Küratörlüğünü Nilgün Kıvırcık’ın üstlendiği, Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı (KEKBMV) tarafından yürütülen “Ötekinin Hafızası” projesi kapsamında gerçekleşen ‘‘Kadınların Göç Hafızası'' Sergisi 6 Mart’ta Depo İstanbul'da açıldı.
Ülkelerindeki savaşlardan, otoriter rejimlerin baskılarından veya özgürlüklerinden mahrum edildikleri için Türkiye'ye sığınmak zorunda kalan beş göçmen kadın sanatçının göç bağlamında hafızasına tanıklık eden sergi 6 Nisan’a kadar görülebilir.
Göçmen kadın sanatçılar Farah Trablsie, Maryam Mazrooei, Sara Shahzadeh, Sinur ve Walaa Tarkaji’nin eserlerinin yer aldığı sergi, kadınların göç hafızasının korunmasını, göç-kadınlar ve sanat arasındaki ilişkinin yeniden anlaşılması ve anlatılmasını amaçlıyor.
Sergide sanatçıların mevcut işlerinin yanı sıra ayrılmak zorunda kaldıkları ülkeleri temsil eden eşyalar, çocukken oynadıkları oyuncakları, anne-babalarının onlara verdiği ilk kitap ve enstrümanlar gibi objeler yer alıyor. Sergide ayrıca sanatçılarla yapılan video-söyleşilerden bazı kesitlere de yer veriliyor ve bu sayede, göçmen sanatçıların hikâyelerinin izini sürmek mümkün oluyor.
Sergide eserleri yer alan İranlı sanatçı Sinur ile eserlerini, Türkiye’ye göçünü ve göçün onun için ne anlama geldiğini konuştuk.
Yeniden başlamak
Öncelikle sizi biraz tanıyabilir miyiz? Kimdir Sinur?
1986 yılında İran’ın Mahabad kasabasında doğdum. 2005 yılında Tebriz Üniversitesi’nde felsefe okumaya başladım. 2011’de Tahran’a, 2013 sonlarında Erbil’e taşındım. Ama benim ilk göçüm, en büyük göçüm; dil göçüdür. Kendimi biraz dilsiz hissediyorum; ama ressam olduğum için de şanslı hissediyorum. Çünkü hiçbir dilde kendimi o kadar rahat ifade edemiyorum.
2018’de ise Türkiye’ye geldim. Öncesinde çok zor süreçler yaşadım tabii. Resme başlamamı anlatmak benim için biraz zor. Doğru bir ifade mi bilmiyorum; ama bir yerde tüm hayatım durdu. Yeniden başlamak zorundaydım. Yıllar önce resim yapmayı düşünüyordum ama artık karar vermek ve harekete geçmek zorundaydım.
Resim, kitap, sinema
Çocukken ya da ilk gençlik yıllarınızda da resim yapıyor muydunuz?
Hayır, hiç. Göçle birlikte başladım resim yapmaya. Öncesinde resme başlamaya korkuyordum. Başlasam devam edebilir miyim, diye endişeleniyordum. Çok kararsız bir hayatım vardı. Bu zamanlardan birinde İstanbul’a geldim. Çok hızlı bir karardı bu benim için. İlk geldiğimde bir sene Yalova'da kaldım. Orada sadece resim yapıyordum. Yani hiçbir şey yapmıyordum ve tek kelime Türkçe bilmiyordum. 2019 yılıydı bu ve bence en güçlü resimlerimi o zaman yaptım. Sonra istanbul'a geldim. Şimdi Kadıköy'de Yeldeğirmeni’nde çok küçük, güzel bir atölyem var. Orada hem resimlerimi yapıyorum hem de yaptığım resimleri sergiliyorum.
Türkiye’ye geliş sürecinizden bahsetmek ister misiniz?
İran’da tabii ki zorunlu hicap nedeniyle çok fazla baskı yaşıyordum. Her şey için çok fazla enerji harcamak zorundaydım. Çok basit şeylerden bahsediyorum. İstanbul’a gelmek bu yüzden çok özgürleştiriciydi benim için. Edebiyatın da çok etkisi oldu bana. Tabii yaşla da ilgisi var. Daha tecrübeliyim artık. Şimdi burada yine zor; ama küçük, güzel bir hayat kurabildim kendime. Resimlerimi yapıyorum, kitaplarımı okuyorum, filmlerimi izliyorum ve arkadaşlarımla bir araya gelip dertlerimi paylaşıyorum.
Karardan fazlası
Edebiyatı sevdiğinizi anlıyorum. Belki bu pencereden göçü de tanımlamak istersiniz...
Ben aslında tüm insanların, hepimizin bu dünya üzerinde sürekli bir göç halinde olduğumuzu düşünüyorum. Şu an dünyada insanların hepsi kararsız. Herkes kendini bulmak, hayatı ve mutluluğu bulmak için bir şekilde göç ediyor. Ama biliyorsunuz, bizim göçümüz karardan biraz fazlası. Sonunda bir zorunluluk var. Yani bu coğrafyada kadın olarak bizim için göç etmek bir karar değil.
Tanımlamak çok zor; ama aslında göç bir yalnızlık hâli. İnsanın bir çaresizliği. Artık bazen hangi şehirdeyim, hangi ülkedeyim bilmiyorum ve fark etmiyorum da. Üzerinizde bir baskı olunca nerede yaşadığınızı fark ediyorsunuz. Ben hep kadın bedenleri çiziyorum. Kadın olmayı, bu hâli çok sevsem de üzerimde bir baskı olmadığı sürece cinsiyetimin bu kadar farkında değilim. Bu baskılar bana kadın olduğumu hatırlatıyor.
Bu projede yer almak nasıl bir deneyimdi sizin için?
Bir projeden ziyade bir, bir araya gelme olarak tanımlıyorum ben bunu. Atölyemde tanıştım bu şahane kadınlarla. Sonra Kadın Eserleri Kütüphanesi ile ilişki kurduk ve küratörümüz Nilgün Kıvırcık’la bir araya geldik. Şimdi işlerimiz kütüphanede arşivleniyor. Bu beni inanılmaz mutlu ediyor. Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz şimdi ve bu birliktelik sayesinde şunu hissediyorum: Sanki çamurda yürürken bıraktığım bir ayak izi var. Ben bu izi saklayacağım için mutluyum, bu iz kalsın isterim.
“İstenmemek çok kötü bir duygudur”
Sergide yer alan diğer dört sanatçının kısa hikâyeleri ve eserlerinden bazıları ise şöyle:
Maryam Mazrooe
“Mahsa’nın (Jîna Amini) haberi geldiğinde İran’daki herkes onun için dua ediyordu. Evde duramıyorum. Bir protesto olduğunda gittiğimiz belirli sokaklar vardı. O gün protesto için gittiğimiz sokağın adı ironikti: Hicap Sokağı. 10 yıldır hiç başörtüsü takmadım ve bu yüzden birçok fırsatı kaybettim. Başörtüsüz birini işe almak oldukça riskli çünkü. Ama o an geldi ve herkes başörtülerini çıkardı. Buna inanamadım. Yıllarca mücadele ettik ve sonunda başarmıştık. Çünkü içimizde çok fazla öfke vardı. Her gün dışarı çıktım ve bir gün beni yakaladılar. Çalışmama izin vermediler. Arkadaşım bana gazetesinde serbest köşe yazarlığı verdi; ama resmî olarak gazetecilik yapamadım. Evde perişan bir haldeydim. Ben de resim yapmaya başladım."
İranlı ressam, fotoğrafçı ve gazeteci. Lisans eğitimini fizik alanında tamamladıktan sonra gazetecilik yüksek lisansı yaptı. İran’da kadın gazeteci olmanın zorluğu ve karmaşıklığı, onu profesyonel kariyerini İran sınırlarının ötesine, Ortadoğu’ya doğru genişletmeye ve kadınlara odaklanmaya itti. Afganistan’da iki yıl gazetecilik yaptı. Çocuklar ve kadınlarla ilgili suluboya resimleri İran ve Türkiye’de üç ayrı sergide sergilendi.
Farah Trablsie
“Başlarda geldiğimizde çok mutluyduk. Son yıllarda ‘Suriyeliler gidecek’ söylemlerinden dolayı hangi sokaklardan geçeceğimi bile planladım. İstenmemek çok kötü bir duygudur.”
1985 yılında Eski Şam’da doğdu. 1994 yılında Şam’daki tüm okullar kapsamında “Yaşına Göre En İyi Sanatçı” ödülünü aldı ve 1995’te Arap sanatçı kamplarında Suriye’yi temsil etti. 2013’te İstanbul’a göç etti ve hâlâ İstanbul’da yaşıyor. Farklı sanatçılarla ve çocuklarla pek çok atölye çalışması gerçekleştiren Farah; tuval, kâğıt ve ahşap üzerine yağlıboya, mürekkep ve metalize kâğıtları dışavurumcu bir üslupla kullanıyor.
Sara Shahzadeh
“Resim benim dermanım, resim benim memleketim; resim yaparken özgürüm.”
1985 yılında Tahran yakınlarındaki Karaj şehrinde doğdu. Tahran Devlet Üniversitesi’nde resim eğitimi aldıktan sonra bağımsız olabilmek için Tahran’da okullarda resim öğretmeni olarak ve birçok başka işte çalıştı. 2019 yılında Türkiye’ye geldi. İngilizce ve resim dersleri vererek geçimini sağladı. 2022’de İstanbul’da iki karma sergiye katıldı ve 2023 yılından itibaren özel bir üniversitede sanat yönetimi alanında yüzde 50 burslu olarak eğitim almaya başladı.
Walaa Tarkaji
“Göç yoluna küçük bir valizle çıkıyorsunuz. Birkaç parça eşya ve duygularınız…”
Şam Dramatik Sanatlar Enstitüsü Tiyatro Tasarımı Bölümü mezunu. Aynı bölümde yardımcı doçent olarak çalışan Walaa, senaryo ve kostüm tasarımları yaptı. İstanbul’da yaşayan ve 2013 yılından beri sanat yönetmeni olarak çalışan sanatçı, illüstrasyon alanında göçmen sanatçılara hikâyesi ile kadınların sorunlarını ve haklarını çeşitli görsel eserler ile anlatmaya devam ediyor.
(TY)