan anlaşıldığı kadarıyla Gül’ün Erdoğan’ın tarzına karşı fakat AKP’den yana, ona zarar vermemeye çalışan bir yaklaşımı var.
Yani, Erdoğan’ın kendisi tartışmaya açılıyor.
AKP yanlısı medya ise uzunca bir süredir kendisini kayıtsız şartsız Erdoğan’ı savunmaya vakfetmiş durumda. Bu açıdan, "Erdoğan yanlısı medya" ifadesi "AKP yanlısı medya" ifadesinden daha doğru olabilir.
Bunun nedenleri ayrı bir tartışma konusu, fakat sonuç değişmiyor; kitap Erdoğan üzerinden onun medyasını da tartışmaya açıyor.
İkincisi, kuvvetin açıklıktan, şeffaflıktan, tartışmadan değil, birlikten, gizlilikten, karşı tarafa koz vermemekten ve sağlam bir otoritenin olmasından kaynaklandığı düşüncesi bir Türkiye hastalığı ve AKP ağı bu hastalığı daha ağır bir şekilde yaşıyor.
Kitabı karşı cephe karşısında kendilerini zayıflatacak bir faktör olarak görüyorlar ve böylece gerçeklikle çarpıtılmış bir ilişki kurarak için için çürümekte ısrar ediyorlar, çünkü güç anlayışları pek demokratik değil.
“Gül’ün fazla şansı yok”
Gül ve Erdoğan’ın birbirlerinden “kardeş” olarak bahsettiğine tanık olduk. Bu iki isim sizce 12 yıl boyunca uyum içinde mi çalıştı, yoksa hep bir liderlik çekişmesi yaşandı mı?
Gerçekten kardeş olsalardı, kardeş payı da yaparlardı. Gül’ün bir kez daha Cumhurbaşkanı seçilmesini bir yasa çıkarılarak, partiye dönmesi de hassas zamanlamalar yapılarak engellenmezdi.
Benim anladığım kadarıyla kardeşlik hukuku hep Erdoğan’ın lehine işleyen bir hukuk oldu. Esas olarak AKP içindeki fikir farklılıklarının kamuoyu tarafından bilinir olmasını engellemek için, kapalı kapılar ardında konuşulamayan meselelerin kamuoyunda konuşulmamasını engellemek için ve Erdoğan’ın mutlak lider konumunu pekiştirmek için kullanıldı.
Fakat Erdoğan’ın kendisi, örneğin Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Başbakanlığı ve AKP Genel Başkanlığını emanet ettiği Davutoğlu’nu kamuoyu önünde mahcup edecek çıkışlar yaptı. Kardeşlik hukuku gereği aramızda konuşur, hallederiz ilkesine uymadı.
Gül’e gelince, Erdoğan’dan farklılaşsa bile uyum içinde çalıştığı, hükümetin işlerini kolaylaştırdığı, beğenmese bile engellemediği anlaşılıyor. Dolayısıyla, 12 yıl boyunca yaşanmış bir liderlik mücadelesi olduğunu söylemek mümkün değil.
Sırasının geleceğini, ancak o zaman bildiği gibi yapabileceğini düşündü muhtemelen. Fakat sırası geldiğinde Erdoğan, kimselere bırakmadığı gibi ona da alan bırakmadı; Gül’ün istediği olmadı.
13. yılda bir zemin yoklaması yaptığını söyleyebiliriz, fakat AKP Erdoğan’ın kişisel örgütüne dönüşmüş durumda. Dolayısıyla, ben Gül’ün şansının fazla olmadığını düşünüyorum.
“Erdoğan kendine çok güvendi ama bu kez yanıldı"
AKP yüzde 50’lerdeki oylarını yüzde 40’lara kadar eritti. Bu aşamada gerek Başbakan, gerek Cumhurbaşkanı olarak Erdoğan hep başroldeydi. Sizce Erdoğan’ın siyasi tırmanışı kalıcı olarak aşağı mı inmeye başladı?
Erdoğan zaten Türkiye siyasetinde tırmanabileceği en üst noktaya tırmandı. 12 yıl kesintisiz başbakanlık yaptı. Yaşarken ve siyasal olarak faalken tarihi öneme sahip bir lider olma ayrıcalığına kavuştu.
Üstüne bir de bir siyasetçinin yükselebileceği en yüksek makam olan Cumhurbaşkanlığına çıktı. Erdoğan’ın sorunu biraz da artık tırmanacak yer kalmamasından kaynaklanıyor. Fakat kendisinin hep tırmanmak istiyor.
Başkanlık sistemi arayışı bu çerçevede değerlendirilmesi gereken ve ne toplumda, ne de AKP içinde karşılığı bulunmayan bir zorlama idi. Erdoğan bu zorlamayı “Başkanlık sistemi olmadı, aktif cumhurbaşkanı olsun” diyerek devam ettirdiği sürece inişi hızlanacaktır.
İkincisi, Erdoğan Türkiye için büyük gelecek vizyonları çizdi, fakat bunları gerçekleştirme kapasitesi olduğunu gösteren bir siyasal dil kullanmadı. Eski Türkiye’nin siyaset diliyle, yeni Türkiye’yi kurma iddiası inandırıcılıktan uzak, çelişkili bir durumdu ve bazı güvenilirlik sorunlarına yol açtı.
Erdoğan kendi ezberini bozmadı, inandırıcılığına, ikna etme kapasitesine çok güvendi, ama bu kez yanıldı. Ezberinde ısrar ettikçe tekrar tekrar yanıldığını görecektir.
Üçüncüsü, bu güvenilirlik sorunu Erdoğan’ın örneğin “Herkes egolarını bir kenara bıraksın” diyerek kolaylıkla aşabileceği bir sorun değil. 12 yıllık iktidar tecrübesinde oluşmuş bir sicili var.
Bu sicilde bazı demokratikleşme adımları var, ama uzunca bir süredir de hiçbir demokratikleşme adımı atmadan sadece rakiplerini ve onların temsil ettiği toplum kesimlerini gayrı-meşrulaştırarak, demokratik siyasetten diskalifiye ederek kendisini demokrat ilan etme çabası var. Bunlar sizin deyiminizle aşağıya inişi hızlandıran, geri dönüşü de zorlaştıran hususlar. (EKN)
Kitap Hakkında Doğan Kitap’tan çıkan “Abdullah Gül İle 12 Yıl” AKP’nin kurucularından Gül’ün Başbakan, Dışişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı olarak geçirdiği 12 yıl boyunca başdanışmanlığını yapan gazeteci Ahmet Sever’in gözlemlerini ve izlenimlerini aktarıyor. Kitapta Gül’ün 27 Nisan muhtırası, 1 Mart tezkeresi, Gezi direnişi, 17-25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturmaları gibi önemli dönüm noktalarındaki tavrının yanı sıra, AKP yönetimiyle ilişkileri, Tayyip Erdoğan’la ayrıştığı konular ve kırgınlıkları gibi kapalı dünyasına ilişkin notlar da aktarılıyor. Ayrıca ilk başörtülü Dışişleri Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı eşi olan Hayrünnisa Gül’ün yaşadığı zorluklar ve mücadeleleri de kitapta yer buluyor. Cumhurbaşkanlığı süresince AKP ile uyum içinde çalışıyor izlenimi veren hatta bu nedenle “Çankaya noteri” dahi denilen Gül’ün kitaba yansıdığı kadarıyla Erdoğan’la görüş ayrılıkları, kitabın piyasaya çıkmasıyla beraber “Neden Cumhurbaşkanıyken konuşmadı?” tartışmalarını da beraberinde getirdi. “Abdullah Gül İle 12 Yıl”, Ahmet Sever, Doğan Kitap, 199 sayfa |