"Moda", "feminizm", "giysiler", "kadınlık algıları"...
Birbirinden kimi zaman ayrı kimi zaman iç içe geçmiş kelimeler, Seda Yılmaz'ın "Giysiler Ne Anlatır?" isimli kitabında özenle resmedilmiş bir tablo gibi okurun karşısına çıkıyor.
Okur isterse, giysiler üzerinden kendisine, isterse yazarın modayı tarifleme yolculuğuna isterse de toplumun giysilerle kurduğu bağa eşlik edebiliyor.
"Modanın özellikle kadınlığa dair çok anlatısı var aslında. Kadın kadına yapılan alışverişlerden tutun da birbirinin kıyafetlerini paylaşmaya kadar pek çok şeyde bunu görüyoruz" diyen Yılmaz, erkeklere kadın kıyafeti giydirilerek "toksik erkekliği yıkıyoruz" kampanyalarının da sonuç vermeyeceği görüşünde.
Seda Yılmaz'la söyleştik.
Moda dergilerinden ayrılma sürecinizle başlayalım mı?
Moda dergilerinde tam zamanlı çalışmanın yükü ağır, stresi fazlaydı benim için. Sekiz yıl önce çalıştığım dergiden ayrıldığımda hem internet sitesini hem de sosyal medya hesaplarını yönetiyordum. Yöneticiliğin bana göre olmadığını anlayınca serbest yazar olarak devam etmeye karar verdim.
Peki, ilk kitabınız “Giysiler Ne Anlatır?” nasıl oluştu?
Hep kitap yazma hayali kuruyordum ama bir türlü eyleme geçmeye cesaret edemiyordum. İlk kez on yıl önce kitap yazacağım dediğimde kadınlara giyim tarzlarını bulma konusunda yol göstereceğim bir tema vardı aklımda.
Zaman içinde hem ben değiştim hem de fikirlerim değişti. Feminist bilinç kazanmamla beraber kadınlara, modaya ve bu ikisinin ilişkisine daha farklı bir pencereden bakmaya başladım.
“Kitabı temel meselelerim üzerinden yazdım”
Ne kadar zaman çalıştınız?
Kitabı bir yılda yazdım. Çalışırken, o zamana kadar yaptığım her şeyin beni bu kitaba doğru götürmüş olduğunu fark ettim aslında. Moda bağlamında beden, tüketim, kadınlık gibi konuları hep mesele edinmişim. Kitabı da bu temel meselelerim üzerinden yazdım.
Moda ile sizin bağınız nasıl?
Moda ile her zaman yakın bir ilişkim oldu. Bu biraz da ailemden gördüğüm bir şeydi. Annem ve babam için dış görünüş önemliydi. Beni de bu doğrultuda yetiştirdiler.
Çocukluk anılarımda onlarla yaptığım alışverişlerin, güzel kıyafetlerin büyük bir yeri var. Moda hep hayatımda oldu olmasına ama ben değiştikçe onunla kurduğum bağ da bir hayli şekil değiştirdi.
İlk moda dergisinde yazmak fikri nasıl oluştu?
Koç Üniversitesi’nde sosyoloji okurken bir arkadaşımın Harper’s Bazaar dergisinde staj yaptığını görünce ben de staja başvurdum. Edebiyata ve yazı yazmaya meraklıydım. Modaya duyduğum ilgiyle bu merakımı birleştirmenin en iyi yolunun dergicilik yapmak olduğuna kanaat getirdim.
Feminist bir moda yazarımız var öyleyse…
Feministim demeden önce de feminizme meyilli olduğumu sonraları anladım. Eskiden beri ağırlıklı olarak kadın yazarları okumamın, kadın moda tasarımcılarıyla ilgilenmemin, kadın olmayı giysiler üzerinden anlamaya çalışmamın ardında feminist duyarlılığım yatıyormuş meğer.
Feminizmi sahiplenmemin kişisel hikâyemle ilgili bir yanı da var. Bundan beş yıl önce anneannemi kaybedince, annem, teyzem ve anneannemle kurduğum korunaklı dünyam bir anda dağıldı.
Onu kaybetmek, köklerimden olmak gibiydi benim için. Kadın olmak üzerine daha çok düşünmeye başladım. Ben nasıl bir kadındım? Kendi kadın kimliğimi nasıl inşa edecektim? Bu sorular beni feminist kadınlara ve yazarlara yönlendirdi. Yarama merhem olan onlardı.
Feminizm ve moda ilk başta birbirinden uzak bir kavram gibi ama...
Evet. İlk başta ben de öyle düşünmüş, hatta modayı bırakacağımı bile söylemiştim. Beni kadınlıkla ilgili gerçekleri görmekten alıkoyduğunu düşündüğüm için modaya tepkiliydim.
Bu fikrimi Aksu Bora’yla paylaştığımda, bırakmamamı tavsiye edip moda üzerine çalışan feminist bir akademisyenin makalesini paylaşmıştı benimle.
İlk başta nasıl yol alacağımı bilmiyordum. Çünkü moda, uzun yıllar boyunca akademide de burun kıvrılan bir alan olmuştu. Zamanla bu konuda çalışan pek çok feminist akademisyen olduğunu fark ettim. Onların çalışmaları benim için çok yol gösterici oldu.
Kitabınızdaki giysileri neye göre seçtiniz?
Her bölümü, hayatımda yeri olan bir giysiden hareketle yazdım. Bireyselden toplumsala doğru açılarak anlattım. Mesela, gençliğimde aileme tepkimi göstermek maksadıyla giymeye başladığım mini eteğin tarihçesini, kadınların özgürlük mücadelesinde nereye oturduğunu işledim.
Peki giysiler ne anlatıyor?
Giysilerin anlattıkları her dönemde değişiyor. Sosyal, kültürel, politik gelişmelerle giydiklerimizin arasında doğrudan ve dolaylı bir ilişki var. Giyinmek kimliğimizle, kim olduğumuzla ilgili bir konu. Giysiler, sosyal statümüzü, sınıfsal konumumuzu, mesleğimizi, bir topluluğa ait olma hissimizi yansıtıyor.
Modanın özellikle kadınlığa dair çok anlatısı var aslında. Kadın kadına yapılan alışverişlerden tutun da birbirinin kıyafetlerini paylaşmaya kadar pek çok şeyde bunu görüyoruz.
Ancak tıpkı mutfak gibi moda da tarihsel olarak pek önemsenmemiş. Mutfak dolapları da kadınların gardıropları da kadınsı bulundukları için “Ne var canım bunda?” denilerek küçümsenmiştir. Oysa her ikisi de kadınları güçlendirme potansiyeline sahip.
Bir yandan da giysiler bedenle çok alakalı. Kadın bedeninin temsili ve kadınlığın kültürel inşasında giysilerin ciddi bir yeri var.
Sonuçta burası “şort giyen” kadının tekmelendiği bir ülke...
Evet. İktidarın şortu toplumsal olarak nasıl kodladığını, makbul kadınlığın sınırlarını nasıl buna göre çizdiğini anlayabiliriz. Şort, belirli bir yaşam tarzını temsil ediyor. Bu da iktidarın tesis etmek istediği geleneksel toplumsal cinsiyet rejimiyle çelişiyor. Kadınlar için şort bu rejime başkaldırı aracına dönüşüyor adeta.
Sanki, “Ben modayı takip etmiyorum” diyenler de bir şekilde takip ediyoruz.
Evet çünkü giysilerimizi bize sunulanlar arasından tercih ediyoruz. Ben asla takip etmiyorum desen de göre göre gözün alışır ve “Asla almam” dediğin ayakkabıyı alır halde bulursun kendini. Sistem senin gözünü alıştırır.
Moda dergilerinde bütün reklam panolarında görürsün çünkü.
Bir yandan görsel kültür bir yandan popüler kültür ve tüketim araçları yayıyor. Mesela 10 yıl öncesine kadar moda sadece uzun boylu, zayıf, beyaz ve kusursuz kadınların hakimiyetindeydi. Artık bu durumun biraz değiştiğini görüyoruz. Norm kabul edilenin dışında kalan trans, şişman, siyah veya “kusurlu” kadınlar da temsil ediliyor.
"Kadınlar neden bu çağda korse giysin?"
pagesix.com
Dönem dönem yerleştirilen bir güzel kadın algısı var.
Kesinlikle öyle. İdeal kadın algısının yaratılmasında özellikle popüler kültür figürleri rol oynuyor. Bugün Kim Kardashian ön planda mesela. Alıştığımız tipik zayıf kadın bedenine sahip olmaması iyi bir şey mi? Bence değil.
Çünkü incecik beli, çıkık kalçaları ve dolgun memeleriyle öyle bir vücut tipi var ki bıçak altına yatmadan onunki gibi bir bedene kavuşmak mümkün değil. Vücut şekillendirici olarak tanıttığı markasında basbayağı korse satıyor. Adına korse demeyince korse olmuyor sanki. Kadınlar neden bu çağda korse giysinler ki? 19. yüzyılda mıyız?
Moda zaten bir sınıf meselesi gibi..
Modayı takip edebilmek sınıfsal bir şey, haklısın.
Ama şöyle de bir durum var. Genç kuşağın, markalardan daha sorumlu ve aktivist olmaları yönünde bir talepleri var. Markalar bir süredir bu talebe cevap veren tasarımlar yapıyorlar, stratejiler geliştiriyorlar. Toplumsal cinsiyet, sürdürülebilirlik gibi toplumun hassasiyet duyduğu meselelere bakarak ürünlerini pazarlamaya gidebiliyorlar. Ancak markaların birincil motivasyonu toplumsal bir değişikliğe önayak olmak değil kesinlikle. Öncelikleri ürünlerini satmak.
"Bir marka toplumsal cinsiyet rollerini ortadan kaldıramaz"
Gucci'nin erkeklere elbise giydirip "toksik erkekliği yıkacağız" demesi gibi..
*Toksik Erkeklik: Kendisine biçilen role bürünmeye çalışan erkeğin hem duygularını bastırması, hem de her ne pahasına olursa olsun üstünlük ve iktidarını kanıtlamaya çalışmasıyla birlikte dönüştüğü, insanlıktan son derece uzak duruma 'toksik erkeklik' olarak tanımlanıyor. |
Bu elbise Gucci’nin internet sitesinde toksik erkekliği yıkma iddiasıyla paylaşılmasa üzerine konuşmamıza bile gerek olmazdı. Fakat bu iddia, hem tarihselliği siliyor hem de feminist ve queer mücadeleyi görünmez kılıyor. Daha önce pek çok tasarımcının erkekler için etek ve elbise tasarladığını, Kurt Cobain’in doksanlarda Gucci’ninkine çok benzer tarzda elbiseler giydiğini atlayamayız.
Bir erkek elbise giydi diye patriyarkanın ona sağladığı ayrıcalıklardan feragat edip erkekliğini üzerinden çıkaramaz. O açıdan bu son derece göstermelik bir hamle. Dolayısıyla bir marka toplumsal cinsiyet rollerini ortadan kaldıramaz.
Öte yandan, bu tür girişimler özellikle genç kuşaklar üzerinde patriyarkanın yıkıldığı, bütün hakların kazanıldığı algısını yaratabiliyor. Üzerinde feminist yazan kıyafetlerin yayılmasını da böyle değerlendirebiliriz.
Politik ve kolektif bir mücadelenin bireysele ve metaya indirgenmesi feminizmi bir hayat tarzına dönüştürüyor. Türkiye’de her gün kadınlar öldürülürken, Polonya, Brezilya, Amerika ve Macaristan’da kadın haklarına saldırılar artarken ancak hep birlikte mücadele vererek dünyayı değiştirebiliriz. Mücadelemizin sembolü bir kıyafet olabilir ama bir kıyafetten her şeyi bekleyemeyiz.
Seda Yımaz hakkında 2005 yılında Koç Üniversitesi sosyoloji bölümünden mezun olduktan sonra London College of Fashion'da Moda Gazeteciliği eğitimi aldı. 2010-2013 yılları arasında Elle dergisinin Moda Haberleri Editörü olarak görev yaptı. Yazıları, Vogue'dan Guardian'a, 5Harfliler'den Cumhuriyet PAZAR'a çeşitli mecralarda yer aldı. İlk kitabı "Giysiler Ne Anlatır?" 2020'de yayımlandı. |
(EMK)
*Fotoğraflar: Barbaros Cangürgel, Begüm Özpınar