İstanbul Trump Art Gallery'de 31 Ağustos'a kadar devam edecek olan 'Göç' sergisi hakkında serginin küratörü Kenan Bahadır Derre ile konuştuk.
Derre, insan hikayeleri anlatan bu serginin, göçün dramına ışık tuttuğu gibi umut veren bir tarafı olduğunu belirtiyor.
Sergide resimleri bulunan sanatçılardan ressam Muzaffer Gençer ve Mesut Eser de göç üzerine çalıştıkları eserlerinin hikayelerini bianet ile paylaştı.
Sanat yönetimi mezunu olan Derre, daha önce üreme sağlığı hakkında kamuoyu oluşturmak amaçlı HIV/AIDS'e yönelik 'Pozitif Negatif Yaklaşımlar' isimli bir projeyi yönetti.
Türkiye'de kadınların yaşadığı sorunlara dikkat çekmeyi amaçlayan 'Her Ses Bir Nefes' projesinin de sanat yönetmenliğini yaptı. Bir süredir de Art Gallery küratörlüğü yapmakta olan Derre, Göç sergisiyle ilgili olarak şunları söylüyor:
"Kimse ülkesinden ayrılmak istemez"
“Göç etmek konusu hayatımızın her döneminde karşımıza çıkıyor. Sergi de göçün tüm unsurlarını taşıyor aslında.
“Mülteciliğin dramatik yönünü en iyi anlayabilecek olan Türkiye halkları. Sergiyi düzenlemeye karar verdiğimizde özellikle kadın ve çocukların yaşadıkları beni çok etkiledi. Kimse ülkesinden ayrılmak zorunda olmak istemez. Bunun üzerine düşünürken kendimi buldum.
“Serginin hazırlıklarına ise altı ay önce başlamıştık. Bugünkü tartışmalar henüz başlamamıştı ama o zaman da deneyimliyorduk göçü birebir. Katılan sanatçılar ile paylaşımlarda bulunduk. 28 sanatçının da göç temasında çarpıcı eserleri ortaya çıktı. Sergi, insanlara umudu aşılamaya bu konuda insanları düşünmeye sevk ediyor.”
“Biz göçü televizyondan izlemiyoruz bizzat yaşıyoruz”
Yaşadığımız coğrafyanın en yakıcı problemlerinden biri olan göçün sanata yansıması kaçınılmaz. Derre, bu bağlamda şöyle ekliyor:
“Göçe mecbur bırakılan insanlar arkalarında tüm hayatlarını geride bırakıp hiç bilmedikleri ve tanımadıkları bir topluma adapte olmaya çalışıyor. Eğer iki tarafta birbiri için empati duymaz ise orada sıkıntılar ve sorunlar başlayabiliyor. Biz mültecileri televizyondan seyretmiyor, bizzat yaşayarak olanlara şahitlik ediyoruz.
"Sanat güzele yönlendirirken yaşanan olumsuzlukları da gösterme yoludur. Verilen mesajla izleyenini düşünmeye yönlendirir ve izleyenine kendinden bir parça sunarak yüreğinde hissettirmeye çalışır.”
‘Göç’ insan hikayelerinden oluşan bir sergi. Sanatçı Zeliha Aksoylar, anne ve anneannesinin yaşadığı sıkıntılar sebebiyle Bursa’ya göçünü anlatıyor. Ömer Faruk Erçetin ise göçü ölüm üzerinden yorumluyor. Ölüm yani bir insanın bu dünyadan göçüsü.
Derre son olarak şöyle diyor;
“Zor günleri aşmanın en önemli yoludur sanat. Sanat akılda kalıcıdır. Sanatçıların eserlerinin yeri geldiğinde toplumsal birliği sağlayabileceğini de düşünüyorum. Ben bu zor günlerin biteceğine inanıyorum. Sergide yer alan eserler çarpıcı. Özellikle çocukları etkileyen durumu gözler önüne seriyor ve empati yapmayı hatırlatıyor.”
“İnsanlar ruhları beslenemediği için göç ediyorlar”
Sergide kadının göçünü anlatan iki resmi bulunan Muzaffer Gençer ise aslında emekli bir banka müdürü ama çocukluğundan beri resim yapıyor. Gençer resimlerinin hikayesini şöyle anlatıyor:
“Göç zaten ilk çağlardan beri var olan bir olgu. İnsanlar neden göç ediyorlar? Mutlu olmadıkları için, ruhları beslenmediği için göç ediyorlar. Ruhları beslenen insanlar bulundukları yerden ayrılmaz diye düşünüyorum. Zaten dünyanın yarısı kadın ve üretenler de kadınlar. Bu sebeple kadınları ele aldım eserlerimde.
Mutlu olan kadınlar yerlerini bırakıp gitmezler. Gidecekleri tek yer mutluluktur. Güneşin doğumu da eserimde bunu temsil ediyor. Güneşin doğumu mutluluğun kaynağıdır. Her doğan güneşte yeni bir gün başlar. Bunu anlatıyor resimlerim.”
“Eller yaşanmışlığın izlerini taşır”
Tasarım alanında çalışan Mesut Eser de, sergide bulunan ‘Yaren’ adlı eserinin hikayesini paylaşıyor:
“Eller yaşanmışlığın izlerini taşır. Bu eser, Anadolu topraklarına göç eden bir ailenin yuvaya dönüş yolundaki kararlılığını ve bu uğurda feda ettikleri her şeyi anlatıyor. Aynı zamanda umuda yolculuğun hikayesi ve bu yolculuğun bıraktığı izlere bir bakış açısıdır.
"Kompozisyondaki iki el Balkanlar'ı ve Türkiye'yi simgeliyor. Soldaki elin yıpranmış olması ailelerin yurtlarından edilişini ve oradaki zorluklarla kurdukları yaşamın ellerinden alınışını anlatıyor, yine kolların duruşu bir rotayı, haritayı simgeliyor. Karanlık sol el, Anadolu topraklarına kaçışı, aydınlık sağ el ise kucak açmış Anadolu’yu, memleketin sıcakkanlılığını ve temiz geleceği vurguluyor.
"İki elin birlikteliğinde görülen kamp alanı ise iki kıtayı birbirine bağlayan İstanbul'u simgeliyor.” (Aİ/SO)