Amerikalı yazar James Baldwin 'in kaleminden çıkma bu hüzünlü hikâyede, o dönemlerde dillendirilmesi kuşkusuz büyük cesaret isteyen bir aşk ilişkisi, eşcinsel aşktır merkezde olan.
Bu romanı bu denli dikkat çekici yapan hemcinsler arası aşk değildir sadece; siyah bir yazarın beyaz erkeklerin eşcinselliğini anlatması pek çok kişi tarafından şiddetle eleştirilir. Ancak Baldwin için, belki de böyle bir romanı yazmanın tek yolu karakterlerini beyaz erkekler arasından seçmektir; böylelikle yazar kendini bir nevi korumaya alırken, eser de eşcinsel edebiyatında bir dönüm noktası olacaktır türlü mücadelelerin ardından.
Whitman 'dan bir alıntıyla açılır roman; "O adam benim; acı çektim, oradaydım." der şair, siz de içiniz acıyarak okuyacağınızı bilerek başlarsınız böylelikle. Fransa'nın güneyinde bir evin kasvetli odasında içkisini yudumlamaktadır David, gece ile sabah arasında bir vakit Giovanni'nin giyotinin keskin bıçağının altında idam edileceğini bilerek. Koyu bir acı ve yoğun bir pişmanlık ağırlığını hissettirir her an.
David nişanlısı Hella tarafından terkedilmiş, Giovanni ise ölüme mahkum edilmiştir; yani trajedi çoktan gerçekleşmiş, bu üç kişinin hayatı geri dönüşsüz bir noktada kilitlenmiştir. Şimdi David'le birlikte geçmişe dönüp hikâyeyi sabırla dinleme vaktidir.
2006'da bile halen pek çok eyaletinde eşcinselliğin yasalarca suç sayıldığı Amerika'da dünyaya gelmiştir David. İlk ilişkisini ergenlik yıllarında yakın bir arkadaşıyla yaşamıştır, aslında bu iki delikanlının yaşadıkları bir ilişkiye dönüş(e)memiştir bile, çünkü toplumsal normların baskısını daha o yaşlarda üzerinde hissetmeye başlayan David, yaşadıklarının verdiği mutlulukla doğru orantılı bir kaçma isteği ile yanıp tutuşmaktadır.
Sabah uyandığında gece olan biteni anımsar ve şöyle ifade eder Joey'i seyrederken hissettiklerini: "Bu beden bana içinde erkekliğimi yitireceğim, aklımı kaçırana dek işkence göreceğim bir mağaranın karanlık ağzı gibi görünüyordu."
Romanın geçtiği/yazıldığı tarihlerde homoseksüellik bir hastalık olarak kabul edilmekteydi ve homofobiden ise henüz kimsenin haberi yoktu; ancak şimdi, hastalık sayılan homoseksüellik değil homofobi.
Bu sebepten pek çok insanın hayatının zorlaştığını biliyoruz, fakat daha da kötü olan, eşcinsel bir insanın içselleştirdiği homofobi olsa gerek. En başta David olmak üzere, romandaki pek çok karakterin acı çekmesine sebep olan da bu içselleştirilmiş homofobidir zaten.
Kendine duyduğu öfkeyi kendine benzeyenlerden çıkarmaya başlar David, ilk kurban da ilk aşkı Joey olur elbet. Bundan sonra çevresindeki tüm eşcinselleri, açıktan ya da gizliden gizliye, ama illa ki aşağılayacaktır. Art arda içtiği kadehlerle pişmanlık içerisinde sabahı bekleyen David'in ağzından dinlediğimiz için hikâyeyi, onun biraz olsun içindeki asıl düşmanı fark etmeye başladığını, gerçek benliği ile bir ölçüde yüzleşebildiğini anlarız.
Şöyle ifade eder başkalarını sürekli aşağılamasının sebebini: "Biraz insanın kendi pisliğini yiyen maymunlara bakınca midesinin bulanması gibiydi bu. Aslında maymunlar insanlara -aşırı ölçüde- benzemeselerdi buna pek aldıran olmazdı ya."
David'in Amerika'dan ayrılıp Paris'e yerleşmesinin sebebi de, her ne kadar dile getiremiyor olsa da, eşcinselliğin Fransa'da nispeten daha özgürce yaşanabilmesidir. Özgürlüğün mutluluk verici olduğu kadar dayanılmaz da olduğu bu şehirde, kendisi gibi Amerikalı olan Hella ile tanışır ve kısa bir süre sonra ona evlenme teklifi eder.
Hella artık tüm kaçışların ardından sığınılacak güvenli bir limandır onun için. Daha sağlıklı düşünmek için zaman isteyen Hella İspanya'ya gider, David ile Giovanni'nin tanışması da bu döneme denk düşer.
David, Giovanni'ye duyduğu aşk sebebiyle hayatını kontrol edebilme yetisini yitirdiğini fark eder ve başını göğsüne yasladığında her şeyden korunmuş olacağına inandığı kadın geri dönene kadar da bu ilişkiye bir son veremez. Ufak bir hizmetçi odasında birlikte yaşarlar aylar boyu.
Görünürde her şey yolunda olmasına rağmen, David içten içe beyaz atlı prensesinin dönüp kendisini kurtarmasını bekler. Ve bu kurtuluş, David ile yeniden hayata bağlandığını söyleyen Giovanni'nin sonu olur.
Eşcinsel temalar içeren pek çok roman yazılmıştır günümüze dek, ancak eşcinsel bireyin homofobisinin Baldwin'in bu eserindeki kadar derinlemesine işlendiği nadirdir. Birçok ülkede ardı ardına çıkartılan/değiştirilen yasalarla eşcinsel bireylerin yaşam alanı genişletiliyormuş gibi gözükse de, elbette kağıt üstünde bitmiyor iş.
Asıl mücadele beyinlere ince ince işlenen o görünmez düşman ile.(NK/EÜ)
* Giovanni'nin Odası, James Baldwin, Çevirmen: Çiğdem Öztekin, Yapı Kredi Yayınları, 2006
* Bu yazı Virgül dergisinin Ocak 2007 sayısında yayınlanmıştır.