Şu anda çalışmalarına St. Andrew Üniversitesi'nde devam eden Yrd. Doç. Dr. Yasemin Gülsüm Acar sosyal kimlik, aktivizm, kolektif eylem, affetme, politik dayanışma, politikleş(tir)me, gruplararası ilişkiler konularında çalışıyor. Barış İçin Akademisyenler içinde yer alan Acar'la "Bu Suça Ortak Olmayacağız!" başlıklı metnin imzalanması ve sonrasında yaşadığı süreçle ilgili sorularımızı yanıtladı.
TIKLAYIN - Yasemin Gülsüm Acar'ın Beyanı
Barış Bildirisi birçok akademisyenin imzaladığı bir bildiri oldu. Peki, bu süreçte siz kendinizi toplumsal bir hareketin parçası olarak hissettiniz mi, yoksa daha yalnız bir eylem olarak mı tecrübe ettiniz? Ya da dışlanmış hissettiniz mi bu süreçte?
İmza atmak benim gözümde yalnız bir eylem, tek başıma yaptığım bir şeydi. Fakat kolektif bir şekilde atılıyor olmasaydı başlarda hissettiğim rahatlığı hissetmiyor olurdum. Bir kalabalık olarak imza atıyor olmanın verdiği bir rahatlık var. Herhangi bir dışlanma hissetmedim ama bir politikleşme süreci başladı. İmza kendi başına ufak bir eylem fakat ihraç edilmeler, işten çıkarılmalar ve hak ihlalleri sosyal psikolojide de bahsettiğimiz gibi politikleşmeye ön koşul oluyorlar. Bu süreç benim için de aynen böyle oldu. Kendim için olmasa da başkaları için bir şeyler yapar oldum. Eğer Barış Bildirisi imzacısı olmasaydım işin içine bu kadar giremezdim. Birçok Barış Akademisyeni için bu bildiriyi imzalamak yalnız bir tecrübe oldu. Politikleşmeyen ya da Barış İçin Akademisyenler grubundan uzak kalan insanlar var. Onlar için bu süreç çok yalnızlaştırıcı oldu. Benim için dışlandığım değil, bir grubun içine girdiğim ve daha da politikleştiğim bir tecrübe oldu.
"Ben ne sunabilirim, ne yazabilirim, kiminle konuşabilirim?"
Şimdiki soruma biraz değinmiş oldunuz aslında. Türkiye'de akademiyi ve akademinin özgürlük ve bağımsızlık durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye'de akademik özgürlük mevzusu uzun bir mevzu. Bizimle başlayan bir mesele değil bu. Barış Bildirisi'nden önce de akademide hak ihlalleri ve akademik özgürlüğe dair sıkıntılar hep vardı. Sadece bu süreçte ben onları birebir yaşamaya başladım. Üniversitenin kendisi dışında fon bulamıyorum, TÜBİTAK zaten destek vermiyor, yurtdışındakiler destek vermiyor çünkü korkuyorlar. Türkiye'de sana bir şey olacak ve onlar sorumlu olacak diye korkuyorlar. Sürekli sahada izleniliyor muyuz acaba hissi var. Benim yaptığım şey illegal değil ki. Ben insanlarla görüşüp konuşuyorum, görüşlerini öğreniyorum. Ama hangi konularda görüşlerini öğreniyorsun? Devlet ve hükümet hakkında... Politik mevzular olduğu için her zaman bir korku oluyor. Fakat benim çalışma alanım bu. Koruculuk sistemiyle ilgili okulda bir seminer vermiştim. Afiş asmıştık. Afişlerde de Türk ve Kürt yazıyordu. Kürt kelimesini yırtıp çıkarmışlar afişlerden. Sadece o kısmını çıkarıp bırakmışlar. Durumu bildirmiştim ve o seminere ne olur ne olmaz diye güvenlik geldi. Seminerde hiç tanımadığım, tırnak içinde ülkücü kalıbının içine giren insanlar vardı fakat tanımıyordum. Geldiler, dinlediler, hiçbir şey söylemediler ve sonra çıktılar. Bir gözlem, bir izlenme vardı. Bilim yapmanın propaganda yapmak olarak algılandığı bir hale geldik. Yazdığın her makale, her yazı o gözle okunuyor. Yurtdışında mitinglerle ilgili sunum yapıyordum. John Drury de sunumun başlığının fotoğrafını çekip Twitter'da paylaştı. Türkiye'den insanlar o paylaşımın altına nasıl yorumlar yazdılar inanamazsın. Bu durumda ben nerede, kime, ne sunabilirim? Nerede, ne yazabilirim? Hangi isimle yazabilirim? Kiminle konuşabilirim?
"İnsanlar açık açık hedef alındı"
Barış Bildirisi'yle birlikte Türkiye'de akademinin bağımsızlığı meselesinde bir değişiklik oldu mu? Akademik bağımsızlık anlamında imzadan öncesi ve imzadan sonrası gibi bir şeyden söz edebilir miyiz?
Bu olay hükümetin bir süredir akademiye yaptığı en net ve en belirgin saldırıydı. İnsanlar açık açık hedef alındı. İmza öncesi ve imza sonrası ne kadar doğru bir ayrım olur bilemiyorum. Çünkü Türkiye'de akademik özgürlüğün düşüşünde bu imza olayı sadece bir nokta. Tabii ki çok açık bir saldırı olduğu için akademinin durumu herkes tarafından görülmeye başlanan bir hal almış oldu. Bu olaydan önce de akademisyenlere karşı sansür ve susturma vardı.
Bu durumu bizzat yaptığımız araştırmayı etik kuruldan geçiremeyerek sizinle birlikte de tecrübe etmiş olduk...
Aynen öyle. Akademi sadece akademisyenlerden oluşmuyor ki. Öğrenciler de var. Öğrencilere zaten yıllardır saldırı var. O yüzden imzadan önce ve imzadan sonra demek yerine Barış Bildirisi ile birlikte bu durumun görünürlüğünün arttığını söyleyebilirim. Direkt olarak haberlere bile çıktık.
"Uzun süre gitmeye direndim"
Siz eğitiminizi baştan sona Amerika'da tamamladınız ve hâlâ yurtdışında akademiyle ilişki içerisindesiniz. Türkiye'deki akademiyle Amerika'da ve Avrupa'daki akademiyi özgürlükler ve haklar anlamında birbirinden ne şekilde farklı görüyorsunuz?
Batı'da etik kurul bir çalışmayı Türkiye'de yapıldığı gibi engelleyemez. Konusuna bakılarak araştırmaya sıkıntı yaratılmaz. Bir çalışmaya fon bulmak bu kadar zor değil. Her şey için bir şekilde para bulunur. Kolay bulunur demiyorum ama uğraşırsam alabilirim. Kimse bana engel olmaya çalışmaz. Orada da hiyerarşik ve bürokratik sıkıntılar, apolitiklik ve elini yeterince taşın altına koymama gibi durumlar yaşanabiliyor. Bu soruya her ülke için ayrı bir cevap vermek gerekir ama genel olarak akademik özgürlük anlamında daha özgür olduklarını söyleyebilirim. Tabii Macaristan, Brezilya, Amerika'nın bazı yerlerinde sıkıntılar olduğunu biliyoruz. Trump'la birlikte Amerika'da da mimlemeler olduğunu biliyoruz. Hiç yok diyemeyiz. Benim Türkiye'de yaşadığım prosedürle ilgili sorunlar özelinde konuşursak oralarda rahat olduğunu söyleyebilirim.
Bu sürecin Türkiye'ye uzun vadede ne gibi etkileri olacağını düşünüyorsunuz?
Zaten konuşuluyor, beyin göçü meselesi. Bana sorarsan en büyük kayıp bu. 2016 başından beri insanlar bana 'git' diyor. Gitmek istemedim. Uzun süre direndim fakat bir yerden sonra gücüm yetmemeye başladı. İşimi yapamıyorum ve sürekli bir engel hissediyorum. Sürekli gerginlik ve rahatsızlık hali artık beni de Türkiye'de daha fazla yapamayacağım dediğim bir noktaya getirdi. Sonra da yurtdışına gitme kararı aldım. Bir sürü insan aynı sorgulamanın içinde buluyor kendini. Başından beri bahsettiğim sıkıntıları herkes yaşıyor, onlar da bu sebeplerden dolayı gitmeyi düşünüyor. İnsanlar Türkiye'nin gidişatına bakıyor ve gelecekte sıkıntı yaşayacaklarını görüyorlar. Bu gidişatla Barış Bildirisi'ne imza atmamış olsaydım da gitmek mecburiyetinde kalacaktım. Bu sadece yaptığım işle alakalı değil. Genel olarak depresif bir hal hissediyorum insanlarda.
"Türkiye'de bir umut vardı, şimdi sadece çöküş hissediliyor"
İnsanlar ortamdan dolayı gitmek istiyor. Bir yerden sonra buraya ait hissetmemeye başlıyorsun. Ben İstanbul'a geldiğimdeki İstanbul'la şimdiki İstanbul aynı değil. Gözüme aynı görünmüyor. Türkiye aynı Türkiye değil. O umut yok. Geldiğimde Türkiye'de bir umut vardı. Evet, o zamanlarda da birçok sorun vardı ama bir yükseliş hissi vardı. Şimdi sadece çöküş hissediliyor. Bu çöküş hissiyle de bir sürü insan gidiyor ya da gitmeyi düşünüyor. Bu kaybı en çok bir sonraki nesil hissedecek. Özellikle şu an ilkokul, ortaokul ve lisede eğitim görenleri merak ediyorum. Vatandaşlık dediğimiz şey kolektif hafızadan oluşan bir şey. Sana sorsam farklı, bana sorsan daha farklı çünkü biz farklı eğitim süreçlerinden geçtik ve bize farklı şekillerde öğretildi. Peki, onlar için vatandaşlık nasıl bir şey, nasıl öğretiliyor? Özellikle darbe girişiminden sonra. Önümüzdeki 10-20 yılı düşünüyorum. Ben de merak ediyorum nasıl olacağını.
Hep yaşadığınız sürecin ve Türkiye'nin olumsuzluklarından bahsettik. Esasen siz Barış Bildirisi'ni bütün bu olumsuzlukların tersini hayal ederek imzaladınız. Gerçekleştirdiğiniz bu eylemin Türkiye'deki hak ve özgürlük mücadelesinde nasıl bir yeri var? Neyi değiştirebildiğinizi düşünüyorsunuz? Kendinizi neye katkı sağlamış hissediyorsunuz?
Bana sorarsan tek kazanım "görünürlük". İmzanın kendisi önemli değil, imzadan sonraki süreç önemli. O imzayı atmak çok basitti. O bildiriyle internet ortamında karşılaşabilir veya karşılaşmayabilirdin. Görmeseydin imzalamayacaktın. Bir yanıyla tesadüf kimin imzaladığı. Dolayısıyla ben imzanın tek başına pek bir şey ifade ettiğini düşünmüyorum. Ben sonraki sürecin bir şey ifade ettiğini düşünüyorum. Önemli kısmı bu kadar büyük ses getirmesi. Bahsi geçen kitle akademisyenler; yurtdışında bağlantıları olan, çevresi olan ve ses getirebilen bir grup. Dolayısıyla kullanabilen gücünü bu konuda kullandı. İnsanlar yurtdışından insanlara haber veriyor, yazılar yazıyor, oradaki insanlar da bu konu üzerine kafa yormaya başlıyor. Şu da var, bu imza neden atıldı? Olağanüstü Hal sırasındaki hak ihlallerinden dolayı atılan bir imza. Tabii süreç içinde bu biraz unutuldu ve konu akademik özgürlüğe kaydı. Evet bu çok önemli bir konu ama aynı zamanda neden imza attığımızı da görünür kılmak gerekiyor. Elbette bunu yapanlar da oldu. Kısacası Barış Bildirisi başka hiçbir şey yapmamışsa bile bazı şeyleri görünür kıldı.
"Kaderimize rektör karar verdi"
Siz bu süreçte bir vakıf üniversitesindeydiniz. Üniversitenizdeki insanlar, akademisyenler ve özellikle de öğrenciler bu olayı nasıl algıladılar ve size ne kadar destek oldular? Başka bir vakıf üniversitesinde veya bir devlet üniversitesinde olsaydınız hem üniversitenin süreç boyunca tavrı açısından hem de öğrencilerin tutumu açısından ne gibi farklılıklar olabilirdi?
Vakıf üniversitesinde olmak devlet üniversitesinde olanların sahip olmadığı bir şansa sahip olmak anlamına geliyor. Ben onların olduğu şekilde Kanun Hükmünde Kararname'nin öznesi değildim. Bu sebeple kaderimize rektör karar verdi. Bizim üniversitedeki hocalar olarak biz şanslıydık çünkü üniversite bizi işten atmamaya karar verdi. Eğer devlete daha yakın bir vakıf üniversitesinde veya bir devlet üniversitesinde olsaydık hiç şansımız olmayacaktı. Kendimi hâlâ okul açısından çok şanslı hissediyorum. Özyeğin Üniversitesi'nde çalışmaya başlamadan önce başka üniversitelerdeki pozisyonlar için de başvurmuştum ve bunlardan bir tanesi KHK sürecinde kapatılan üniversitelerden biriydi. Özyeğin Üniversitesi'nde çalışmaya başlamam bir nevi tesadüftü. Bu, işimi kaybetmememi ve kapatılan üniversitelerdeki ve devlet üniversitelerindeki diğer insanların tecrübe ettiği zorlu koşullardan korunmamı sağladı.
Öğrenciler konusuna gelecek olursak, neler olup bittiği konusunda bazılarının hiç fikri olmamasına hâlâ şaşırıyorum. Olanları direkt olarak tecrübe eden ben olduğum için durumun bana aşikâr olmasını anlıyorum ama bir üniversitede kimsenin imzacıların yüzleştikleri sonuçlar hakkında fikri olmamasına çok şaşırmıştım. Yine de bilen öğrenciler bu süreçte desteklerini eksik etmediler. Destek olmak için beni ziyaret ettiler, ofis kapıma notlar bıraktılar ve e-postalar yolladılar. Etrafımda oldukları, duruşmalara geldikleri ve gelemediklerinde de bana iyi dileklerini gönderdikleri için kendimi şanslı hissettim. Bazı meslektaşlarımın, özellikle de kırsal bölgelerdeki üniversitelerde olanların benden çok daha farklı şeyler tecrübe ettiklerini biliyorum.
Anayasa Mahkemesi (AYM) bildiriye imza atan akademisyenlerin cezalandırılmasının ifade özgürlüğü ihlali olduğuna karar verdi. Siz de Anayasa Mahkemesi'ne başvuran 9 akademisyenden birisiniz. Siz bu kararı nasıl okuyorsunuz? Bir kazanım olarak görüyor musunuz? Sizce AYM'nin aldığı bu karar mahkemelerin kararlarının değişmesine etki edecek mi?
Anayasa Mahkemesinin bu kararı birçok insanı yargılanma süreci travmasından somut anlamda kurtardı. Fakat aynı zamanda, bu karar, insanlara kendi doğrularını söylemesi için fırsat vermemiş oluyor. Evet, yargılanma süreci benim için gerçekten çok zordu ama bu süreçte savunmamı yazmaya vaktim oldu. Arkadaşlarım ve meslektaşlarımla birlikte yaşadıklarımın benim için ne anlama geldiğini ve neden bu bildiriyi imzalamaya karar verdiğimi yüksek sesle söyleyebilmiş oldum. Diğerleri bunu yapma şansına sahip olmayacaklar. Yani bu iki ucu keskin bir kılıç; bir bakıma birçok akademisyen bu zorlu süreçten kurtulmuş oldu ama aynı zamanda bu şekilde susturulmuş oldular gibi görünüyor.
Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi'nin kararı neden bozduğu sorusu var. Avukatlarımız kesinlikle bunun iç yüzünü daha iyi anlayacaklardır ama ben bu kararın bildiriyle ilişkilendirdikleri cezai kovuşturmayla ilgili duyacağımız son şey olmayacağından çok eminim.
"İskoçya'da İstanbul'daki sansür girişimleriyle karşılaşmıyorum"
Şimdi İskoçya'da St. Andrews Üniversitesi'nde çalışmalarınıza devam ediyorsunuz. Peki, Türkiye ile ilişkiniz devam ediyor mu? Türkiye'ye dönmeyi düşünüyor musunuz?
Son soruyla başlayacağım: Gerçekten emin değilim. Amerika'dan Türkiye'de yaşamayı planladığım için taşınmıştım. Son yıllar bana gösterdi ki eğer geri dönersem tutkuyla yaptığım işi yapmak için ömür boyu mücadele etmem gerekecek. Fakat yine de asla geri dönmem diyemiyorum. Türkiye sınırlarını terk ettim ama kalbim hâlâ orada. Tutkumu ve araştırma yapma sebebimi terk etmiş oldum. Şu an veya herhangi bir zaman dönmesem de benim için her zaman bir bağlantı olacak.
Şimdilik işime İskoçya'da devam etmekten memnunum. Türkiye'de çalışmalarım devam ediyor. Bazen veri toplamaya geri geliyorum. Orada meslektaşlarım ve öğrencilerim var. Hiç şüphe yok ki araştırmalarımın ana odağı politik meseleler olmaya devam ediyor. Fakat araştırmalarıma İskoçya'da devam ettiğim için mutluyum. İskoçya inanılmaz tarihi olan bir ülke ve şu an Birleşik Krallık'tan ayrılma ihtimali ile ilgili politik ve kültürel bir çalkantı içinde. Ayrıca burada, İstanbul'da karşılaştığım sansür ve sindirme girişimleriyle karşılaşmıyorum.
Türkiye'deki bağlantılarımı tamamen terk etmeyi düşünmüyorum. Türkiye'deki tecrübelerim benim bugün olduğum insan ve bugün olduğum araştırmacı olmamı sağladı. Bunlar sınırı geçtiğiniz zaman yok olmuyor. (SD/AÖ)
*Röportaj, Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar Derneği'nin (TODAP) bülteni olan Psikoloji ve Toplum'un 8. Sayısından alınmıştır. Röportajın tamamına buradan ulaşabilirsiniz.