Gizli tanık ifadeleri, dalga dalga gelen operasyonlar, başsavcı savaşları başlıklı gündemlerin tozu dumanı arasında belki de çok da ayırdına varmadan, önümüzdeki on yıllarda gelecek kuşakların "politik tarihin dönüm noktası" olarak okuyacakları bir süreçten geçiyoruz.
Nasıl ki Ergenekon soruşturmasında atılan ilk adım bu dönüm noktasının önemli köşe taşlarından birini oluşturuyorsa, TSK'nın gelinen noktada sürece verdiği yanıt -bir diğer deyişle katkı- bugüne kadar satır aralarından okunabilen malumun da ilanı olarak kayıtlara geçti. Asker, "sivil yargı sürecine paralel olarak kendi içinde yürüttüğü soruşturmaların sonuçlarını" açıklarken, üzerinde çokça tartışılan 'Balyoz' ve 'İrticayla Mücadele Eylem' planlarının arkasında değil, kesinlikle karşısında olduğunun altını, bu konuda kafalarda herhangi bir şüphe bırakmayacak şekilde çizmiş oldu.
Bu 'demokrat' duruşun anlamı ise çok netti: Tasfiye, komuta kademesinin bilgisi ve desteği dahilinde sürmektedir.
Bu tavrın farklı kesimlerde, uçları hayal kırıklığından, coşkuya kadar uzanan bir yelpazede farklı duygular yarattığını tahmin etmek zor değil. Ancak öyle görünüyor ki, bu tepkilerin ortak noktası 'ezber bozulması' kavramında ifadesini buluyor. Gerçekten de, askerin bu gidişe bugün olmasa yarın 'Dur' diyeceğinden emin olan 'ulusalcılar', bu 'dur'u farklı bir ruh haliyle bekleyen libareller ve İslamcılar, hatta politik tarihi son noktada asker-İslamcı karşıtlığı üzerinden okumakta ısrar eden solcular açısından gerçek anlamda bir ezber bozumunu ifade ediyor gelinen nokta.
Ortaya çıkan 'garabeti' açıklamanın en kolay ve kestirme yolu ise, gelişmeleri Erdoğan ile Büyükanıt'ın Dolmabahçe görüşmesinde vardıkları mutabakata, Abdullah Gül-Erdoğan-İlker Başbuğ zirvesindeki anlaşmaya bağlayarak seçiliyor. Yaşanan süreçte Büyükanıt ya da Başbuğ'un kişisel tercihlerinin etkili olduğunu düşünmek, Kapitalizmin işleyiş mantığını, küresel ekonominin aktığı mecrayı değerlendirme konusunda altımızdaki zemini çekip alırken, -kendi silah arkadaşlarının ifadesiyle- politik algı ve ilgisi son derece sınırlı Kenan Evren'in Türkiye'nin küresel ekonomiye eklemlenme sürecinin önünü ve yolunu açan 12 darbesini, hem de en doğru zamanda nasıl bir motivasyonla yaptığını anlamamızı zorlaştırır.
Dolayısıyla, Türkiye'yi, Kapitalist gelişim çizgisinde geldiği nokta ve küresel-bölgesel rolü bağlamında ele almadan yapılacak değerlendirmelerin bizi sağlıklı sonuçlara götürmesi de imkansızlaşır.
Çerçeveyi bu kapsamda çizdiğimiz zaman, şöyle bir manzarayla karşı karşıya geliyoruz: Bir yanda Kemalizmin kalın, keskin kırmızı çizgileri küresel sermayenin artık 'esneklik' gerektiren ihtiyaçları karşısında fazlasıyla donuk ve dogmatik kalıyor. Diğer yanda Kemalist bürokrasinin vesayeti altında yeşeren-gelişen, hatta çoğu noktada onunla bütünleşen yerel sermaye artık gücü ve etkisiyle 'fiziksel' sınırlarını aşmak istiyor. İşte aslında uzunca bir süredir utangaç adımlarla işleyen süreç bugün daha olgun bir aşamaya girerken, TC'de kökenleri İttihat ve Terakki geleneğinin, Osmanlı siyasetine ağırlığını koyduğu 1908'e kadar uzanan dengeler üzerindeki iktidar ilişkisinin tarihsel bir revizyondan geçtiğine şahit oluyoruz. Ve yeni uzunca bir süredir görülüyor ki, bu süreç 'askere rağmen' değil, 'askerle birlikte' yürüyor.
Gerek siyasal iktidar tarafından 'iç güvenliğin tesisi' kapsamında atılan adımlar, gerekse TSK iç siyasetteki rolünden feragat ederken, askeri harcamaların artışı ve teknik donanıma verilen ağırlık, yeni bir rol paylaşımına işaret ediyor: İçeride güçlü polis, dışarıda güçlü ordu. Yoğun bir personel alımının yaşandığı polis, ağır silahlar edinebilme imkânına kavuşurken, yetki alanını da daha önce Jandarma'ya ait bölgelere doğru genişletiyor.
Toplumsal olaylara müdahalede gösterdiği performansla çabaların boşa gitmediğini gösteren polis gücü, önümüzdeki sürecin nasıl 'daha demokratik' olacağının ipuçlarını veriyor. Diğer yandan ordu, içerde zayıflayan profiline tezat oluşturacak bir şekilde modernleşen ve profesyonelleşen birlikler, yeni insansız hava araçları alımı ve üretimi, füze sistemlerini geliştirmeye yönelik işbirliği anlaşmaları ile bölgesel anlamda TC'nin 'daha güçlü ve caydırıcı' bir unsuru olarak 'dosta daha bir güven, düşmana daha bir korku' veriyor.
Görünen o ki, değişen roller bağlamında 'derin devlet' olgusuna ilişkin de, siyasal iktidar tarafından iddia edildiği gibi bir 'tasfiye' değil 'reorganizasyon' süreciyle karşı karşıyayız. Bugünden bakıldığında Türkiye'de yeni dönemin başlamasında tetikleyici rolü üstlendiği anlaşılan Hrant Dink, Rahip Santoro, Malatya'da Zirve Yayınevi gibi cinayetlerin arka planına giden yolun dönüp dolaşıp aynı ortak noktalarda kararması ve bu tüneli aydınlatmaya yönelik girişimlerin önünün hem yargı zemininde hem de siyasi zeminde kesiliyor olması, yeni 'derin devlet' yapılanmasının kodlarını okuma anlamında da yardımcı olabilecek ipuçlarını taşıyor.
Tüm bu zemin çalışmalarının bir anlamı, amacı olmalı elbette. Süreci doğru anlamlandırabilmek için elimizdeki en sağlam, en güvenilir argümanın Maksist bakış açısı olduğu konusunda her zaman olduğu gibi bugün de ısrarcı olmak gerekiyor. Bu bağlamda Türkiye'nin 12 Eylül öncesi döneme kadar uzanan süreçten bu yana yaşadığı ekonomik değişimi temel kabul etmeden yapılacak değerlendirmelerin de ayaklarının havada kalması kaçınılmaz oluyor.
Bugün artık darbe günlerine doğru anlamları yükleyebilmek için elimizde, ağabeylerimizin o günlerde sahip olduğundan çok daha fazla veri bulunuyor ve şunu söyleyebiliyoruz: Darbenin başladığı iş bugün 'darbe karşıtı' bir söylem altında bitiriliyor. Darbe ile toplumsal muhalefeti emek hareketi sindirilmiş bir ortamda neoliberalizme açılan Türkiye'nin insanları bugün, tarihlerinde tanık olmadıkları bir pervasızlıkla sağlık, eğitim gibi temel haklarının gasp edildiğine, özelleştirilerek birer kâr nesnesi haline geldiklerine tanık oluyorlar.
ABD, Ortadoğu-Kafkaslar-Orta Asya politikalarına 'ılımlı bir müttefik', küresel sermaye üs, Türkiye sermayesi artık ise küresel aktör olarak bölgesel bir rol istiyor, bu yolu kendisine açacak bölgesel gücün peşinde koşuyor. Güç için ise herkes üzerine düşeni yapıyor: Siyasetçi 'açıyor', polis eziyor, ordu korkutuyor.(HD/EÜ)