AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla Resmi Gazete’de yayımlanan karara göre, Türkiye Maden İşçileri Sendikası tarafından alınan grev kararı, 'milli güvenliği bozucu' nitelikte görüldüğü gerekçesiyle 60 gün süreyle ertelendi.
Karar, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun 63. maddesi uyarınca alındı. Grev ertelemesi, Eti Maden İşletmeleri’ne bağlı dört farklı işyerini kapsıyor.
4 iş yerinin grevi ertelendi
Erteleme kararı kapsamındaki işyerleri şunlar:
Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü Merkez Teşkilatı – Çankaya, Ankara
Bigadiç Bor İşletme Müdürlüğü – Bigadiç, Balıkesir
Kırka Bor İşletme Müdürlüğü – Seyitgazi, Eskişehir
Emet Bor İşletme Müdürlüğü – Emet, Kütahya
Maden-İş, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile TÜRK-İŞ arasında anlaşma sağlanamaması halinde 'Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü için 1 Ağustos 2025 tarihinde' ve 'TKİ Genel Müdürlüğü için ise 8 Ağustos 2025 tarihinde' greve çıkacağını duyurmuştu.
"AKP bir grev yasaklama partisidir"
İşçilerin grev kararı sonrası çıkan erteleme kararına çok sayıda tepki geldi. Sosyal politikacı Aziz Çelik, sosyal medya hesabından gösterdiği tepkide "AKP bir grev yasaklama partisidir!" dedi. 22 yıllık AKP döneminde yaklaşık 200 bin işçinin grevi 'erteleme' adı altında yasaklandığını ve grev hakkını kullanabilen işçi sayısının 100 bine bile ulaşmadığını belirtti.
"Anayasanın 54. maddesinde güvence altına alınan grev hakkı idari bir kararla yok edilebiliyor" diyen Çelik, Türkiye'de grev hakkı fiilen olmadığını ve Cumhurbaşkanının iznine tabi olduğunu söyleyerek 22 yıl boyunca yasaklanan grevlere ilişkin hazırladığı tabloyu paylaştı.
AKP döneminde yasaklanan grevler

Grev yasakları sistematikleşti
Diğer yandan grev yasaklarına bir tepki de CHP'den geldi. CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Emek Büroları Koordinatörü Gamze Taşcıer, AKP döneminde, grev yasaklarının sistematik hale geldiğini ve bugüne kadar 22 grevin yasaklandığını, grevi engellenen emekçi sayısının ise 200 bini aştığını ifade etti.
"Grev hakkı sadece kâğıt üzerinde"
Taşcıer’in açıklaması şu şekilde:
"Anayasal bir hak olan grev, işçilerin yaşam hakkına sahip çıkma mücadelesinin en somut ifadesidir. Anayasa Mahkemesi’nin "grev ertelemesi Anayasa’ya aykırıdır" yönündeki kararlarına rağmen, Erdoğan rejimi her kritik grevde aynı yönteme başvurmaya devam etmektedir. Erdoğan’ın müdahaleleri artık idari bir yetkinin kullanımı sınırlarını aşmış, doğrudan doğruya hak gaspına dönüşmüştür. Bugün Türkiye’de toplu pazarlık süreçlerinde grev hakkı sadece kâğıt üzerinde kalmıştır. Bu bakımdan Erdoğan tarafından imzalanan erteleme kararı yalnızca maden işçilerinin grev hakkını gasp etmekle kalmayacak aynı zamanda TÜRK-İŞ’in 500 iş yeri için aldığı grev kararının önünü kesmek için emsal olarak kullanılacaktır.
"İşçiler 'tehdit' olarak damgalanmakta"
Türkiye’de her hafta ortalama 285 maden iş kazası yaşanıyorken ve her ay yaklaşık 9 madenci hayatını kaybediyorken madencilik sektöründe alınan grev kararının milli güvenliği tehdit ettiği yönündeki iddia mantık dışı ve gülünç derecede abartılıdır. Zira madencilik sektöründe binlerce işçinin her yıl yaralanmasına, onlarcasının hayatını kaybetmesine, aylarca işe gidemez hale gelmesine rağmen, sorumlular ne yargı önüne çıkarılmakta ne de gerekli önlemler alınmaktadır. Buna karşılık, bu ölümcül koşullara ses çıkaran ve hakkını arayan işçiler "tehdit" olarak damgalanmaktadır.
"Kararlar Erdoğan’ın keyfine göre alınmakta"
Ayrıca, sorulması gereken çok önemli sorular da bulunmaktadır. Maden sektörü gerçekten "milli güvenlik" açısından kritik bir iş koluysa; o hâlde Covid-19 salgınının etkilerinin en yoğun hissedildiği 2020-2022 yılları arasında 246 maden işçisinin yaşamını yitirmesi neden milli güvenlik sorunu olarak görülmemiştir? Aynı dönemde 49.246 maden emekçisinin iş kazalarında yaralanmasına neden olan ihmaller ve bu ihmallerin sorumluları, milli güvenliği ihlal etme suçu işlememiş midir? AKP iktidarının bu sorulara verecek cevabı yoktur. Çünkü kararlar Erdoğan’ın keyfine göre alınmaktadır.
"Hedef iktidarın çıkarlarını korumak"
AKP iktidarı ve tek adam rejiminin grev yasağıyla elde etmeyi amaçladığı politik fayda, ülke ekonomisini kısa vadeli ve güvencesiz kâr politikalarıyla yönetmektir. Bu politika, emeği ucuzlatma, iş güvenliği yatırımlarını maliyet kalemi olarak görüp reddetme ve iktidarın çıkarlarını koruma hedefi taşımaktadır. Grevlerin yasaklanması, işçilerin hak arayışını bastırarak emek üzerindeki kontrolü artırmayı ve böylece ücretleri düşük, çalışma koşullarını güvencesiz tutmayı amaçlayan bir ekonomik tercihin ürünüdür. Bu yaklaşım, insan hayatını ekonomik bir değişken olarak gören, emekçiyi korumak yerine kendi çıkarını koruyan 'Tek Adam Rejimi'nin, sürdürülemez ve insani olmayan siyasetinin tezahürüdür.
"Bakan etkisiz ve yetkisiz"
Erdoğan tarafından imzalana söz konusu grev ertelemesi, ayrıca bir gerçeğe de işaret etmektedir. Kamu Çerçeve Protokolü görüşmeleri sırasında müzakere masasından yarım saat izin isteyerek kaçan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’nın aslında hiçbir etkisi ve yetkisinin olmadığı bir kez daha kanıtlanmıştır.
Grev yasağında olduğu gibi, emekle ilgili temel kararlarda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yalnızca tabeladan ibarettir. AKP iktidarı ve tek adam rejimi, çalışma hayatını doğrudan Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle şekillendirmekte, bakanlar yalnızca bu tek adam düzeninin işlevsiz birer unsuruna dönüşmektedir. Bu durum, devlet yönetiminin kurumsal çöküşünün ve tek adam rejiminin keyfiliğinin en somut örneğidir."
"Bu tabloyu değiştirmek mümkündür"
Taşcıer, sözlerini şu çağrı ile sonlandırdı:
"Kamusal sorumluluğun başlangıç noktası, emeği susturmak ya da baskı altına almak olamaz; kamusal sorumluluk önce insan yaşamını korumaktır. Gerçek anlamda milli güvenlik, insanın can güvenliğinin, emeğin ve temel hakların korunmasıyla sağlanabilir. Bu nedenle siyasi iradenin önceliği, işçinin hayatını tehdit eden koşulları ortadan kaldırmak ve çalışma yaşamını insanca koşullara kavuşturmak olmalıdır.
Bu tabloyu değiştirmek mümkündür. İşçinin emeğinin değer gördüğü, grev hakkının yasaklanmadığı, sendikal örgütlenmenin özgürce gerçekleştiği, çalışma koşullarının insanca ve güvenli olduğu bir Türkiye mümkündür. Bizim mücadelemiz, hak aramanın suç sayılmadığı, emeğin değersizleştirilmediği ve güvencenin esas alındığı bir Türkiye'yi kurmak içindir. Yalnızca ekonomik büyümeye odaklanmayan aksine insanca yaşamanın ve onurlu çalışmanın öncelendiği Emeğin Türkiye’sini mutlaka kuracağız. Bu, tüm emekçilere sözümüzdür."
(AB)










