"Türban" tartışması ülkenin gündemine oturur, din, inanç, ahlak, gelenek kavramları havada uçuşurken hükümet varolan baskılardan, kısıtlamalardan hiç bahsetmiyor. Size kendi yaşadığım bir hikayeyi, geçen yaz katıldığım gençlik kampında yaşadıklarımı aktaracağım.
Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü her sene 13-17 ve 18-24 yaş gurupları için İzmir'den Bolu'ya, Mersin'den Trabzon'a kadar çeşitli illerde kamplar düzenliyor.
Geçen yıl arkadaşlarımla beraber 120'şer YTL yatırarak 5-12 Ağustos arasında Trabzon'da düzenlenen 18-24 yaş kampına katıldım.
Yaklaşık 250 kişinin katılacağı kamp için sabah saatlerinde şehir merkezinde bizi bekleyen servislere binip Sultan Murat yaylasının yolunu tuttuk.
Bin 500 metredeki yaylaya çıkarken heyecanlıydık ama bu heyecan birkaç gün içinde zulme dönüştü.
12'den sonra tuvalet yasak!
Kadınların ve erkeklerin ayrı alanlarda olduğu, altışar kişilik çadırlarda kalıyorduk. Kampın içeriği oldukça zengindi. Tiyatro, müzik, halk oyunları, dağcılık, doğa yürüyüşü, rafting gibi bir sürü etkinliğe katıldık. Etkinliklerde, grupların başında "lider" denilen beden öğretmenleri vardı.
Bu liderlerin birkaçı hariç hepsi 18 yaşın üzerindeki kampçılara hayret edilecek kadar kötü muamelede bulunuyordu. Bazen o kadar abartıyorlardı ki, gecenin bir yarısı tuvalete giderken sisin içinde beni gören lider "Saat 12'den sonra dışarıya çıkmak yasak, ne yapıyorsun?" dedi. Ben de tuvalete gittiğimi bunun için kendisinden izin almak zorunda olmadığımı söyleyince "Koş! Koşmanı istiyorum" dedi.
Gece yarısından sonra çadırdan çıkmamak, her akşam etkinliklere katılma mecburiyeti, karşı cinsten arkadaşlarımıza "ölçülü" yaklaşma zorunluluğumuz...
Bir örnek: bir gece horon teperken Gül arkadaşımın tişörtünün beli açılınca yanına koşan "lider" el çabukluğuyla arkadaşımı giysisini düzeltiverdi.
Bir başka örnek: Serviste arkadaşımla kendi aramızda Miraç kandilinden bahsediyorduk. Konuşmanın bir kısmında arkadaşım "Şimdi bu miraç kandilinde ne oluyor, göğe mi yükseliyorsun?" diye bana espriyle karışık bir şeyler söylüyordu. Derken önümüzde oturan hassas "lider" aramızdaki kısık sesli konuşmayı birden duyuverdi ve arkasını dönüp şöyle dedi: "Arkadaşlar, insanların hassas noktaları hakkında yorum yapmayalım lütfen!"
Oysa aynı hassas "lider" yolculuğun başından beri bizi taciz eden bir başka kamp katılımcısını farketmemişti.
Sudan sebeple kovulan kampçı
Bütün bu davranışlara muhalefet ediyorduk. Nihayet kampın en son gününe giriyorduk, doğa yürüyüşünden gelmiştim ortalıkta anlam veremediğim bir gerginlik vardı. Ertesi gün herkes evine dönecekti. Çadırdaki arkadaşım Çiğdem son gün kamptan kovulmuştu; hem de sudan bir sebeple.
Bizim çadırın payına düşen suyu bizim yerimize Çiğdem almak istemiş ve kampın başkanı kendisinden suları yerine bırakmasını, herkesin kendi suyunu kendisinin alması gerektiğini söylemiş. Çiğdem de bunun anlamsızlığını belirtip oradan ayrılmak isteyince kamp başkanı, tüm liderleri ve arkadaşımı bir çadıra çağırıp arkadaşımın özür dilemesini beklemiş. Özür dilemeyip "ahlaki sorumluluğunu" yerine getirmeyince de arkadaşımı kovmuşlar.
Kamptan ayrılma dilekçelerimizi verip rehin alınan kimliklerimizi aldık ve Trabzon'a gidecek servise bindik. Servis şoförü bizim hikayemizi sordu, olanları anlatınca da dayanamayıp bize kendilerine yapılan haksızlığı anlattı: " Kamp boyunca günde en az beş saat yayla yolu yapacağımız başta bize söylenmedi, paralarımızı da iş bitince vereceklerini söylediler. Şimdi tüm şoförlerin arabaları günde 6-7 saat yol gittiği için yıpranmış durumda."(SA/EÜ)