Haberin Kürtçesi için tıklayın
Gezi Türkiye’de pek çok konu için mihenk taşı sayılırken medya için ayrı bir etki yarattı.
“Tek manşet”lere bugün alışık olsak da o zamanlar hala haber değeri taşıyordu. Ve izleyiciler ilk defa “doğru haber” talebiyle televizyon kanalları önünde protestoda bulundu.
TIKLAYIN - HABERCİNİN "GEZİ"Sİ: SALDIRI, GÖZALTI, İSTİFA, İŞSİZLİK
Alanda çalışan gazetecilere yönelik saldırılar 1 Mayıs gibi belli günlerde polis şiddetiyle yüz yüze gelse de, Gezi direnişi boyunca polis 153 gazeteciyi darp etti, 39'unu da gözaltına aldı. Uluslararası basın temsilcileri ilk defa canlı yayında pasaport kontrolüne alındı, gözaltına alınmaya çalışıldı, Gülen cemaati ile AKP ittifakının çatırdaması o yaz daha da görünür oldu.
Ve dünyanın “ılımlı islam ülkesi” imajıyla desteklediği Türkiye dünyanın gözünde yeniden asıl görünümüne “otokratik ülke” imajına geri kavuştu.
21 yıldır Sınır Tanımayan Gazeteciler’in (RSF) Türkiye Temsilciliğini yapan Erol Önderoğlu, Türkiye’deki basın mücadelesine, medya dönüşümüne, demokratikleşmeye ve otokratikleşmeye ilk sıradan şahit olanlardan. Gazeteci dayanışmalarından, medya sahipliği yapısının yapı sökümüne kadar her türlü esastan değişimi de izleyenlerden. Ve bugün yargılanan gazetecilerden.
Bu nedenle bu 21 yılın son çeyreğindeki dönüşümü, Gezi direnişinin bu dönüşüme etkisini Önderoğlu ile konuştuk.
"Uluslararası medya Türkiyeli meslektaşlarının yaşadıklarını deneyimledi"
Gezi direnişinin üstünden dört yıl geçti. Gezi direnişi, gazeteciler için ne gibi sonuçlar doğurdu?
Gezi eylemlerinin haberleştirilmesi hem Türkiye’de görev yapan uluslararası medya temsilcileri, hem de Türkiye’de gazetecilik yapanlar açısından çok belirgin bir tarih. Uluslararası medya ilk defa belki Türkiye’deki meslektaşlarının yaşadıklarına maruz kaldılar.
Ana akım medya açısından da, Gezi öncesinde NTV çok etkili bir yayın yapıyorken birden bire yazıişlerindeki donanımlı kişiler işten çıkarıldı, hükümetle daha uyarlanmış bir yayıncılık yapılmaya başlandı.
Gezi direnişiyle birlikte habercilik iddiasında olan ana akım medya ve televizyonların asıl otosansür ve hükümet icraatlarını birebir benimsetme konusunda editöryel politika benimsediklerini gördük.
Herkesin gözü önünde gerçekleşen kitlesel eylemlere ilgi gösteren eleştirel, alternatif medya temsilcileri ise on yıllardır yaşadıkları gibi şiddet ve caydırmaya maruz kaldı.
TIKLAYIN- HABERCİNİN DÖRT AYLIK İSİM İSİM "GEZİ SERÜVENİ"
"Hükümet için Gezi 'hiç izlenmemesi' gereken bir olaydı"
Bu süre içinde Gezi direnişi sırasında basın çalışanlarına yönelik şiddet çok sayıda uluslararası raporda da dile getirildi. Bu davalar nasıl sonuçlandı, cezasızlık devam ediyor mu?
Hiçbir polis görevlisi gazetecilere şiddet uyguladı diye cezai yaptırıma uğramadı. Bir ya da iki muhabir vakasında sadece İçişleri Bakanlığı tazminata mahkum oldu.
Fakat onun dışında, Türkiye’de politik gazeteci cinayetleri nasıl muntazam şekilde cezasız bırakıldıysa Gezi’deki şiddet de o oranda sorgulanamaz kılındı. Aslında iktidarın güvenlik politikalarının kamu özgürlükleri karşısında ne kadar desteklendiğini gördük.
O dönemde çeşitli medya örgütlerinin hükümet yetkilileriyle görüşmeleri olmuştu. O dönemde hükümetin bu cezasızlığa karşı bir vaadi, oldu mu?
Hükümet yetkililerinin Gezi direnişindeki şiddete karşı belirgin şekilde verdikleri bir söz olmadı. Çünkü Gezi eylemleri, iktidarın kırılganlık sürecine girdiği, zayıflık emareleri gösterdiği bir dönemdi.
Bu nedenle, Gezi direnişi, iktidar için, uluslararası medyayı Türkiye’nin çıkarlarına karşı çıkmak, Türkiye toplumunu yurtdışında kötü göstermek, taraflı yayıncılık yapmak ve Türkiye’de kaos yaratmakla suçladıkları bir tarih oldu.
Gezi, bugün de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın söylemlerinde hedef aldığı bir süreç, negatif söylemin bir parçası. Dolayısıyla iktidarın başından beri tutumu “Biz bu eylemi illegal olarak addettiysek bu gazetecilerin burada ne işi var. Hiç izlenmemesi gereken bir şey” şeklindeydi.
"Muhalif medya da hükümet çevrelerine katılmak istendi"
Bu süreç medya sahipliğindeki dönüşümü nasıl etkiledi?
Medya sahipliğinin el değiştirmesi Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun uygulamalarına dayanıyor, 12-13 yıllık bir geçmişi var. Dolayısıyla Gezi direnişi, iktidarın politik olarak sarsıntı yaşadığı ve aslında başlattıkları ana akım medyayı teslim alma sürecine hız verdikleri; buna daha denetlemezlik içinde yapmaya karar verdikleri bir dönem.
Gezi direnişinde ana akımın da “tam olarak biat etmez” görüntüsü, iktidarda, karşısındakini hızla denetim altına alma fikrini yaygınlaştırdı.
Gezi direnişi, Temmuz 2015’te barış sürecine son vermesi ve sonrasında darbe girişimi dikkate alındığında, iktidar için sadece ana akım medyaya sahip olmanın yeterli olmadığı, muhalif medyayı da hükümeti destekleyen çevrelere katmanın elzem olduğunu anlıyoruz.
Baktığımızda, referandum sürecine nasıl girdik? Eğer her şey “normal” olsaydı, referandum sürecinde televizyonlarda Kadri Gürsel’i, Nazlı Ilıcak’ı, Ahmet Şık’ı, Murat Aksoy’u görecektik. Bu bu insanlar nerede? Aylardır hapiste.
"Türkiye çok zaman kaybetti"
Türkiye’de iktidar ana akım medyanın ne kadarını ideolojik ve finansa saiklerle tarafına kattı? Yüzde 80’ini. O zaman referandumda iktidara muhalif oy veren yüzde 49’un medyadaki temsiliyeti nerede?
İktidarın böyle bir kaygısı olmadığını anlıyoruz.
İktidarın amacı medya sahipliğindeki dönüşümle başlayan süreçte kendi “güçlü iktidar” projesine paralel olarak bunu olumlayan, eleştirmeyen bir medya yaratmaktı. Bu da davalarla, tutuklamalarla, küçük gazetelerin transferleriyle oldu.
2013’te basın davası olarak Oda TV davası ile KCK basın davası vardı. Bugün baktığımızda, çok sayıda gazeteci ve medya kuruluşuna karşı hazırlanmış iddianameler, başlayan davalar var. Bunlardan biri de sizin hakkınızda. Bu sürece nasıl gelindi?
2014’te AGİT Medya Temsilciliği ve uluslararası kamuoyunun baskısıyla hükümet tedbir amaçlı tutukluluğu 5 yıla indirdi. Bu süreçte yaşanan tahliyelerle tutuklu gazeteci sayısı 30’lara geriledi. Çünkü birçoğu yedi, sekiz yıldır hapisteydi.
Gezi direnişinin aslında iktidarı paniğe sokan, “acaba” diye söylenmeye iten bir eylemler bütünüydü. Fakat iktidarın medya çoğulculuğunu bitirme yolunda bir katalizör görevi gördü. Oysa iktidar Gezi direnişini demokratikleşme yolunda bir adım olarak değerlendirebilirdi. Ama tam tersi Türkiye çok büyük bir zaman kaybetti. Devlet kurumlarının demokratizasyonu açısından işleyen bir demokrasi haline gelmesi engellendi.
TIKLAYIN: MEDYANIN DÖRT AYLIK (2013 MAYIS-EYLÜL) "GEZİ" GÜNCESİ
"Gazeteciliği tartışacak ortak bir zemin yaratamıyoruz"
Bu süreçten gazeteciler nasıl etkilendi?
Türkiye’nin son 20 yıllık sürecine bakınca gazeteci dayanışması ancak tutuklu gazeteciler gibi ağır parametreler geliştiğinde ortaya çıkıyor. Bunlar olumlu şeyler, fakat Türkiye’nin yaşadığı politikmistikrarsızlıklarına bakacak olursak bu dayanışmanın zayıf olduğunu, derinleşmediğini görüyoruz.
Biz gazeteciliğin değerlerini öne çıkaran bir ortak zemin kuramıyoruz. Tutuklanan gazetecilere beraber üzülüyoruz ama günlük olarak neyi doğru neyi yanlış yaptığımızı konuşmak için bir zemin yaratamıyoruz.
Bugün mesleğin ne kadar kötüye gittiğini, meslektaşları hakkında tutuklanma isteyen, gidip aleyhe ifade veren ve gazetecilik mesleğini hiç unutulmayan intikam süreçlerine katan durumlarda görüyoruz. Çok büyük yara aldık.
"Makro politika düzelmeden gazeteciler rahat edemez"
Bu durumun iyiye gidiş formülü nedir?
İktidar, son dönemde, izolasyon politikaları izliyor. AB ve benzeri örgütlerle ilişkilerini sarsıp insan hakları yükümlülüklerinden feragat etmek istediklerini görüyoruz. Bu durumdan sadece Türkiyeli gazeteciler değil, Türkiye’de çalışan uluslararası basın temsilcileri de etkileniyor. Makro politikalarda yapıcı bir gelecek kurulmadığı ölçüde Türkiye’de hiçbir gazeteci rahat etmeyecek. (EA)