Bir erkek futbol takımının sahada normal (!) doğuma yönlendiren bir pankart taşıması pekala normaldir. Normal olmayan, bu sayfaları da okuyan dilimde yer alanların içinde sayıları pek de az sayıda olmayan bir kesimin futbolun yeniden ürettiği gericiliği ince ve başka bir kesimin yapamayacağı şekilde tahkim etmesi.
Geçtiğimiz günlerde popüler bir futbol müsabakası öncesi takımlardan birinin açtığı ataerkil pankart futbol’un yalnızca futbol olmadığının iyi bilindiği “bizim mahallemiz”den futbolla ilgi ve hatta tarafgirlik ilişkisine girenlerinin sayısının hiç de az olmamasının normal olup olmadığına tekrar bakmak için negatif bir fırsat gibi görünüyor.
Bizim mahalleden futbola destek, ilgi, taraf çıkanların bir bölümü estetik, keyif gibi pasif idealizasyonlar, diğer bölümü futbolu soldan doğru politize etme gibi aktif saiklerle ilgilerini gerekçelendiriyor.
Bu hafta Amedspor’un Sırrı Süreyye Önder’e selam gönderen bir pankart açması önceki hafta açılan malum pankart nedeniyle buruşan yüzleri yeniden tebessüm ettirmiş görünüyor.
Ne var ki futbol buralarda, yani kötü pankart karşısında iyi pankartla telafilerin yapılabileceği bir yerde değil.
Futbolun ontolojisinin üstünden atlamayı seven epeyce arkadaşımız varsa da futbolun ideolojik ve örgütsel gerçekliği pankart örneğinde olduğu üzere, bazen gözlerimize mızrak fırlatma seviyesinde kendini hatırlatabiliyor.
Yine de, arada tadımızı bir kaçırsa da (!), futbolun en eleştirel kesimleri de yörüngesine alabilen etki gücü ile en yakınlarımızda dahi “top koşturabilmesi” dikkat çekicidir.
Futbolun milliyetçilik, türcülük, patriyarka arası dayanışma ilişkilerindeki dinamik konumu, oyunun biçim ve kurallarının toplumsal yapı içindeki karşılıkları, toplumda futbol denince akışan ve çalışan bilişler, oyunun ve oyuncunun –malum pankartta olduğu üzere- açık propaganda ve manipülasyon aygıtları olarak işlev görmesi, futbolla yakın ya da uzak ilişkilenme biçimlerinin tümüne futbolun yarattığı can sıkıcı veballeri de yüklüyor, maalesef.
Bu vebal, en basitinden futbolun yabancılaşma, iktidar- güç -tahakküm ilişkilerine yalnızca konu olan değil, hegemonyanın bizzat eylemini üstlenen ve konsolide ettiği yabancılaşmış kitleler üzerinden gericiliği yeniden üreten örgütlü ve maksadı net bir paradigma olmasıyla ilgili.
Alımlayıcı yığınlardan kimlik imgelerine
Açıkçası, özellikle 19. yy sonrası toplumsal yaşamda edindiği çok işlevli yapısı nedeniyle yalnızca diğer sporların değil, yaşamın genelinde hegemonik bir üstünlük elde etmiş olan, siyaset, devlet, ekonomi, din, kültür, ahlak vs. iktidar kurumları arasındaki etkileşimi ilişkisellik/ nedensellik, karşılıklılık bağlamında yeniden üreten organize bir endüstrinin gerici bir fail ve gerici bir eylem alanı olmaması mümkün değil.
Yine de çok güçlü popülerleşme becerileri ile bu özelliklerini unutturup en eleştirel kesimleri bile bir yerinden kendine yedeklemeyi başardığı da başka bir gerçek.
Bu yüzden fırsat oluştukça futbolla ilgili deşifrasyonları rahatsız edici yerlerden hatırlamak lazım geliyor.
Zira, bu futbol endüstrisi önce alımlayıcı yığınların oluşturulması ve taraftarlığın kitleselleştirilmesiyle, ardından bu tüketici yığınlar ile taraftar dinamizi arasındaki interaksiyon sayesinde dönüyor. Soldan bu etkileşime ince ama etkili katkılar oluyor.
Özellikle futbolun yapısal gericiliğini unutturabilen kapsayıcı bir imge kazanması, genel olarak imge üretimi soldan gelen kesimlerin katkıları ile sağlanıyor.
Ne var ki futbol, oyun alanını çok aşan yansımalarıyla, özellikle kitlelerin özdeşleşme işlevleriyle gündelik yaşama yerleşerek, taraftarlık kimliği üzerinden baskıcı, kuşatıcı, ataerkil konsolidasyonlar sağlar. Bu, onun ontolojisidir.
Futbol tarihi bu yazının konusu olmamakla birlikte, futbol içindeki bazı unsurların bazı ilerici süreç ve eylemlere karışması bu ontolojiyi pek yerinden kıpırdatmamaktadır.
Bir konuşma eylemi olarak futbol
Futbol, kitleler için sahada oynanan oyundan ziyade saha dışında “konuşma” eylemidir. Futbol sahada oynanır ama esasında hakkında konuşularak örgütlenir. Kamusal alanı geçirerek konuşma üstünde elde ettiği bu yetke olağanlık, meşruluk, kaçınılmazlık örüntüleri kurar.
Bu konuşmalarda futbol kitlelere “içler” ve “dışlar” tanımlar ve oynama / seyretme eylemlerini çevreleyecek şekilde bu “içler-dışlar”ın kitlesel olarak konuşulmasını sağlar. Kitleler kendilerini ve ilişkilerini güç-ayrımcılık-ekonomi-patriyarkal bağlamda tasarladıkları içler ve dışlar denklemleriyle sürdürür; kendilerini ve dışlarını sürekli yeniden üretir.
Futbol, bu yeniden üretim için gerçek ve dijital yaşamı esir alacak “kamusal yerler” örgütler ve inşa edilmiş içleri-dışları durmaksızın yeniden tasdik eder.
Futbol bu konuşmalarda ve söylemde “yapısı gereği” ayrımcılığı, erkek ideolojisini, genel olarak faşizmi popülerleştirir. Rekabetçi-saldırgan bireyciliği, ırkçılığı, cinsiyet ve cinsiyet kimliğine yönelik gericiliği destekler.
Futbol sayesinde kitleler, güçlüyle özdeşim kurarak diğerini ezme, güçsüzü yok etme fantezisini gerçekleştirir. Futbol hayal kırıklığına uğramış kitlelere çocukluktan itibaren tüm ezilmişliklerin rövanşı için psişik bir imkan sağlar. Mağlup etme arzusu ile küçük düşürmeyi bir zevk olarak erekselleştirir.
Taraftarlar tribünlerde yüksek enerjili senkronize konuşma eylemleri gerçekleştirir. Taraftarlar tanımladıkları iç’lerle bütünleşerek dış’ları ezmek üzere tribün söylemini üretir ve tribün söylemi futbolun konuşma eyleminin geneli içinde yüksek menzilli saldırı silahları olarak işlev görür. Sahadan yükselen söylem olarak sokağa, kahvehanelere, medya manşetlerine doğru saçılarak ötekileştirilen hedeflerini bulur.
Derealizasyon ve efendiye özlem
Hem mafyalaşma-şantaj-futbolcu/takım/hakem satın alarak şike yapma gibi yasal olmayan hem de büyük paralarla yetenekli oyuncuları satın alarak iyi performanslar üretme gibi yasal yöntemlerle takımlar arası hiyerarşiler kurar ve buna rağmen “iyi olanın kazandığı”nı propagande eder. “Kirli işlere gücü yeten ve zenginler kazanır” yerine “iyi olanın kazandığı” çarpıtması toplumun tüm ilişkilerine sirayet eden bir aldatma-aldanma dinamiğini popülerleştirir.
Rekabetin güçlü ile güçsüzleştirilmiş arasında olduğu gerçeğini yok sayarak kitleleri güç kavramına karşı yabancılaştırır, otoriterliği meşrulaştırır.
Böylece rekabetçi-saldırgan ideolojik formasyon hayatın ve varoluşun doğal akışı olarak propagande edilir. Kazanmak “iyi olmak”la ilgilidir. Saldırgan rekabetçilik, elbette futbolu çokça aşan bir ön formasyon olarak futbola yansısa da futbol kitlelerin bu formasyonla kurduğu özdeşimi onaylar, yeniden üretir, doğallaştırır.
Futbol yoluyla oluşturulan “sıkı çalışarak kazanmanın mümkün olduğu” düşünseli, geç kapitalizmin rıza inşasına dayanarak yarattığı özkölelik – sahte özgürlük dikotamisi ile kapitalizmin yeni evresinin talep ettiği iş formasyonunu meşrulaştırılır.
Görünürde kitlelerin rızasına dayalı olan ücretli kölelik ilişkilerinin meşrulaştırılması ve bu ilişkiler nedeniyle oluşan basıncın başka alanlara kaydırılmasını gerekir. Ne var ki bu kaydırma eylemi büyük bir potansiyeldir ve kaydırma sırasında açığa çıkan enerji, gücün, patriyarkanın, kapitalist odağın güçlenmesinde kullanılarak çok yönlü üst düzey bir ideolojik fayda elde edilir.
Böylece, Vespasianus’un kolezyumundan futbol areanalarına, kapital yoksunu olanların, sahiplerle özdeşim kurmaları sağlanarak, dolaylanmış övünme duyguları yaratılır. Taraftarlara sahipleri ve kapitali korumaları için “taraftarlık” kimliği üzerinden derealizasyonal bir zenginlik verilir.
Futbolun özellikle Türkiye’ye gelişi İtalya, Portekiz’de olduğu üzere, ulus devlet inşasına dair propaganda işlevi ile öne çıktı. Futbolun ülkedeki ilk kurumsal deneyimleri bu yüzden milliyetçiliğe tam içkindi. Ardından biliş kontrolü ve pasifizasyon işlevi öne çıktı. Devamında iktidar-güç payesinde biricik yerine aldı.
Futbol kulüpleri Türkiye’nin her tarafında o yörenin komprador, ağa, ticaret burjuvazisinin erkek seçkinlerince yönetildi ve oluşan iktidar formasyonunda pozisyon alan hakim kliklerin alan hakimiyetlerini sağlamlaştırdı.
Hem hakim siyasi partiler hem de futbol kulüpleri seçkin erkek iktidar kliklerince yönetildi ve hem partiler hem kulüpler, geniş halk kesimlerinin istismarı üzerinde iktidarlaştı. Bu etki bugün milyonlarca dolarlık yayın gelirleri, sponsorluk ve reklam anlaşmaları, bilet ve bahis gelirleri, oyuncu satışından/kiralamadan elde edilen gelirler ve etkileşimde bulunduğu yan sektörlerle korkunç paraların siyasetle yönetildiği post-endsütriyel bir zeminde sürüyor.
Saldırganlık
Takım tutan herkes, büyüdükleri, yaşadıkları coğrafyaların gerilimlerini, eşitsizlikleri, güç-iktidar ilişkilerini, hayal kırıklıkarını, haksızlık hikayelerini ve toplumsal travmaları taraftarlık kimliğinin içinde tehlikeli şekilde örüntüler.
Futbol kitlelerin noksan ve hasarlı kitle anamnezlerini saldırganlığa teşvik eder ve saldırganlık için yöntem yaratır. Futbol izlemek açık ve örtük şekilde saldırgan kodlar oluşturur ve dürtülerin boşalması için hedefler gösterir. Hedeflerin başında kadın varoluşu ve kadın bedeni yer alır.
Yabancılaşma olgusu, yalnızlaşma, bireyselleşme, değersizleşme, üretici-yapıcı topluluk becerilerinin kaybı, kültürel yurtsuzluk, anlamsızlık, dağılma, anksiyete, depresyon, belirsizlik, güvencesizlik futbolda psiko-politik bir temsil alanı oluşmasının temel sebeplerdir.
Futbolun ezme imkanı tanıması takım tutmanın en önemli saiklerindendir. Futbolun yarattığı tahakküm kitlelerin iktidar ilişkileri içinde yaşadıkları baskıya karşı boşalma kazançları sağlarken cinsel konulardaki sıkışmalara dair ikincil kazanımlar oluşturur.
Takım tutmak aidiyetten çok önce bir boşalma arzusudur. Öyle ki takım tutmanın boşalmayı garanti eden saldırganlık kazanımları popülerleştirilmiştir.
Kadına nasıl doğum yapacağını söyleyen bir pankart ideolojik bir tahakkümdür ama diğer yandan görüldüğü üzere rahat profesyonel bir saldırıdır da. Futbolun saldırı-müdahale yetkesi, maç içinde, öncesinde/sonrasında, sokaklarda toplu taşıma araçlarındaki saldırganlıklarla da meşrulaştırılmıştır.
Oyuncular kurallara rağmen bile isteye şiddet kullanırlar. Sahadaki şiddet bilinçli bir tasarımın sonucudur ve bu tasarım kitle bilişinde şiddet tasarımı ile avantajlar oluşturarak kazanç sağlama düşünseline dönüşür.
Seyirci/taraftarlar kamu düzenini bozma konusunda serbestiyetleri olduğunu bilirler, kamusal alanlarda şiddete başvurarak deşarj olmalarının, kitlesel olarak kadını ve diğer kimlikleri aşağılayan küfürlerle sokakta oluşturdukları taşkınlık ve fiziki saldırılarının devlet tarafından tolere edileceğini bilirler.
Kadın-çocuk cinayetleri ya da kendi temel haklarının alenen gaspı konularında sessiz kalan kitleler, taraftarı oldukları kulüp kazandığında veya kaybettiğinde yani borsadaki hisseleri düştüğünde ya da yükseldiğinde şiddete başvururlar. Bu futbolun yarattığı düşünselin kitle psikolojini kontrol etmekteki başarısıdır.
Komprodorun ve Derebeyinin Biz’leri
Futbola dayalı kimlik tasarımlarında, yerel ve bölgesel özdeşlikler, diğerlerinin karşıtlığı bağlamında formüle edilir. Taraftar olmak kendini diğerinden rasyonel olmayan bir sebeple net bir şekilde ayırmaktır. Özellikle merkez takımları arasında taraftarlık tercihleri ve özellikle sadakat için rasyonel bir gerekçelendirme yapmak çok zordur.
Ortak özellikler üzerinden oluşmayan, bu sebeple neden aynı kulubün etrafında kenetlendikleri tartışmalı olan bu kimlikler üzerinden mikro-şovenizmler örgütlenirken, diğer yandan milli düzlemde milliyetçilik harekete geçirilir.
Futbol uluslar arasındaki düşmanlıkların beslenmesine, milliyetçilik yoluyla kitleleri harekete geçirmeye, iç ve dış savaşa mobilize etmeye yarayan “biz” duygusunun oluşturulmasında katalizör işlevi görür.
Kendi bölgesinin takımını tutmak veya tutmamak iki tür biz’lik halini anlatır: Yerel güçsüz biz ve İstanbul takımlarından birini tutarak sağlanan güçlü biz.
Ülkenin çok farklı yerelliklerinden milyonlarca kişi İstanbul merkezindeki takımlarında saf tutup, sadakat içinde büyük takımlara aidiyet hisseder, yerel takımları ise ikincil olarak destekler. Önce hegamonik komprodar burjuvazinin takımlarına, sonra yerel seçkinlerin takımlarına bağlılık, önce krala, sonra derebeylerine bağlı olma yönündeki feodal akıntıları da sürdürür.
Ketleyici Kurallara Çelme Takma Arzusu
Futbol, seyirciler üstünde katmanlı, akışkan devingen duygular kurar. Holiganik katarsislere yol açar. Kurallar holiganik duyguların hem ketleyicisi hem de dinamiğidir. Bu yüzden kuralların ihlal edilmesi amacı da oyuna içkindir. Kitleler içten içe kuralların ihlal edilmesini, kurallara çelme takarak kazanma yeteneğini arzular.
Oyun içindeki kazanımlar, yalnızca kurallar içinde değil aynı zamanda kuralları kurnazca ihlal ederek ve cezadan kaçarak elde edilir. Bu, çok geniş kitleler nezdinde sahtekarlığı, yalanı meşrulaştırırarak, dürüstlük, doğruluk mefhumlarını sosyo-dinamik bağlamda itibarsızlaştırır.
Bu yüzden kurallar içindeki performansın yanında, kuralların zorlanarak, ihlal edilerek kazanç sağlanması kitlelerin büyük konuşma eyleminin içinde dolaşıma girer.
Patriyarkaya Mündemiç
Futbol formasyon itibariyle erkeğin özne ve iyesi olduğu bir oyun olarak biçimlendirilmiştir. Futbol günümüzde erkeklik mitini canlı tutan ve erkek-güç kartezyenliğini yeniden üreten en kitlesel, en katmanlı, en hacimli lokomotiftir.
Futbol erkeğin yetenekli, saldırgan, rekabetçi, meydan okuyucu, rövanşçı, intikamcı ve yetenekli olduğunu gözümüze sokar ve normalleştirir.
Gel gelelim ki, konunun psikanalitik bağlamdaki deşifrasyonu daha rahatsız edicidir:
Öyle ki, bahsi geçen pankartın ataerkilliğin doğrudan bir çıktısı olduğunu söylemek kesifsiz bir doğru halde eksiktir. Çünkü düşünsel, hem materyalin üretimi hem de üretilmiş düşünselin yeniden üretimi üzerine inşa edilir. Yani, bu pankart aynı zamanda futbol materyalinin yapısal ve kendine has bir çıktısıdır da:
Futbolda oyun, savunmasız düşürülmüş, direnme gücü etkisizleştirilmiş kaleye fırlatılan topun içeriye sokularak zafer kazanılmasıyla sonuçlanır. Psikanalitik planda rakip takım kadınlaştırılarak aşağılanır, düşmanlaştırılarak zayıf düşürülür. Oyunun kazanılması kadın bedeninin nesneleştiği bir temsilde cinsel zafer kazanılmasının sahnesidir. Kaleye giren top yüzlerce atak vuruşu içinde kendisini korumaya çalışan kadını fetheden güçlü spermdir. Bu aynı zamanda erkeklikler arasındaki hiyerarşinin de sahnesidir.
Goller, futbolun endüstriyel haz-orgazm pornografisinin zirveleridir. Gol ifadesi günlük yaşam erkekliğinde de cinsel bir retorikle ve beden diliyle temsil olur.
Futbolun meyvesinin gol olduğu futbol retoriğinin en popüler ifadesidir ki, goller defalarca ekrana getirilir, gol seçkilerinden hazırlanan videolar izleyicilerin boşalma araçlarına dönüşür. Gole dönüşmeyen ataklar ise cinsel saldırganlığın hazırlanması, erektasyon ve sonuçsuz kalan boşalma çabaları olarak kışkırtıcı bir temsille ekranlara taşınır. Sonrasında, gölün öncesi-sonrası hızlandırılarak odak, zafer sperminin kadın cinsel organına girişi sahnesine yönlendirilir.
Futbol sahalarında canlı oynanan maçlar ve bu maçların canlı izlendiği alanlar bu izlekte toplu pornografi izleme alanları gibidir. Bununla birlikte, sıkılma, sıkışma anlarında kitlelerin önüne konan yüksek enerjili gol videoları örtük mastürbasyon materyalleridir.
Zira, pornografi analojisinde futbol oynayanlar seks performatörlerini, canlı izleyenler performansla ve performatörlerle özdeşim kuranları, ekrandan canlı izleyenler hem performatörlerle hem de sahada canlı izleyenlerle özdeşim kuranları ve maç dışında gol- atak videoları izleyenler ise yabancılaşmış mastürbatörleri işaret eder.
Golün kaleye girmesi ile ilgili tanımlamaların cinsel yaşamdaki tahakküm ilişkilerinin vazgeçilmez retorikleriyle aynı olduğu toplumun tamamının bilgi-deneyim-maruziyet repertuarında olduğu halde bizim mahallemizde futbolu oyun kurguları üzerinden estetize etme çabası dikkat çekicidir.
Bizim mahallede oyuncuların kooperasyon becerilerine incelikli övgüler oluşturuluyor, oyundaki akıştan alınan zevk başka türlü estetize ediliyor, pas, asist, oyun kurma örüntüleri edebileştirilebiliyor, pornografi erotikleştirilerek yumuşatılıyor. Bir diğerlerimiz ise futbolla sol tandanslı bir taraftar kimliği oluşturarak ilişkileniyor. Özellikle futbolda devrimcilik tanımlamaları ile bir tür sol futbolbazlık tasvir ediliyorsa da futbolün normali bu çabayla çelişiyor.
Netameli konularda doğru ve güvenli yerlerde konum alabilenlerin gerici ve iflah olmaz yapısı çokça deşifre olmuş futbol çevresinde bir ilgi alanı oluşturmaları, taraftar kimlikleri üretmelerinin pek eleştirilmemesi pekala hegemonyanın başka bir gerçekliği olarak düşünülebilir.
Futbolun günümüzde küresel kapitalizme içkin olan pozisyonu yalnızca milliyetçi-gerici-patriyarkal tahakküm sistemini sağlama alma ve gericiliğin tahkimat ihtiyacını üstlenmiyor.
Futbol, kulüp aidiyetleri yaratarak siyaseten sıkışmış kitlelerin boşalma yönelimlerini rıza inşasına dayalı tüketim alanlarında konsolide ederek post endüstriyel kapitalizmin en karlı metalarından biri haline geldi.
Şu halde,
Toplumsal ilişkilere eleştirel bakan çoğu kişi için futbolun normalinin politik düzlemde o veya bu oranda deşifre halde olduğu varsayılabilir. Psikanalitik planlar/argümanlar elbette tartışmalıdır fakat yine de politik eleştiri becerileri ortalama gelişmiş olan kimse için futbolun normali sır değil.
Tam da bu yüzden, futbolun paradigma olarak boykot edilmesinin neden güçlü şekilde önerilmediğinin, önerildiğinde neden dikkate alınmadığının, bizim mahalleden futbolun mevcut formasyonuna eklemlenen hatırı sayılacak bir kesimin olmasının normal olup olmadığıyla ilgilenmek için zaman zaman fırsatlarımız olmuyor değil.
(OG/EMK)