Gitmelerin sarhoşluğu kalmaların eziciliği, yakıcılığı arasında sıkışıp kalanlar için, Beyrut, şehirde yaşayan yüz binlerce insandan havaya karışan "gitme" fikriyle anlık rahatlamalar yaratır. Rahatlamanın ardındansa, bir sarkaç düzensiz hareketler yapar, gitmek, kalmak, gitmek, kalmak, gideyazmak, gidekalmak arasında...
Gitmenin ve kalmanın arafı Beyrut. Kendinden nazlı bir Akdeniz şehri olması beklenirken, bu şehir adeta her daim savaş yılgını bir kadın. Ellerinden sarkan çocuklarını hayatta tutabilmek için çırpınan bir kadın. Göğüslerini açmış, çocuklarını emzirmekten yorgun, yara bere içinde, tükenmiş, tükenmişliğinin içinde başkalarına verdiği canla dirilmiş bir kadın. Zor Beyrut olmak.
Şuşan Dedeyan, Beyrutlu, "araflı" bir genç kadın, savaşa dair yaptığı filmde ne güzel anlatmış, gitmeyi, kimin gittiğini, kalmayı ve nasıl kalındığını. Yıkıntılar arasında bir kadın, sevgilisiyle yaptığı konuşmayı hayal eder. Hepimizin yaptığı türden; kendisiyle, aynayla yaptığı konuşmalar; sevgilisi Kerim'e günlük şeyler anlattır hayallerinde. Yıkıntılar arasındadır o, sevgilisiyse Hamra'da, Prag Kafe'de. Beyrut'un hiç yıkılmayan bir yerinde, alışveriş merkezlerinin, kafelerinin olduğu Hamra Caddesi'nde... Hamra'da yaşayan Kerim gitmek peşindedir, ona aşık kadınsa yıkıntılar arasında kalmak...
Gitmek
Nedir gitmek? Başka denizlere mi açılmak, başka insanların hayatlarına mı yelken açmak, kendinden mi kaçmak, kendine mi yüzmek? Her gitme hem kaçmayı hem varmayı barındırmaz mı içinde? Her gitmede bir kısmını bırakmaz mı insan arkasında? Ve her varma kendinde yeni bir liman değil midir? Yaşadıkları şehirleri bırakan kalan insanlar, neyi götürürler beraberlerinde, ya da yanlarında götürdükleriyle şehirden ne eksilir? Şehirden eksilen çıplak gözle görülmese de insanlar fark eder, bir taze nefesin eksikliğini; apartmanların balkon kıvrımları fark eder bir çift gözün eksik baktığını kendilerine ve ağaçlar fark eder, güzelliklerinin daha az fark edildiğini...
Gitmek zorunda kalmak
Gitmek zorunda kalanlarsa arkalarında kendi yaşanmışlıklarından ve yaşanamayanlardan bir bohça bırakır, öylece havada asılı kalan, sahipleri bir gün geri gelmedikçe, kimsenin hiçbir zaman açmayacağı bir çeyiz bohçası...
Kalmak zorunda olmak
Peki kalmak ya da kalmak zorunda olmak? Yıkıntılar arasından başka gidecek bir yeri olmamak? Yıkıntılardan yeni bir hayat kurmak zorunda olmak? Havada asılı ya da yerde duran tek bohçaya bile sahip olmamak?
Bohçasını havaya asıp gidenler ve elinde hiçbir şeyi olmayarak kalanlar. Köksüz insanlar yüzyılına en uygun şehirlerden biridir Beyrut.
Hem müzmin bir ait olamayan hem de son derece köklü bir İstanbullu olarak benim için Beyrut sanki arafın ete kemiğe büründüğü şehir. Sıkışmışlığında geniş bir boşluğu vardır sanki, ne içine girilebilir ne de onun dışında bir yer vardır. Yıkıntılar arasında bir kalmayla, insanın iliklerinde, yollarda, köprülerde, binalarda bombaların parçaladığı yerlerde yalazlanan bir gitme fikri vardır.
Yaşanmışlıkları ardında bırakmak zorunda kalmak da, yaşanmamışların yaşanacağı bir ev yapmak da zordur. İkisinin ortasında ve ikisiyle beraber durur Beyrut. Beyrut, insanı gidecek-miş gibi, gide-yazarak, gide-kalarak yaşatır. Çünkü kendi de huzursuz gitmelere gebe, elinde çocuklarıyla ve memelerinde yaralarıyla dolaşan savaş yılgını bir kadındır. (TS/TK)
* Talin Suciyan bu yazıyı İsrail saldırılarının yıktığı Beyrut'ta, 28 Eylül'de yazdı.