Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç önümüzdeki günlerde medya yöneticileriyle bir araya geliyor. Arınç'ın deyimiyle bu "dostane konuşma"nın konusu: "Terör haberlerinin işlenişi."
Yani Hükümet Sözcüsü, ulusal gazetelerin genel yayın yönetmenlerini, televizyon programcılarını karşısına alıp bazı haberlerin "milli mesele" olduğunu söyleyecek; PKK ile ilgili haberlerde nasıl başlık atılacağını, televizyonda efektlerin nasıl verilmesi gerektiğini tartışacak.
"Onlarla, bunun bir milli mesele olduğunu, batı ölçütlerinde bir haber verme tekniğinin Türkiye'de de mutlaka yerleşmesi gerektiğini konuşacağım. Terör örgütünün bu kadar büyük şeyi yapabileceği konusunda adeta propagandasına yönelebilecek başlıklardan, efektlerden, haber verilişinden uzak kalınması gerekiyor. Onların da vatanperverliklerine güveniyoruz eminim beraberce müşterek bir noktaya varmış oluruz.''
"Terör/basın" toplantısı, daha önce de önceki hükümetin İçişleri Bakanı Beşir Atalay'la yapılmıştı.
Peki, devlet ve medya arasında bu tarz "haber toplantılarının" yapılması normal mi? Medya etiği açısından kabul edilebilir mi? Gazetecilerin, devlet söylemini içselleştirmesi habercilik açısından ne anlama geliyor?
Yanıtları, BBC Türkçe Servisi'nde 22 yıl çalışmış olan gazeteci Kumru Başer, Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyeleri Doç. Dr. Aslı Tunç ve Doç. Dr. Esra Arsan ile Radikal İki genel yayın yönetmeni Tuğrul Eryılmaz bianet'e veriyor.
Başer: Sinn Féin'e yasak geldiğinde, BBC ne yaptı biliyor musunuz?
Medyayla tartışma toplantıları, İngiltere'de 1990'larda IRA'yla (İrlanda Cumhuriyet Ordusu) ilgili yapılırdı. Hatta hükümet, IRA'nın siyasi kanadı olarak değerlendirilen Sinn Féin'in sözcülerinin açıklamalarının sesli olarak verilmesine yasak koymuştu. Sinn Féin'e bu yasak geldiğinde, BBC ne yaptı biliyor musunuz? Sözcülerin açıklamalarını aldı ve İrlanda aksanıyla bir aktöre okuttu.
Hükümetler benzeri toplantıları yapmak isteyebilir; önemli olan medyanın direncidir. Bülent Arınç'ın yapmak istediği toplantıda kritik olan şu: Medya yöneticilerinin, hükümetin empoze etmeye çalışacağı yayın "telkinlerine" karşı bağımsız kalabilecek yeterli gücü var mı? Hükümetin, medya üzerinde yasal yaptırım gücü yok ama siyasal baskı olduğunda durum farklılaşır.
Tunç: Yönlendirmelere karşı sağlam durabilecek bir medya kuruluşu var mı?
Politik yetke, özellikle ulusal güvenlik ve terör konuları söz konusu olduğunda medya kuruluşlarına olan baskılarını arttırmaya çalışır. Bu durum tabii ki basın özgürlüğüne müdahaledir ve arzu edilen bir ilişki tarzı değildir.
Ancak ne yazık ki bu tür baskı ve müdahaleler gelişmiş dediğimiz ülkelerde yaşandı ve hala yaşanmakta. Kimileri kapalı kapılar ardında gizlice tehditlerle yapıldı, kimileri ise bizde olduğu gibi açık açık.
Politikacılar, medyayı güçleri yettiği ölçüde denetim altına almaya çalışırlar. Önemli olan, siyasal otoritenin yönlendirmelerine ve tehditkâr söylemlerine karşı sağlam ve onurlu durabilecek bir medya kuruluşunun olup olmadığıdır. İşte tam da bu noktada medya patronu vergi ve diğer yollarla karşılaşacağı bedelden ürküyorsa geri adım atar ve yayın politikasını değiştirir.
Özellikle Türkiye gibi siyaset-medya ilişkisinin sorunlu olduğu ve medyanın kurumsallaşmadığı ülkelerde Arınç benzeri siyasetçiler basının turizm bakanlığı gibi bir işlev görmesini bekler. Bunu da ne yazık ki kimse yadırgamaz.
Arsan: Bu bir basın skandalı olur
Gazetecinin haberini nasıl yapacağını iktidar partisi yöneticisinden duyması kabul edilemez. Çünkü gazeteci haberini, haber paradigmalarını ve kamu çıkarını gözeterek kendi yapar. Bu toplantılara katılan gazeteciler bir basın skandalına imza atmış olarak tarihe geçer.
Bu buluşmalar, haber üretim sürecini, başlığından içeriğine kadar etkilemek, bir anlamda devlet söylemini yeniden üretmek için yapılır.
Devlet, medyayı kontrol etmek ister, bunu açık ya da gizlice yapar. Bu durumda Türkiye'de bu fazla açık yapılıyor; askeri rejimin mirası. Güneydoğu meselesi konusunda, Genelkurmay'ın tavrı yıllarca sansür ve otosansüre sebep oldu. Neyin nasıl tanımlanacağı, kime "terörist" denileceği, kullanılacak ve kullanılmayacak kelimeler dikte edildi.
"Sivilleşme"yi amaçladığını iddia eden bir hükümetin benzer bir tutum içinde olması sorgulanmalı.
Eryılmaz: Biz hem Türklere, hem Kürtlere yayın yapıyoruz
Ortada müthiş bir savaş hali var ve biz hem Türklere, hem Kürtlere yayın yapıyoruz.
Gazeteci, doğruyu aktarmakla yükümlüdür. Habercilik kıstaslarına göre haberi nasıl göreceğine, kullanıp kullanmayacağına karar verir. Bu toplantılara katılmak gazetecinin gazetecilik anlayışına kalmıştır. Katılanların, çok dikkatli olması gerek.
Ben çağrılsam, giderdim. Ancak orada, tüm fikirlerimi açık açık söylerdim, eleştirilerimi yapardım. Haber yapmayı, habercinin izanına bırakmak çok daha doğru. (IC)